SPINOZA
“Arzularına
göre hareket eden bağımlı,
aklını kullanarak yaşayan
insan
özgürdür.”
Spinoza
Okulların o gıcırtılı
ahşap sıralarına oturan her öğrencide olduğu gibi Halil’in de eğitim gördüğü
öğretmen okulunun o yıllara ait sınıfında, coğrafya hocası bir general edası ile kara tahtanın önüne bir kez daha geçti. Halil’in hayallerinin bile çok uzağına düşen pek çok ülkeyi her yönü ile yoğun bir bilgi dahilinde
anlatmaya koyuldu. Tasavvur bile edemeyeceği ülkelerin, o kargacık burgacık
haritalarını renkli tebeşirlerle çizdi. Ardından da bu kadar bilinmezlik yetmezmiş
gibi, bir de belirlenen sınırlar içindeki devletlerin karmaşık ekonomilerini,
komşularını, yüzölçümlerini, dillerini, dinlerini, yeraltı-yerüstü zenginlik
kaynaklarını, limanlarını, başkentlerini ve büyük şehirlerini bir çırpıda,
çarçabuk anlattı. Her zaman olduğu gibi okyanuslar, denizler, nehirler ve göller mavi, ovalar yeşil, yüksek dağlar ise kahverengiydi. Öğrencilerin tamamen bihaber olduğu bu kapsamlı bilgileri
ezberlemelerini emretti. Lakin tesadüf bu ya; her nedense Halil'in coğrafya
hocaları çoğunlukla yaşlı, çirkin ve sert yapılı kadınlar olduğundan en fazla
bu bilgilerden söz konusu ülkelerin yalnızca başkentleri güçlükle o yıllardaki
öğretmen okulu öğrencilerinin zihinlerinde belli belirsiz yer edindi.
Denizler, okyanuslar
ardında kalan bu coğrafyaların dağları, dağların yükseklikleri, ovalar,
vadiler, nehirler, göller ve şehirleri gibi gereksiz bilgiler için öğrenciler
çok geniş depolama kapasitelerine sahip olsalar da bütün bunlar Halil ve
diğerleri açısından gereksiz bilgilerdi. Zihinlerdeki mevcut saklama alanında
bu belirlemelere gram kadar yer yoktu. Öğrenilmiyordu. Suçlu coğrafya dersi
hocalarıydı. Çünkü onlar hiç de güzel değillerdi. Güzel olmayandan da
öğrenilmiyordu.
Okuyucu olarak gözünüzden
kaçmamıştır. Başlarken Spinoza’dan bir alıntı ile birlikte konuyla ilintili
Spinoza başlığından dolayı "en nihayetinde felsefi bir makale" deyip
heyecana kapılmış olabilirsiniz. Fakat öyle değil. Bu hissiyat çok da
albenili olmayan coğrafya hocaları tarafından verilen bilgiler gibi gereksiz
kalıyor. Bu sadece bir öykü. Bundan ötesi yok. O halde bakalım “bu ney bu kez
de ne hikayet edecek?” Felsefi makaleler yine bu işin ehli olanların uğraşısı
olarak kalakalsın. Öyküye devamla…
Pek çok isim yakıştırılan
Türkiye ve diğer az gelişmiş ülkelerden gelen işçiler, yoksun oldukları bu
bilgileri barındıran Avrupa ülkelerine onlarca yıl önce milyonlar halinde akın
ettiler. “Göçmen işçi” olarak da adlandırılan bu insanlar yıllarca okullarda
öğretilmeye çalışılan ve ne yazık ki, öğrenilemeyen coğrafya bilgilerinin tam
da ortasına düştüler. Bunlardan biri de Halil Hocaydı. Hoca yıllarca
Hollanda’daki ilkokullarda ders verdi. Kişilik olarak oldukça rahat, hiçbir
şeyi dert edinmeyen, sabırlı, kitap kurdu, yeni bilgilere ulaşma merakı her
daim var olan, kendi halinde bir insandı. Türkiye’deki coğrafya hocaları çirkin
olsa da, o Amsterdam’ın ela gözlü, kumral dalgalı saçları ile yakışıklı
"Öğretmen Jivago'suydu." Çok da güzel olmayan coğrafya
öğretmenlerinin veremediği, zihinlere perçinleyemediği bilgileri bizzat bu
ülkelerde yaşayarak öğrendi. Güzel hatunlar memleketi olarak bilinen Hollanda’da
elbette bu güzelliklerin hangi dine mensup oldukları, dilleri, başkentleri,
ekonomileri, dağları, nehirleri, gölleri de öğrenilmeliydi ve de öğrenildi.
Hollandalıların deyimi ile: “Tanımak, sevdirir.” O da sevmek için tanımalıydı.
