HÜDHÜD
Saatler
boyu inatla, yılmadan kanat çırpıyorum. Bitap düştüm. Kanatlarımın altı kan ter
içinde kaldı. Ama biraz daha ilerleyip, en azından bir yerleşim yerine konmam
daha iyi olacak. Havaların Afrika dışında da ısınması ile birlikte annem ve
babamla birlikte adını ilk kez duyduğum, Anadolu’ya doğru uzun soluklu bir göçe
çıktık. Onlar daha önceleri bu diyara gelmişlerdi. Benim ilk gelişim. Ben de
büyüdüm ve artık denizleri, dağları ve ülkeleri aşıp yeni göçlere çıkacak kadar
geliştim.
Afrika’dan
yola çıkıp, en nihayetinde Anadolu denilen toprakların semalarında kanat
çırpıyoruz. Bu toprakların güzelliğine
ve muhteşem tabiatına bütün benliğimle vuruldum. Büyülendim. Ardımızda inanılmaz güzellikte güzel yerleşim
yerlerini ardımızda bıraktık. Daha az ağaçlıklı geniş bir alanı alabildiğine
kaplayan bu bozkıra gelmeden önce, ben şaşkınlıkla etrafımı seyre dalmıştım.
Kendimden geçmiş bir halde kanat çırpmaya devam ederken, annem, babam,
kardeşlerim ve akrabalarımın dahil olduğu büyük göç kafilesinden bıhaber ayrıldığımı fark ettim. Onları kayıp ettiğimi görünce minik yüreğimi büyük bir korku sardı. Yaklaşık iki gündür
beyhude bir arayış içindeyim. Bu bölgede, büyük buğday ve arpa tarlalarının
genişliğinin görünümü gözlerinizi yoracak bir büyüklükte. Saatlerce aynı
manzaraya takılıp kaldım. Artık umudumu tamamen yitirdim. Büyük bir umutsuzluk
içindeyim ve kendimi çok mutsuz hissediyorum. Bahtsız başımın çaresine bakmaktan başka
seçeneğim kalmadı. Oldum olası üzerimden atamadığım dalgınlığım talihsiz başıma
bunu da getirdi.
Birazdan
öyle veya böyle yeryüzüne iniş yapmak zorundayım. İndiğim zaman acaba kaç kişi
benim bir Hüdhüd kuşu veya diğer adımla Çavuş kuşu olduğumu anlayacak.
Böylesi bir bozkırda tanınıyor olabileceğimi hiç sanmıyorum.
Annem,
babam, kardeşlerim ve akrabalarım büyük bir üzüntüyle şimdi her yerde beni arıyorlardır. Ama sesimi
duyuramam. “Hüd hüd” diye ötüp, onları çağıramam. Bu bozkıra kayıp olduğum iki
gün içinde defalarca kondum. Fazla ağaçlıklı ve yeşil bir alan olmasa da bizim
besinimiz olan böcek, karınca ve diğer omurgasız canlılar açısından zengin bir
yer. Bu konuda herhangi bir şikayetim söz konusu değil.
Şu an
büyük bir köyün üzerinde zig zaglar çizerek uçuyorum. Benim gibi renkli bir
kuşun bu bölgede yer alacağını sanmıyorum. Başımdaki renkli tepeliğim ve
kanatlarımdaki çizgilerimle hayli gösterişliyim. Tam bir asker milleti olan
Türkler kanatlarımdaki çizgilerimden dolayı beni “Çavuş Kuşu” veya “İbibik”
olarak adlandırmışlar. Çavuşluk öylesi yüksek bir rütbe değil elbet. Asker
olmayı hiç yeğlemem. Bunun yanı sıra “İbibik” adımı içeren türküler de yok değil.
“Kara gözlüm efkarlanma gül gayri
İbibikler öter ötmez ordayım
Mektubunda diyorsun ki gel gayri
Vatan borcu biter bitmez ordayım”
Bana çıkardığım sesten dolayı “Hüdhüd Kuşu”
diyenler de var. Bence bu kulağa daha hoş geliyor.
Sanırım
köydeki bu evin önüne insem iyi olacak. Evin bahçesinde birkaç tane ağaç da boy
gösteriyor. Ağacın ve yeşilliğin olduğu yerde yiyecek bir şeyler de bulunur.
Yere inmek üzere alçaldığımda köy yolunun yanı başındaki tabelada Büyükcamili
adı yazılıydı. Şu an bahçesine konduğum ev köy yoluna çok yakın. Ev halkından
kimseleri henüz göremedim. Hemen domates fidesinin altında kıvrılarak hareket
eden bir solucan ve az ileride karınca yuvasından birkaç tanesiyle karnımı
doyurdum.
