10 Aralık 2017 Pazar

MİRİM




MİRİM

Bir çocuğun gözlerinden saçan ışıltıyla, minik avuçlarına doldurduğu harçlığını kumbarasına doldurması gibi, bizler de kanamalı irili ufaklı dost menşeyli yaralarımızı bir bir yüreğimize aktarırız, Mirim!

Çocuğun çınlamalarla kumbaraya düşen her metal paranın sesiyle daha bir umutlu ve mutlu olduğunu, dolu dolu yeni hayallere doğru nasıl da yelken açtığını gözlemlemek, ne büyük bir güzelliktir. Elbette çok iyi bilirsiniz, Mirim.

Onulmaz yeni bir yara daha aktarımıyla naçar kalan insan ise, daha bir mutsuz, umutsuz ve yüreği daha bir zifiri karanlığa gömülür. Sizce de öyle değil midir? Güzel Mirim.

İçinizi; Çingene Ladko tarafından koca bir kazana sürülen kalay gibi, dayanılmaz  bir kavun acısı kaplar. Duyduğunuz acıdan yüreğinizi pır pır çarptığı yerden neredeyse söküp atmak istersiniz, Mirim.

Her yeni yarayla bir o kadar daha küçülür, yok olursunuz. Alabildiğine özgürce uçsuz bucaksız mavi sularda süzüledururken kazara kapıldığı oltanın iğneli ucunda, bir lüfer misali biçare yarasının verdiği sızıyla çırpınır durursunuz, Mirim.

Yapabileceğiniz hiç bir şey yoktur. Hele de en yakınınız  bildiğiniz, dostunuzun ve arkadaşınızın açtığı yaralar ne denli inim inim inletir. Bilirsiniz, Mirim.

Dost bildiğinizin açmış olduğu yaranın sancısı daha bir dayanılmaz hal alır. Bu yok etme misyonlu, bir nevi ihanet acısını yıllar yılı içinizden söküp atamazsınız. Dönüp dolaşıp sil baştan kanamalı yaralarınızla yek başınıza kalırsınız, Mirim.

Yaralarınızı incelemek bir çözüm bulmak gayesiyle, onları laboraturınıza alırsınız. Büyük merceklerin, mikroskopların altında uzun uzadıya incelersiniz. Analiz için arta kalan dostlarınızı çağırırsınız. Bu acının ve kelimenin tek anlamıyla “adama koymuşluğunun” getirisi olan yük ağırlığının tarifi mümkün değildir. Bu benim de malumumdur, Mirim.

Tam olarak ne olduğunu anlatamazsınız. Uğradığınız hayal kırıklığını, sizde bıraktığı kıvrımlı derin izi, sızıyı anlatmaya lügatınız elbette kifayetsiz kalır, Mirim.

Belki de bir duvar çatlağından sızan uğultulu bir rüzgar gibi kulaklarınızı apansız bir türkü tırmalar. Dost yaralarından dolayı duyduğunuz o dayanılmaz acıyı, dile getirmeye, bir nebze de olsa ortaya koymanıza bu türkü size bir çırpıda tercüman olabilir. Bilirsiniz, Mirim.

“Lan gardaş bu nasıl yara?
........................................
Yılan bana, çıyan bana,
Hastir çeker, yılan bana... 
.........................................
Lan
gardaş bu nasıl yara? 
Kanar, her yerinden! 
Dövülmüşüm, sövülmüşüm, kovulmuşum ben, 
Siktir çekilmişim yani, kendi öz yurdumdan, 
Çeker giderim!.. “

Bu türkü imdadınıza hızır gibi yetişir. Yüreğinize durmaksızın bastırdığınız yaralarınızın ne denli acı verdiğini, nasıl da kanamalı olduğunu, sebebiyet verenin ne kadar da yakınınızda olduğunu, düştüğünüz yanılgıyı anlatımınızda ne kadar da yardımcı olacağı naçizane bildiklerim arasındadır, Mirim!

