PAPOŞ’un
AŞKI
"Biz senle
Aynı toprakta yetişen
Ayrı dallarda yeşeren
Aynı rüzgarda devrilen çiçekler gibiyiz."
Cem Adrian
Ekin tarlasındaki sayısız buğday filizleri gökyüzüne doğru bir yükselişle, kaşla göz arasında başağa dönüşüyorlar. Buğday tanesi olmaya aday başaklardaki minik torbacıklara sözbirliği ile akın akın süt yürüyor. Başaklar dolup taşıyor. Doğa bütün maharetlerini sergileme cömertliğini bir kez daha gösteriyor. Her başakta yer alan tahıl olmaya aday buğday kellesi, süre edegelen haftalarda bin bir renge bürülü güneş ışını ile uzun uzadıya sevişmelerinin ardından olgunlaşıp sertleşecekler. Değirmenlerde un, fırınlarda sıcacık somun, susamlı çıtır çıtır simit, açılan yufkaların arasına Fadik İneğin sütünden yapılan beyaz peyniri de sarıp sarmalayıp mis bir suböreği, tatlı, kek, un kurabiyeleri ve baklava olarak insanlara ak örtülü, gümüş şamdanlarda mum alevlerinin titrediği masalarda sunulacaklar. İnsanların karınlarını tok ve sırtları pek hale getirecekler.
Aynı toprakta yetişen
Ayrı dallarda yeşeren
Aynı rüzgarda devrilen çiçekler gibiyiz."
Cem Adrian
Ekin tarlasındaki sayısız buğday filizleri gökyüzüne doğru bir yükselişle, kaşla göz arasında başağa dönüşüyorlar. Buğday tanesi olmaya aday başaklardaki minik torbacıklara sözbirliği ile akın akın süt yürüyor. Başaklar dolup taşıyor. Doğa bütün maharetlerini sergileme cömertliğini bir kez daha gösteriyor. Her başakta yer alan tahıl olmaya aday buğday kellesi, süre edegelen haftalarda bin bir renge bürülü güneş ışını ile uzun uzadıya sevişmelerinin ardından olgunlaşıp sertleşecekler. Değirmenlerde un, fırınlarda sıcacık somun, susamlı çıtır çıtır simit, açılan yufkaların arasına Fadik İneğin sütünden yapılan beyaz peyniri de sarıp sarmalayıp mis bir suböreği, tatlı, kek, un kurabiyeleri ve baklava olarak insanlara ak örtülü, gümüş şamdanlarda mum alevlerinin titrediği masalarda sunulacaklar. İnsanların karınlarını tok ve sırtları pek hale getirecekler.
Ekin tarlasının yola
bakan tarafında dolu dolu başağı ve arkadaşlarına kıyasla oldukça kısa kalan
boyu ile kendisini “Toktok” olarak adlandıran başak güneşin ilk ışıkları ile
gerinmelerin ardından uyandı. Ani çıkan rüzgar perdesi Toktok’un yanı başında belirdi.
Güneşe eşlik eder oldu. “Ne oluyoruz?” demeye kalmadan Toktok rüzgarla birlikte
bütün endamı ile salınmaya başladı. Ürperdi. Başağında bulunan dolu dolu sütün
ağırlığı ile kafasını hafiften eğik bir halde rüzgarla salınmasına engel
olamadı. Başı dönse de merakla etrafına bakınmayı ihmal etmedi.
Yağmur özlemi içindeki
toprağa sıkıca saldığı köklerinin dibinde son bir haftadır, var olma çabası gösteren
bir papatya dikkatini çekiyordu. Toktok papatyanın ne zaman çiçeğe bürüneceğini
çok merak ediyordu. Rüzgarla salınmasına devam ederken merakla papatyaya baktı.
Evet, beklenen gün gelmişti. En nihayetinde çekilen sancılı dönemin ardından
papatya da çiçeğe durmuştu. Sapsarı tepesi güneşi nasıl da andırıyordu. Sarılığın
etrafını bezeyen beyaz yaprakların güzelliğinden başı döndü. Sanki kurumaları
için güneşin etrafına ak çarşaflar serilmişti.