Gagamdaki
son karıncayı da iştahla boğazımdan aşağı salıyordum ki, otuz metre kadar
ileride bulunan evinden, hafif bir aksama ile bahçeye doğru gelen yaşlı bir
kadının geldiğini gördüm. Yürüme esnasında dizlerinde duyduğu can alıcı ağrıyı
kırışıklıkların sardığı yüzünde hissediliyordu. Bir gözünü de sürekli
kısıyordu. Belli ki, o gözü çok iyi görmüyordu. Telaşla dibinde bulunduğum
zerdali ağacının en yakın dalına kondum. Yaklaşmakta olan yaşlı kadın görkemli
renklerle bezeli kanatlarımı anında fark etti. Çehresine büyük bir şaşkınlık
ifadesi yayıldı. Bahçe kapısını aralayıp olduğu yerde durdu ve hayranlıkla
alımlı renklerime bakmaya koyuldu. Belli ki bugüne değin benim türümde başka
bir kuş görmemişti. Beni ürkütmemek için olacak usulca iki adım daha atıp, iğde
ağacına yakın bir yerde toprağa oturdu. İğde ağacından buram buram kokular
yayılıyordu. Gördüğüm kadar ile kadından zarar gelmeyeceği güvenini hemen
edindim. Ben zerdali dalında, O iğde ağacına yakın toprakta oturduğu yerde
karşılıklı uzun uzadıya bakıştık. Kemerli burnunun etrafında benekler var. Kör
olduğunu tahmin ettiğim gözü diğerine kıyasla daha küçük gibi.
Size
kendimden yeterince söz edemedim. Kuş olarak, bu denli güzel olunca mütevazi
olmanın da pek gereği yok. Kanatlarım ve kuyruğum olabildiğince alacalıdır.
Bedenimin diğer bölümleri pembeye çalan açık kahve rengidir. Çok alımlı olan şah
şaşalı tepeliğimin uçları ise siyahtır.
Bir
İran efsanesine göre bendeniz Hüdhüd kuşu zamanında çok güzel bir kadınmışım.
Günlerden bir gün odamda yarı çıplak, belime kadar uzanan kömür karası
saçlarımı tarayadururken, kayınbabam yanlışlıkla odama girince, utancımdan
başımda tarağımla aniden bir kuşa dönüştüm. Kanatlanıp, açık pencereden
gökyüzüne havalandım. Başımdaki süslü tepeliğim de, o gün uçma esnasında
unuttuğum taraktır. İran'lılar bu nedenle beni "tarak başlı" anlamına gelen "Şaneser" diye adlandırırlar.
Önemli
bir özelliğim de yer altında kimselerin göremeyeceği su kitlelerini görmemdir.
O nedenle Süleyman Peygamberin oluşturduğu orduda kılavuz olarak ben de yer aldım.
İnsanları
kötü bakışlardan koruduğum gibi, yapılan büyüleri de anında bozarım. Benim
resimlerim evlerde kötü cinlere, kem gözlere karşı duvarlara asılır.
Rüyalarınızda beni görmeniz halinde sıkıntılarınızdan kurtulacağınız, suya
kavuşacağınız, emniyette olacağınız ve misafirinizin geleceği anlamına gelir.
En güzeli de sevgililerden haberler getiririm. Heyecanla atan yürekleri mümkün
olduğu kadar rahatlatırım.
Zorunlu
olarak yerleşmeye karar verdiğim Büyükcamili Köyü’nde bir yerde ev sahibim
sayılan, ayağı duyduğu ağrılardan dolayı aksayan ve bir gözü görmediğinden
kendisine Kör Zewe adı verilen yaşlı teyzemle ilişkilerimizi oldukça
geliştirdik. Zewe Teyzem gününün büyük bir kısmını bahçede benimle birlikte geçiriyor.
Karşılıklı aşıklar gibi saatlerce bakışıyoruz. Zaman zaman bana içini döküyor.
Yaşamın zorluklarını, özlemlerini, yapamadıklarını, keşkelerini, ayrılıklarını,
savaşları, fakirliği, hastalıkları, sevgiyi, güzellikleri, umutları ve ne yazık
ki, dünya insanlığının o kahreden kötü gidişatını anlatıyor. Ben de her ne
zaman sohbete eşlik etmek için “hüd hüd” dememle birlikte, O başındaki eşarbını
aralayıp, kır saçlarını karıştırıyor. O an yüzünde mutlu olduğuna dair bir
esintinin yayıldığını hissediyorum. Haliyle bu hali beni de mutlu ediyor.