Aynı yaranın verdiği acıyı ülkenizin gidişatının kötü olması, iyi yönetilememesi, bireyi olduğunuz halkın layık olmadığı kültürel, sosyal, ekonomik, eğitim ve diğer değerlerin yoksulluğunu yaşıyor olması da içinizi burkan derin yaralardır. Bilirsiniz, Mirim!

Böylesi bir durum karşısında da adeta isyan eden, kahreden bir kişiliğe bürünür, dört bir tarafı yakıp yıkmak istersiniz, Mirim.

Olmadı rakı muhabbetlerindeki çilingir sofralarına yüreğinizin yara çıkınının düğümlerini titreyen ellerinizle çözer, paylaşmak-anlaşılmak üzere mezelerin yanı başına koyarsınız. Lakin kafalar sermest olsa da, memleketin hali acı belirsizliğini korumaya devam eder. Kişisel acılarınız da yüreğinizdeki ağırlığından hiç bir hafifleme yoluna gitmeden olduğu yerde kalakalırlar, a be canımın yongası Mirim.

Yeşilçam filmlerinde yer alan, dramatik vurulma anını perdeye yansıtma esnasında atılan meşhur nida olan; “yandım anaaammm” yerine tam da bir halk deyişiyle “Lan gardaş bu nasıl yara?” sualini kendi kendinize iniltili bir halde sorar bulursunuz kendinizi, á benim Mirim.

Çünkü siz de sırtınızdan hançerlenmişsinizdir, hem de en yakınınız olduğu yanılgısına kapıldığınız tarafından. Bilirsiniz, Mirim. 

Hayıflanırsınız, kahredersiniz. İnsanınızın eğitim seviyesinin daha çok yükselmesini, güzelliğin, barışın, kardeşliğin, demokrasinin, hak, hukuk, adaletin, insan haklarının ve medeniyetin yaşamınızı idame ettiğiniz topraklarınızda bağdaş kurup rahat oturmasını istersiniz, Mirim.

Anadolu’nun bütün dilleri bir halk türküsünde harmanlansın isterdiniz, Mirim.
Lakin olmaz, canına kurban olduğum Mirim!

Halbuki; çok şey değildir istediğiniz, ki arzuladıklarınız salt insanlarınız içindir. Coğrafyanızda daha çok sanat, müzik, edebiyat, kitap, resim, tiyatro, sinema, opera, bale ve sanatın bütün dalları salkım saçak olsun, insanlar bu güzelliklerden doyasıya faydalansın, kendilerini donatsınlar istersiniz. Bilirim, Mirim.

Devinim halindeki insanınızın tıka basa doluştuğu lokomotifin yönünü her geçen gün güneşe-aydınlığa doğru çevirmesini istersiniz. Bilirim, Mirim.

Ama örümcek kafalı bir demir yolu makasçısı hızlı gidişatı bir hamlede kör karanlıklara doğru yönlendirir mi, yönlendirir, Mirim.

Yaşamınızı sürdürdüğünüz zaman zarfında çeşitli yaralar bir bir sökün eder ve peşinizi gölge misali bırakmazlar. “Ensenizin kararmasını” bırakın bir tarafa, kararan yüreğinizdir. Bilirsiniz, Mirim.

Bütün bu olup bitene karşın, kötü söylemeye varmaz diliniz. Küfür bazında bir isim konduramazsınız, ama olmaz ki, böyle de olunmaz ki derim. Size “siktir çekenlere” adeta “suç benim, günah benim” deyip, sil baştan gönül alır, boyun bükersiniz, Mirim.

Sonunda tıpkı türküde dillendirildiği gibi; siktir çekilir, çeker gidersiniz. Ayrık otu olur, kökünüzden koparılıp yabana atılırsınız. Ve sonrasında fitiliniz söner, bu film de burada biter, Mirim!

Amsterdam, 10 Aralık 2017

CHARLOTTE CAFE Annem, bildim bileli hasta, ömrü böyle geçti diyebilirim. Lakin bu kez hayli ilerlemiş olan yaşı ile artık uzatmaları oynuyo...