KUM KENT
Yolu bir tesadüf eseri Büyük Camili Köyüne
düşenler bilirler. Ankara’dan dillere destan İç Anadolu bozkırının yüz yirmi
kilometre içlerine, hani bir ok misali kalbine doğru, o zavallı görünümlü fakir
tepelikler ve düzlüklerinin, yeşilden yok denecek kadar yoksun olduğu hat izlendiğinde
ve şimdilerde şehre göç ile insanın yüreğini burkan, terk edilmişlik izlenimini
veren, dört yüz yıl öncesine dayanan bir sürgünlüğün, küskünlüğün ise hala yaşandığı, bir Kürt köyüne
varılır. Yolumuz ne diye buraya düşecek diye düşünenler de olabilir tabi. Kimin
ne zaman nerede ve nasıl bir zorunlulukla Dünyanın herhangi bir yerinde (ki
Camili Köyü de bu diyarlardan biridir) bulunacağı belli olmaz, gibi güçlü bir
ihtimal de yok değil. Dost, akraba ziyareti derken bir de bakmışsınız ki,
Dünyanın hiç bilinmeyen bir yöresinde, kendinizi bu coğrafyanın topraklarına
ayak basarken bulabilirsiniz. İlk etapta, konuşulması inatla sürdürülen Kürtçe
dilinin farklılığı (yörede artık yarı yarıya Türkçeleşse de), gündelik
hayatlarındaki gelenek, göreneklerin ve Anadolu'nun odak noktasındaki bu yerleşim biriminin insanlarının yaşam stillerinin ayrıcalığı, sizleri bir hayli
şaşırtabilir.
Daha iyi bir yaşam, çocuklarına eğitim ve
kendilerine iş olanağı umuduyla yurt dışına gitmek zorunda kalan Camililer,
ucundan da olsa bu el kapısı diyarlarda, yakaladıkları yoksulluğun biraz daha
uzağındaki hayatlarını sürdürürlerken, yurt dışına gidenlerin bir kısmı, bu
ülkelerin yerlisi olan insanlarla evlilik veya birliktelikleri de oldu. Gidenlerden
Fatma, Ayşe, Selma, Döne belki Hans, Johan veya Günter’lerle evlenemedilerse
de; Ali, Bilo, Ömer ve Mesut toplumumuzda erkek olmanın baskın ayrıcalığını kullanarak; bu
toprakların dilberleri Maria, Monica, Heidy ve Nathalli’ leri ile birlikte bir
hayat kurdular. Camili köyünün bu dışa açılımlı cesur gençleri, geneli sarışın
olan bu eşlerini, dünyanın dört bir yanından; Hollanda, Almanya, Belçika,
Norveç, İsveç, Finlandiya ve Avrupanın diğer ülkelerinden, her
yıl beraberlerinde alıp, büyük bir gurur eşliğinde terk edilmiş köylerine
getirdiler. Böylelikle Camili Köyü kendisine uğrayacak tesadüfi ziyaretlere
değil de, meraklı gözlerle gelen, kendilerine yeni ve farklı hayatların
kapılarını sonuna kadar açan, gelinlerin tavafına ev sahipliği yaptı. Onları olanca
misafirperverliği ile ağırladı, yeni akrabalıklar oluşturdu, al kanları,
uzaklarda başka ülkelerde dünyaya gelmelerine karşın, kanları yine de al olan ailelerinin bu fertleri ile karıştı.
Camili’ye gelmeniz halinde, kimselerden
ayak bastı parası alınmadığı gibi, kendi çapınızda “papa” olup, beklenmedik bir
girişimde bulunup, bu kurak toprağı öpmenizi de kimseler sizden beklemez. Ama
kendinizi tutamayıp böylesi bir eyleme girişmeniz halinde, kimseler size engel
olmaz, Bu sevgi gösterisi hareketiniz, Tanrı’nın Camili Köyüne yerleşmelerini
buyrup, bunu onların kaderi haline getirdiği, bu müstesna yerin sakinleri
tarafından da yadırganmaz. Bu kendilerini ancak başlarda biraz şaşırtsa da,
aynı zamanda onure etmekten öteye geçmez.
İki yüz haneli köyün, her ne kadar kıtalar
arası köprü ve Dünya şehri İstanbul kadar yedi tepesi olmasa da, var olan dört
yükseltiden birine çıkıp, sol elinizi daha iyi görmek amacı ile gözlerinizin
üzerinde seyreden sarı sıcağı gölgeleyip, köyde kaç tane ağaç olduğunu, sağ
elinizin işaret parmağını fazla sallamanıza gerek kalmadan sayabilirsiniz.