Ailemden bihaber aylar geçeduruyor. Tek tesellim, tutanağım dünyalar tatlısı Zewe
teyzem oldu. Karşılıklı birbirimizi çok seviyoruz. O’nun tabiatla iç içeliği,
yakınlığı doğrusu görülmeye değer. Bütün insanlar tabiata bu denli yakınlık
duyuyor olsa, yeryüzü daha yaşanılır bir gezegen olurdu. Tabiata ne denli yakın
olunursa, bir o kadar da vicdanlı olunuyor kanaatindeyim.
Zewe
teyzemi bekliyordum. Sohbetini, güneşe yüzünü dönüşünü, dizlerini ovmasını,
saçlarını güllü eşarbını aralayıp açmasını ve bana olan o içimi hoş eden, her
şeyi unutturan bakışlarını özledim. Çok gecikmeden çıkageldi. Kendisini
mutlulukla selamladım. Benim kaldıramayacağım taşların altında, benim için
solucanlar aradı. Elindeki çubukla zerdali ağacının kovuğuna yaptığım yuvaya
bıraktı.
Bugün de hayli dertleştik. Gün alaca bir karanlığa büründü. Kalkıp evine gitme vakti, beraberinde ayrılığı da getirdi. Ayağa kalktı. Eteğindeki tozları çırptı. Sonrasında, biçare halde bir şeyler arandığını gördüm. Anlaşılan evinin anahtarını düşürmüştü. O bahçede dört bir yana bakınırken, ben de telaşla aramaya koyuldum. Gözlerim iyidir. Ben ki, onlarca metre toprak altındaki suları dahi görürüm. Böyle olmasaydı zaten Süleyman Peygamber beni ordusunun kılavuzu olarak tayin etmezdi. Az ileride anahtarın biber fidelerinin arasında toprağa karıştığını gördüm. İki kanat çırpışı ile uçtum. Anahtarın bulunduğu yere toz kaldırmadan indim. “Hüd hüd – Orada… Orada” diye üst üste öttüm. Görseniz nasıl mutlu oldu. O anahtarını cebine koyarken, ben de sağ omuzuna usulca kondum. Uzun gagama ard arda çok tatlı bir öpücükler verdi. Ardından da büyük bir şefkat ve sevgiyle kanatlarımı sıvazladı. Minnet dolu gözlerle tekrar yuvama kanat çırpmamı yine hayranlıkla izledi. Annemi, babamı ve kardeşlerimi O'nunla tanıştırmayı ne çok isterdim. Ağrılar içinde aheste adımlarla evine doğru ayağını sürüyerek uzaklaştı. Bir de kendisinden bir kaç yaş büyük, ama çok daha dinç görünen kocası var. O bize hiç takılmıyor. Çocuklarının her biri bir yerdeler. Onları bir başlarına yapayalnız bırakmışlar. Ömürleri bol olsun, sağ olsunlar. Ah... Benim Büyükcamili Köyü’ndeki biricik Zewe teyzem.
Bugün de hayli dertleştik. Gün alaca bir karanlığa büründü. Kalkıp evine gitme vakti, beraberinde ayrılığı da getirdi. Ayağa kalktı. Eteğindeki tozları çırptı. Sonrasında, biçare halde bir şeyler arandığını gördüm. Anlaşılan evinin anahtarını düşürmüştü. O bahçede dört bir yana bakınırken, ben de telaşla aramaya koyuldum. Gözlerim iyidir. Ben ki, onlarca metre toprak altındaki suları dahi görürüm. Böyle olmasaydı zaten Süleyman Peygamber beni ordusunun kılavuzu olarak tayin etmezdi. Az ileride anahtarın biber fidelerinin arasında toprağa karıştığını gördüm. İki kanat çırpışı ile uçtum. Anahtarın bulunduğu yere toz kaldırmadan indim. “Hüd hüd – Orada… Orada” diye üst üste öttüm. Görseniz nasıl mutlu oldu. O anahtarını cebine koyarken, ben de sağ omuzuna usulca kondum. Uzun gagama ard arda çok tatlı bir öpücükler verdi. Ardından da büyük bir şefkat ve sevgiyle kanatlarımı sıvazladı. Minnet dolu gözlerle tekrar yuvama kanat çırpmamı yine hayranlıkla izledi. Annemi, babamı ve kardeşlerimi O'nunla tanıştırmayı ne çok isterdim. Ağrılar içinde aheste adımlarla evine doğru ayağını sürüyerek uzaklaştı. Bir de kendisinden bir kaç yaş büyük, ama çok daha dinç görünen kocası var. O bize hiç takılmıyor. Çocuklarının her biri bir yerdeler. Onları bir başlarına yapayalnız bırakmışlar. Ömürleri bol olsun, sağ olsunlar. Ah... Benim Büyükcamili Köyü’ndeki biricik Zewe teyzem.
Amsterdam, 17 Nisan 2017