Toktok tatlı esintili sabah
rüzgarı ile birlikte kendisi gibi salınan papatyaya imrenerek bakmaya devam
etti. Sonrasında kendisini işmar eder buldu. Ama daha yeni uyanan papatya bunu fark
etmedi. Olmadı. Büyülenmiş bir halde gözünü alamadığı papatyaya doğru coşkulu
bir sevinç ile fısıldamaktan kendisini alıkoyamadı.
“Hey papatya… Güzel
papatya! Günaydın. Ne güzel çiçeklendin sen böyle. Dünyaya güzellik kattın. Hoş
geldin. Sefalar getirdin. Nasılsın? Adın ne senin? Benim adım Toktok.”
Günaydın Toktok. Benim
adım da Papoş. Ne bileyim kendime böylesi garip bir isim buldum.”
“Yok canım, hiç de garip
değil. Güzel bir isim. İyi misin? Senin için yapabileceğim bir şey var mı?”
“İyiyim. Teşekkürler. Çok
nazik ve düşüncelisin. Dünyaya gelir gelmez seninle karşılaşmam ne büyük bir
onur. Tanıştığımıza çok memnun oldum. Demek çiçeğimi beğendin. Sağ ol. Sen de
çok alımlısın. Dolu dolu başağınla çok güçlü ve kuvvetli görünüyorsun. Senin
kaderini bilemiyorum ama benimkisi belli. Çok uzun sürmez. Sanırım kısa bir
süre birlikte tutunduğumuz bu toprağa tutunurum, ardından da kaderime boyun
eğerim. Bir bakarsın ömrümü doldurmadan sevdalı biri gelir, çiçeğimi koparır.
Sevdiğinin kendisini sevip sevmediğinden emin olmak için bütün yapraklarımı
acımadan koparır. Sevmiyor dersem, öfke ile çiçeğimin kalan sarı göbeğimi yere
atar ve ayağı ile çiğneyip ezer. Bu yaşta bu kadar dert diyeceksin. Ama bundan
sonrasında sen yanı başımdasın. Senden güç alacağım. İyi ki varsın.”
Toktok mayışmış bir halde
Papoş’u can kulağı ile dinliyordu. Ne güzel konuşuyordu. Bütün bunları hangi
ara öğrendi ve böylesine güzel şakırdarcasına dillendi? Şaşakalmış bir halde
dinlemeye koyuldu.
“Galiba, lafı biraz
uzattım. Kusuruma bakma. Bu benim ilk sohbetim. Bir canlıya ilk defa yüreğimi
açışım. Tanıştığımıza öylesine çok memnun oldum ki, anlatamam. Gevezeliğimi
bağışla lütfen. Senden ne haber?”
Tam bu esnada Papoş’un
dallarına bir uçuç böceği ve Toktok’un bedenine de bir çekirge tırmanmaya
başladı. Her ikisi de bir anda durdu ve birbirlerine şaşkınlıkla baktılar.
Çekirge uğur böceğinin
göz alıcı, siyah benekli yarım yuvarlağı andıran nar kırmızısına boyalı güzelliğine
vuruldu. Sonrasında kendisinin tırtıllı eğri büğrü bacaklarına baktı. İri
patlak gözlerine zaten bakamazdı, ama çok da güzel olmadıklarını biliyordu.
Sonra bu güzeller güzeli böcek gibi kanat açıp uçmasını da bilmiyordu. Diyelim
ki, o da kendisine gönül verdi. O kanatlanıp metrelerce uzaklaşacak ve kendisi
ise beyhude bir uğraşı ile olduğu yerde belki üçten fazla sıçrayacak ama ileri
gidemeyecekti.
Çekirge kollarına, eğri
bacaklarına ve bütün bedenine doğru bir ılıklığın yayıldığını hissetti. Başı
döndü. Patlak bön bakışlı gözlerine perde indi. Kalbi hızla çarpmaya başladı.