Dünyanın ciğerleri olarak kabul edilen ağaçların sayısı çok yüksek
olmadığından, minik parmaklarını tutarak, saymayı yeni öğrenmiş olan, baba ve
annesinin büyük gurur duyduğu, dört yaşındaki bir çocuk için de
çok zor değildir.
Camili Köyünün en büyük yükseltisi, erk
hesabına mazlum insanların canını yakarak omuzlarındaki yaldızlı yıldızlar
altında yedi büklüm olan hangi rütbeli subaya ait olduğu bilinmese de, hatırı
sayılır bir rakımda olan Paşa Dağıdır. Şimdilerde nüfusun azalması ile
birlikte, Paşa Dağının eteklerine onlarca yıl önce bir kaç ilkel yapının
yapılması ile bu yükseltinin adı ile anılan yayla artık işlevini yerine
getirmemektedir. Köyün dört bir yanı, nerede ise evlerin içlerine doğru uzanan
uçsuz bucaksız tarıma açık tarlalar ile kaplıdır. Bu tarım alanları bugün de
yöre halkı için büyük önem taşısa da, yavaş yavaş insanların tek umudu olmaktan
çıkmıştır. Çünkü yaptıkları tarımın getirisi, uzun yıllardır götürüsünü
karşılamamaktadır. Bu nedenle köylülerin düğünlerinde çeyiz alımları, ev
dizmeleri ile girdikleri büyük borç batakları, hasat zamanı olan “harmana” diye
söz verilerek, ertelenememektedir. Varılan uzlaşı sonunda, ödeme eskiden
bereket yüklü, son otuz yıldır kısır hasat zamanına ertelense de, verilen bu
söz pek güven vermez. Bu nedenle, eskiden olduğu gibi; artık borçlanan da,
alacaklı olan da böylesi bir riske girmemektedir.
Camili’de umut dünyası arazilere, köyün
beş kilometre ötesinde boydan boya kıvrımlarla uzanan Kızılırmak bir yol uğrak
vermeksizin, uzaklarda süzülür ve tek bir damla suyunu bu geniş tarım
alanlarına verimliliği artırmak adına bahş etmez. Kelimenin tek anlamı ile,
nazlı ama bu topraklar için hiç de cömert olmayan “Kızılırmak gürül gürül akar,
Camili’li Kürt de bakar.”
Bir zamanlar Camili, sofusu, dini oldukça
bütünü, sarıklı, hacı ve hocası bir hayli çok olan, bu alandaki namı uzaklarda
dahi konuşulan bir köydü. Komşu köyler daha ılımlı bir yapıya sahip oldukları
için, bu farklı oluşumun hakim olduğu yeri, İran’da ruhani liderlerin,
mollaların yetiştiği, Ayetullah Humeyni’nin de doğum yeri olan Kum Kent’e
benzetmelerinin ardından, böyle de adlandırdılar. Böylelikle Camili Köyü, ince
espriler eşliğinde, biraz da alaycı bir edayla Kum Kent olarak da anılır oldu.
“Kızınızı veya oğlunuzu nereden evlendirdiniz?” diye soranlara, verdikleri
cevap, yüzlerinde alaycı bir tebessümle; “Nereden olacak, yahu. Çok uzaklardan
değil, komşu köyümüz Kum Kent’ten” oldu.
Dünyanın neresinde olursanız olun, salt
tesadüfen değil, İç Anadolu bozkırının içlerine, farklı atan kalbine doğru
yolunuz düşerse, her Camilili evlerinin ve gönüllerinin kapılarını size, en
küçük bir ikircikliğe kapılmadan, güneş yanığı yüzlerinde kendilerine has büyük
bir gülümse, kocaman açılan sıcak bir kucak ile sonuna kadar açar. Kısıtlı olan
olanaklarını, Kürt misafirperverliği ile sımsıcak paylaşırlar.
Doğum yeriniz neresi olursa olsun,
gözlerinizi Dünyaya ilk açtığınız yer, ilk göz ağrınızdır. Uzaklarda, el
kapılarında, iki arada bir derede sürdürülen hayat insandan bir daha asla en
küçük zerresi dahi getirilemeyecek, pek çok değeri alıp, götürüyor. Dünyanın en
büyük şairlerinden biri olan, her Türkiye’linin gurur vesilesi Nazım’ın dediği
gibi;
“Neleri alıp götürmedi benden ayrılık;
Kilometrelerle umut, tonlarla keder,
taradığım saçlar, sıktığım eller.”
Yolunuzu Camiliye doğru çevirin, gözünüzü
korkutmayalım, ayak bastı parası vermenize gerek olmadığı gibi, Papa olup,
toprağını da öpmek zorunda değilsiniz. Camili’ye, diğer adı ile Kum Kent’e hoş
geldiniz, sefalar getirdiniz.
Amsterdam, 1 Aralık 2014