6 Ocak 2018 Cumartesi

SOKAKLARIN ADAMI




SOKAKLARIN ADAMI


Amsterdam şehrinin batı kesiminde kenar mahallelerinden birinde yer alan bu küçük meydanda bulunan dükkanlar; her sabah saat sekiz sularında kepenklerini gürültüyle açıyorlar. Bu meydanda, aynı yer ve noktada benim de günlük rutin bir işim var. Büyük bir marketin hemen önünde her zamanki yerimi bir kez daha aldım. Çantama doldurduğum evsizlere ait dergilerden bir kaçını alıp, bir Yunan heykeli misali dikeldim. Bu devasa gezegende üst üste yığılı milyarlarca konutun, dar da olsa bir odacığına dahi başını sokamayan bir evsizim ben.
Oldukça işlek bir market burası. Yüzlerce insan gün boyu bu kapıdan cepleri dolu, elleri boş olarak giriyorlar. Çıktıkları zaman ise bunun tam tersi oluyor. Bu defa cepleri boş, çantaları balık istifi tıka basa dolu oluyor. Neler yok ki bu çantalarda; çikolatalar, bisküviler, meyveler, etler, balıklar, şaraplar, likörler, çorbalar, çoraplar, diş macunları, aklınıza gelebilecek her türlü yiyecekler ve insani gereksinimler. Çok geçmeden her yaştan insan satın alma duygularını bastırmış olmanın mutluluğuyla sıcak yuvalarının yolunu tutuyorlar.
Dergilerimi çıkarıp, bir sevgili misali kucağıma aldım. Kocaman gülümsememi çantamdan veya cebimden almama gerek kalmadı. Çünkü o her zamanki gibi hazır ve de nazır yerli yerine konuşlanmış durumda. Bana kalırsa; şayet bugüne değin benim gülümsememi görmediyseniz inanın çok şey kaçırdığınız anlamına gelir. Yüreğinizin ısınmasından yoksun kaldığınızın göstergesidir bu.
Güzeller güzeli bir sevdiceğim var. Adı Shanti. Barış anlamına geliyor. Adı gibi tam bir barış tanrıçası. Her şeyden önce ve en güzeli kendisiyle barışık. Benim adım ise Orlando (Görüyorsunuz değil mi? Ne kadar da centilmenim. Her zaman olduğu gibi önce bayanlar.) Suriname dilinde parlayan güneş demek. Pek parladığımı söyleyemem ama her daim bildiğim her zaman ve her yerde durmaksızın gülümsediğimdir. Abartı gibi gelecek ama Shanti'm benim uykumda dahi gülümsediğimi, rüyalarımda ağız dolusu kahkahalar attığımı söylüyor. Mutsuz olmam için bir neden göremiyorum. 
Görenler kalın dudaklı büyük ağzımla gülümsememin gökyüzündeki duran ay gibi olduğunu söylerler. Shanti ile her ikimizin anne ve babaları Hollanda'nın eski sömürgelerinden Suriname'dan gelmişler. Bu arada hoş şimdi de ülkemizin bağımsız olduğu söylenemez. Bu da ayrı bir konu.
Her müşterinin markete giriş ve çıkışında başımı büyük bir saygıyla eğer, majestelerine kalın dudaklı kocaman ağzımla daha belirgin gülümserim. Kimisi ya alış verişlerinden arta kalan bozuk paralarla dergi alır. Bazıları ise çantalarında çıkardıkları bir veya iki elmayı, mandalinayı veya bir parça çikolatayı elime tutuşturur. Anlayacağınız herhangi bir evim yok. Yüreğimin ince sızısı, siyah lalem Shanti gibi. Bizim evimiz dünya. Kışları Kızılhaç'a ait evsizler yurdunda kalıyoruz. Havaların ısınmasıyla birlikte her köşe veya kuytuluk bir kovuk bizim için çatısı olmayan, ama deniz mavisi gökyüzünün altında yer alan yuvadır.
Ellerim çok üşür benim. Olmayan evimize varır varmaz üşüyen ellerimi Shanti'nin avuçlarımdan taşan kara diri memelerinde ısıtırım. Güzel Shanti'm benim, ellerim O'nun başımı döndüren memelerindeyken nasıl da kikirdiyor. Sonrasında ellerimi avuçlarını alır ve o büyüleyen nefesiyle, avurtlarını şişire şişire hohlayıp ısıtır beni. Ben de kendisine müteşekkir gülümsememe es vermeden kalın dudaklarımla O'nun vurgunu olduğum bedeninde bir seyahate çıkarım.
Shanti, benim O üşüyen ellerimi fırından yeni çıkmış mis kokulu sıcak iki somun ekmeği gibi olan dolgun memelerinde ısıtırken ben de gülümsememle insanların umutsuz ve mutsuz yüreklerini ısıtırım. Bu ömür törpüleyen olumsuzluklarla yüreklerini tıka basa doldurmamayı yeğlemelerini sağlık veririm. Küçük şeylerden büyük mutluluklar çıkarmalarını tavsiye ederim.
Dergi satışım esnasında bir yandan da bildiğim, beni benden alıp götüren jazz parçalarından mırıldanırım. Favorilerim arasında Luois Armstrong ve Ella Fitsgerald var. En sevdiğim şarkı ise, Armstrong'un “What a wonderful word.” Bugüne değin eminim yüzlerce kez dinlediğiniz olmuştur. Zamanınızı alacağım. Bu defaya mahsus bir de benden dinleyin, lütfen! Kabul ettiğiniz için teşekkürler. Çok naziksiniz. Beni kırmadınız. Ama pişman da olmayacaksınız. Koyun şöyle alış verişinizi bir kenara. Gelin şöyle yanı başıma, uzak durmayın. Şimdi can kulağınızla beni dinlemeye koyulun. Sizin de kulağınıza mırıldanayım, pası silinsin. Umarım beğenirsiniz.