Tanıdı ve sevdi.
Dünyada ilk kapitalist
ilişkilerin başladığı Anvers Limanı ve yine dünyanın en büyüklerinden biri olan
Rotterdam Limanı hemen yanı başındaydı. Bu bilgilerin artık yabancısı olmadığı
gibi hepsi gözlerinin önündeydi.
Yıllar yılları kovalarken
Halil Hoca Hollanda’ya ait bilgilerin sadece dağlardan, nehirlerden, göllerden,
ovalardan ve güçlü bir ekonomiden ibaret olmadığını gördü. Bütün bunların
haricinde ülkenin bilim, sanat ve felsefe alanlarında da büyük değerleri vardı.
Şüphesiz bunlardan başında da dünyanın en önde gelen rasyonalistlerinden ünlü
filozof Spinoza da vardı.. Felsefeye karşı olan derin ilgisi, haliyle Halil
Hoca’yı bu düşün adamı hakkında araştırmalar da yapmaya itti. Bir süre sonra
Spinoza’nın “Ethica” adlı eseri onun başucu kutsal kitabı olmuştu.
Araştırmaları esnasında Spinoza’yı en iyi anlayan, yorumlayan ve bu konuda
uzmanlaşan Kıbrıslı bir diğer filozof olan Ulus Baker Hocayı da keşfetti. Her
iki düşün adamı hakkında aylarca uzun uzadıya araştırmalar yaptı, okudu ve
ilgili bütün kaynakları tetkik etti.
Halil Hoca’da her geçen
gün daha çok büyüyen bir Spinoza aşkı ve hayranlığı sürüp gitti. Okuduğu her
satırda Spinoza’nın dünyayı bu denli güzel ve doğru yorumlamasına şaşıyordu.
Amsterdam’da bulunan Spinoza anıtını fırsat buldukça gidip yeniden tavaf etmeyi
de ihmale getirmiyordu. Bu şipşirin şehirde ağaçların sokak boylarında pıtrağa
dönüşmeye başladığı bir bahar günü erkenden kalktı.
Kuşlar şarkılarını hep
bir ağızdan hiç detone olmadan söylüyorlardı. Martılar kanal boyu sulara teğet
geçişlerle uçuyor ve ani pike dalışlar yapıyorlardı. Su yüzeyindeki yakamoz
gözleri kamaştırıyordu. Nergisler sarı taçlı başlarını hafiften esen rüzgarla
birlikte sallıyorlardı. Meydanlarda olanca coşkulu renkleri ile yeni güne
uyanan laleler, güneşe "merhaba" diyeli hayli bir zaman olmuştu.
Şehir kuşlar da olmasa, insanda terk edilmişlik hissini uyandırıyordu. Sokaklar
zincirlerle bağlı bisikletlerden geçilmiyordu. Corona virüsünün dünyada hızla
sirayet ettiği, insanlar için bir nevi tüneme günleriydi. Zorunlu olmadıkça
dışarı çıkmasa da o gün evine marketten bir şeyler alması gerekiyordu. Her
zamanki rutin yolu takip etmektense başka bir yola saptı. Etrafı seyredip temiz
havayı ciğerlerinin derinliklerine çeke çeke Amsterdam sokaklarını adımladı.
Bir anda gördüğü sokak levhasına inanamadı. Amsterdam’da heykelinin yanı sıra
Spinoza adını taşıyan bir sokağın varlığından bihaber oluşunu kabullenemedi.
Oysa sokak evinin çok da uzağında değildi.
Levhaya uzun bir zaman
hayranlıkla baktı. Gözlerine inanamıyordu. Fakat bir terslik vardı ki,
kabullenilmeyecek bir hataydı. Bilinen bütün levhalar sokakların tam başında 1
numaralı binaların hemen önüne konulduğu halde, Spinoza Sokağının levhası az
ileride 7 numaralı binanın önüne dikilmişti. İşte zurna tam da burada zırt diyordu.
Hayır. Hayır bu gerçekten kabullenilemezdi. Halil Hoca o an alışveriş yapmayı
falan bir tarafa bıraktı. Yemek içmek ve diğer gereksinimler bundan daha önemli
değildi. Hatta ve hatta Corona illeti de bu kadar önem taşımıyordu. İnsanları
bu denli perişan edip evlerine kapatan salgına karşı keşfedilecek olan bir aşı
dahi bu hatadan bir an önce dönülmesinden daha büyük bir önem teşkil etmiyordu.
Levha 7 numaralı evin önünden alındığı gibi 1 numaralı evin önüne, olması gereken yere
konulmalıydı. Sokak levhası dediğin yerli yerinde olmalı. 7 Numara gibi gereksiz bir rakamın önünde olmamalı. Ohalde bu büyük yanlışa "dur" demek onun boynunun borcuydu ve mevzu derin devletten de derindi.