Boğazı düğümlenir gibi bir hal aldı. Olmayacak duaya hadi hayırlısı deyip amin
diyordu. Gönlüne söz geçiremiyordu.
Toktok bütün cesaretini
toplayıp tam söze gireceği sıra bedeninde çekirgenin kalp atışlarını duydu.
Çekirgenin mest olmuş bir halde uçuç böceğine baktığını görünce durumu anlamakta
gecikmedi.
Çekirgenin kendisinin
dallarındaki uğur böceğine bakışları Papoş’un da gözlerinden kaçmadı. Bunun
nasıl bir duygu olduğunu anlamaya çalıştı. Kendi bedeninde de tuhaf bir
hareketlenmenin başladığını şaşkınlıkla gözlemledi. Papoş da sevdalanmıştı.
Rüzgarın yardımı ile Papoş Papatya hiç farkında olmaksızın Toktok Başak’ın
beline sarılı verdi. “Aman Tanrım… Ne güzel bir güven duygusu bu böyle.” Diye içsesi
ile mırıldandı.
Toktok suspus kalakaldı. Lal
oldu. Gıkı dahi çıkmadı. Papoş kendisinin dile getiremediği duygularına, medeni
cesareti ile nasıl da dilmaç olmuştu. Papoş’a o da sıkı sıkıya sarıldı. Gözleri kamaştıracak bir dansa durdular. Her yaprağına
birer öpücük kondurdu. Sarı tepesini sevecenlikle okşadı. Papoş çok alımlıydı. Ona vurulmaması elinde değildi.
Çekirge ol çabalamasına
rağmen aşkının karşılığını ne yazık ki, bulamadı. Papoş’un kar beyazı
yapraklarını gaddar insanların yaptığı gibi tek tek yolup sevip sevmediğini,
kahve falına bakarcasına, anlamak için koparmanın faydası olmayacaktı. “Biz ayrı
dünyaların canlılarıyız.” deyip yüreğinde olmadık bir zamanda apansız
peydahlanan aşk acısını bastırmaktan başka yolu yoktu. Hayattan koptu. Uğur böceği ise soluğu çoktan uzaklarda aldı. Bir kez olsun dönüp bakmamıştı. Çekirge yüreğindeki buruklukla
susuzluktan yarılan toprağın çatlaklarının arasında gözlerden kayboldu. Rüzgar ekinlerden çekildi, dindi. Rüzgarın el etek çekmesinin ardından ortaya çıkan kelebekler, yavaşça bir bir renkli kanatlarını çırpıp dolanmaya başladılar. Çok geçmeden Papoş ve Toktok hakkında dedikoduya koyuldular. Karıncaların işleri başlarından aşkın olduğundan dönüp bakmadılar.
Güneş ve hemen yakınında bir yerlerde ihtişamlı som altından tahtına oturan Tanrı gözlerini belertip sevgilileri hazla seyre koyuldular. Bu güzel sevdaya gıpta ettiler. Pır pır uçuşan bir melek Tanrı’ya orta şekerli bir Türk kahvesi getirdi. Tanrı kahvesini bir çırpıda höpürtülerle içti. Falına baktırmak üzere kahve fincanını ters çevirdi. Sonrasında "Çok işim var benim." deyip, telaşlı adımlarla çekip gitti. Ortalık sütlimandı. Şimdilik ufukta ne bir biçerdöver, ne de gaddar bir insan görünüyordu.
Güneş ve hemen yakınında bir yerlerde ihtişamlı som altından tahtına oturan Tanrı gözlerini belertip sevgilileri hazla seyre koyuldular. Bu güzel sevdaya gıpta ettiler. Pır pır uçuşan bir melek Tanrı’ya orta şekerli bir Türk kahvesi getirdi. Tanrı kahvesini bir çırpıda höpürtülerle içti. Falına baktırmak üzere kahve fincanını ters çevirdi. Sonrasında "Çok işim var benim." deyip, telaşlı adımlarla çekip gitti. Ortalık sütlimandı. Şimdilik ufukta ne bir biçerdöver, ne de gaddar bir insan görünüyordu.
Amsterdam, 21 Ağustos 2020