Yeşil ağaçları görüyorum, kızıl gülleri de
Sen ve ben için açtıklarını,
Ve düşünüyorum kendi kendime ne harika bir dünya diye.
Mavi gökleri görüyorum ve beyaz bulutları,
Işıkla kutsanmış gün, karanlık kutsal gece
Ve düşünüyorum kendi kendime ne harika bir dünya diye.
Gökkuşağının renkleri ne güzeller gökyüzünde
Ve bir de geçip giden insanların yüzlerinde
Nasılsın diyerek el sıkışan dostları görüyorum.
Gerçekten seni seviyorum diyorlar.
Ağlayan bebekleri duyuyorum, büyümelerini izliyorum.
Hiç bilmeyeceğim kadar çok şey öğrenecekler
Ve düşünüyorum kendi kendime ne harika bir dünya diye
Evet düşünüyorum kendi kendime ne harika bir dünya diye.”

Hollanda'lılar jazz ve blues müziklerinin kendileri sayesinde ortaya çıktığını söylerler. Onlara göre eğer köle ticareti nedeniyle Afrika'lıları gemilerle silah zoruyla doldurup Amerika'ya götürmeselerdi, biz kara derililer de böylesi hüzün müziklerini yapmayacaktık. Belki de haklılar. Bu konuda bir şey diyemeyeceğim. Ama müzik harika.
Umarım sıkmamışımdır sizi. Müzik başlı başına müthiş bir güzellik demektir. Madem ki bir güzellik var. O halde onu çoğaltmak için paylaşılmalı derim.
İnsanlar beni sıradan bir sokak adamı olarak gördüklerinden beni herhangi bir yere konduramıyorlar. Yerim belli. Ancak sürekli yineleyip durduğum doğal gülümsememi gördüklerinde yanıma yanaşıp bir iki kelime konuşma ihtiyacı duyuyorlar. Övünmek gibi olmasın belki maddi bir yatırımım yok. Ama kendime yaptığım yatırım azımsanacak türden değil. Sohbetlerimizde bir iki kelime derken, yanımdan yarım saat geçtiği halde ayrılmayanlar var. Bu uzun uzadıya yapılan sohbetlerin ardından bu sokak adamının derinliğini görüyorlar. Ayrılırlarken “woow” deyip açık gözlerle uzaklaşıyorlar. Bir sonraki market ziyaretlerinde yanlarında bulunanlara parmakla gösterip, benimle ilgili konuşuyorlar. Derken namım şehrin bu dış mahallesinde aldı yürüdü.
Söylemekte sakınca görmüyorum. Gösterdiğimiz iradeyle gurur duyuyoruz. Yaklaşık üç yıl önce Shanti ile ikimiz de uyuşturucu bağımlısıydık. Bu beladan kurtulmamız gerektiğine karar verdik ve yılmadan birbirimize olan sevgimiz sayesinde başa çıkılması oldukça zor olan bu canavardan yakamızı kurtarmayı başardık. Oldukça zor oldu elbet. Fakat gelinen noktada bedenlerimizi bu illetten tamamen arındırıp, pürü ak eyledik. Uyuşturucu ahtapotunun kollarının bizi bağlamasına izin vermiyoruz artık. Kollarımızla birbirimize sevgi ve ihtimamla sarılıyoruz.
Akşam oldu. Soğuk iyice bastırdı. Belki birazdan lapa lapa karlar yağar. Bastıran karanlığı beyaz rengiyle loş kılar. Kalın dudaklarımın arasında yeni bir jazz şarkısı dökülüyor. Çantamı topladım. Marketin hasılatı kadar olmasa da hatırı sayılır sayıda dergi sattım. Müşterilerden sevimli bir yaşlı teyzenin avuçlarıma bıraktığı narı Shanti'ye götüreceğim. Ellerim ayaklarım iyice üşüdü. Müsaadenizle ben Shanti'me gidiyorum. Isınmam lazım. Sevdiceğimin cenger yeşili gözlerinin içine durmamın vakti geldi. Kalın sağlıcakla.
Shantiii... Sevgilim ben geldim.





Amsterdam, 6 Ocak 2018

CHARLOTTE CAFE Annem, bildim bileli hasta, ömrü böyle geçti diyebilirim. Lakin bu kez hayli ilerlemiş olan yaşı ile artık uzatmaları oynuyo...