26 Kasım 2013 Salı

AFAKAN BASKINI GÜNDEMLER


AFAKAN BASKINI GÜNDEMLER

İnsanlık ekonomik krizler, sevgisizlik, ayrımcılık, horlanma, ırkçılık, ötelileştirme, diz boyu adaletsizlik, savaş, açlık ve günümüze kadar benzeri binlerce karmaşık nen yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Bütün bu olumsuzlukları, elbette geldiğimiz toplumun bireyleri de, iliklerine kadar bire bir hissediyor/hissettiriliyor. Reva görülen olanca negatif uygulamanın yanı sıra, bir de bizim toplumumuzda her daim kısa aralıklarla, birileri tarafından damdan düşercesine ortaya atılan gündemler var ki; insanlarımız da sanki işleri-güçleri-sorun ve sıkıntıları hiç yokmuş gibi, her defasında denize düşmüşler de, tek kurtarıcıları olan, bu yılan gündemlere sıkı sıkıya sarılmadan edemiyorlar. Bu kör dövüşü hep olageldi ve de aynı şekilde devam ediyor, ettiriliyor. İnsanın içine artık gına geliyor. Dünya nelerle uğraşırken, bir de bizim insanlarımızın meşgale edindiklerine bakıldığı zaman, gidilen yolun arpa boyundan daha öteye olmadığıdır.
Başkanlık sistemi, yeni anayasa, başörtüsü, pantolon, kıç örtüsü, marmaray arızaları, mega açılış showları, Adnan Hoaca' nın dekolteli kedicikleri, başı sürgündeki güç-cemaat, kokuşmuş ağızlardan dökülen küflü lakırdılar, hoca efendi, kızlı-erkekli, dershaneler, deprem riski büyük açılımlar, dünyanın en ırkçı nesillerini yetiştirmek gayesi ile onlarca yıl öce çıkarılan faşizan andın kaldırılması ve getirisinin- bazı güruhlarda oluşturduğu derin-yürekler burkan üzüntü, çekik gözlü Serdar Ortaç, Barzani' nin başından temizlenen konfetiler-kim temizledi-nasıl temizlendi gibi gündemler.
Takılıp kalmanız halinde insanın kelimenin tam anlamı ile kafayı sıyırmaması içten değil. Naçizane önerim; toplum olarak bu ne idüğü belli olmayan-suni "yılanlara sarılmayı" ara sıra da olsa, artık bir tarafa bırakıp; çoğu yazar, şair, müzisyen, sanatçı ve aydının ve toplumun bilinçli insanlarının-demokratların yaptığı gibi biraz da, sevgiye, güzelliğe ve daha insani yönlerin bulunduğu şeylere sarılmayı yeğleyelim, diyorum ve çeldirici olarak sizi aşağıdaki satırlarla başbaşa bırakıyorum.
Ahmet Arif, Leyla Erbil' e yazdığı ve şimdilerde kitaplaşan mektuplarının birinde, yukarıda benzeri kısır döngü gündemlerden kafayı sıyırmamak için sıyırıp, okumanızı tavsiye ettiğim satırlarda, biricik aşkına, kör kütük sevdalısına, aynen şöyle ve adını da koymak gerekirse, "ne güzel" der.
"Benim yönümdense-kaç defa söyliyecem bunu be- SENden gayri tüm erdem ve nimetlerin gözümde bir çöp kadar bile değerli olmayışıdır.Her neysem, şair, usta, mahpus, sürgün, acemi, yiğit ya da korkak, SENinle değerlendirebilirim. UTANIYORSAM, senden utanabilirim ancak, YİĞİTSEM, seninle yiğit olunur elbet. Korkuyorsam, sensizliğin korkusudur bu. Daha ne canım kızım? Dişine zar, boynuna ter olasım gelir. Gün yirmi dört saat seni düşünmek. Ne yüce, ne sonsuz bir duyu bu, bilir misin ki?"
Umarım bir nebze de olsa, afakanlar baskını gündemin dışına çıkmışsınızdır. 
Bir insanın, hele de sevdiğinin "dişinin zarı- boynunun teri" olmasının tarifi var mıdır, sizce?
Saygılar...

 

CHARLOTTE CAFE Annem, bildim bileli hasta, ömrü böyle geçti diyebilirim. Lakin bu kez hayli ilerlemiş olan yaşı ile artık uzatmaları oynuyo...