Halil Hoca yarım saat
sonra Amsterdam Belediyesinin binasının önündeydi. Hiç tereddüt etmeden içeri
daldı. Belediyede yetkili bir memuru buldu ve meramını anlatmaya başladı.
“Efendim bu sizin
yaptığınız, her kim hangi akla hizmet ettiyse, Spinoza Sokağının levhasını 1
numaralı binanın değil de 7 numaranın önüne dikmişler. Bu nasıl bir hatadır.
Gördüğüm zaman kan beynime sıçradı. Gözlerime inanamadım. Kim bu büyük hatanın
sorumlusu? Bu yanlışın en kısa zamanda giderilmesini istiyorum. Bu konuda
belediyeden şikayetçiyim.” Yetkili Halil Hocayı büyük bir dikkat ve sabırla
dinledi. Biraz da şaşırmıştı. Doğrusu yirmi yedi yıllık memuriyet hayatında
böylesi bir şikayet ile hiç karşılaşmamıştı. Konu oldukça ilginçti. Ne
yapabileceğini uzunca düşündü. Bu durumda ne söylenirdi, o an kestiremedi. Bir
yabancının böylesi bir konuda bu denli duyarlılığına oldukça şaşırdı.
Şaşkınlığını gizleme uğraşısı içinde ses tonuna verdiği akordun ardından söze
girdi.
“Beyefendi öncelikle
şehrinizle şaşılacak kadar ilgili olmanızdan dolayı size teşekkür etmek
istiyorum. Duyarlılığınız taktire şayan. Şu an örnek bir duruş sergiliyor ve
gıpta ediyorum. En kısa zamanda bu konudaki araştırmamı yapıp sizi bizzat
bilgilendireceğim. Müsterih olun, gerekli girişimlerde bulanacak ve bir
Amsterdamlının bu haklı şikayetini çözeceğimden emin olmanızı istirham
ediyorum. Bu benim kartvizitim. Siz de bana telefon numaranızı ve mail
adresinizi verirseniz, size en kısa zamanda döneceğim. En kısa zamanda bu
yanlışı yapanları bulacağım. Kuşkunuz olmasın.”
İçine Hitler kaçmış olan
Hollandalı ırkçı partinin lideri bir
propaganda konuşmasında yabancılar konusunda aynen şu atıfta bulunmuştu.
“Yabancıların Hollanda’ya
en ufak bir katkıları yok. Onlar en kısa zamanda kendi ülkelerine
gönderilmelidirler. Hollanda Hollandalılarındır. Yabancıların burada yaptıkları
tek şey, evlerinde miskince oturup kanallarda yüzen ördeklere arta kalan bayat
ekmeklerini atmaktır. Bundan başka hiçbir şey yapmıyorlar.” Irkçı
partinin lideri Halil Hocanın bu ince davranışına tanıklık etmiş olsaydı,
herhalde içine kaçan Hitler, Alaaddin’in sihirli lambasındaki cine dönüşür
çıkardı. Birileri, “Dile benden ne dilersin?” sorusuna maruz kalır mıydı? Bu da
başka bir muamma olarak orta yerde kalırdı. Her hâlükârda bu politikacı da
ırkçılık adına kafasındaki olumsuz düşünce ve fikirlerden arınırdı. Bir
yabancıya ait olan bu ince davranıştan sonra da, içinden çıkan sihirli güce "Cin Efendi bütün
bu yabancıları bu ülkeden at." demeyecek kadar değişirdi. Yabancılara karşı yapılan bir protesto yürüyüşünde, bu ırkçı partinin sempatizanları ülkede yaşayan Türklere yönelik kocaman bir pankarta aynen şöyle yazmışlardı. "Bütün Türkler Casablanca'ya defolsunlar!" Anlaşılan onların coğrafya hocaları da tıpkı düşünceleri gibi çirkindi.
Belediyeye gerekli olan
müracaat yapılmış, hayati öneme sahip şikayet yetkililere iletilmişti. Gönlü rahattı. Örneğin: Corona
salgınına karşı bulunacak olan aşının ivediliği, önemliliği ve çalışmaları bilim adamlarının işiydi. Her bezde tarağının olmasına gerek yoktu. Hoca her an belediyeden gelecek olan
araştırmanın sonucuna odaklanmış, diken üzerinde beklemedeydi. Hollanda
Hollanda olalı böyle bir şikayete maruz kalmamıştı. Hatanın neresinden
dönülürse kardı. Bundan bütün şehir kârlı çıkacaktı.
Amsterdam, 28 Mayıs 2020