Muhittin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Muhittin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Mayıs 2021 Salı

UÇAN KAZLAR VE MUHİTTİN



UÇAN KAZLAR VE MUHİTTİN

 

Her evin önünde bir kaz sürüsünün olması, Kesikköprü Köyünde kimilerine göre yeni bir moda akımı, kimilerine göre de olmazsa olmazlığın kıyasıya yarışıydı. Köyün kırmızı çamurla sıvalı evlerinin aralarında ve Kesikköprü’ye Nil Nehri kadar önem kazandıran, hemen alt kısımda boylu boyunca kıvrımlarla uzanan suyun kenarında, kümeler halinde gezinen kazlar, birer istila ordusunu andırıyorlardı. Her evin kaz ordusu, başka evlerin kazlarına karışmadan, ama kimi zaman da gruplar halinde birbirlerine gözdağı vermeden edemiyorlardı.

Kazlar karşı tarafa tam bir teyakkuz durumuna geçmezse de verdikleri gözdağı, “bana bak, ayağını denk al, sakın başını sağa sola sallamayasın,” niteliğindeydi. “Hele de yavru kazlarımıza bir zarar verirseniz, Alimallah hepinizi bir kaşık suya dahi gereksinim duymadan, boğarız.” Bu uluorta tehditler bir yerde küçüğünden, büyüğüne kadar insanın da dahil olduğu bütün canlılara karşıydı.

Meydan okumalarını, kazlara özgü, tipik boyunlarını mümkün olduğu kadar sündürmelerle ileri doğru uzatmaları ve her an “bana bakın gözünüzün yaşına bakmam, ısırırım,” edasında, hafifçe açtıkları gagalarından çıkardıkları “tıs tıs” sesleri eşliğinde yapıyorlardı. Saldıkları korku azımsanacak türden değildi. Görünüm itibari ile tehdit anında, oldukça ürküntü veren bir halleri vardı.

Kesikköprü’de herkesin kazları olduğu halde, köy muhtarı Ali Tosun’un karısı Edul’un ellerini beline koyup komşularını hasetten çatlatacak tek bir kazı yoktu. Bu binbir çalımlı haller sürekli komşularından geliyordu. İki büklüm eğilip evinin balkonunu süpürürken, her defasında komşularından gördüğü bu nahoş muamelelerin ardından, elindeki süpürgeyi bir tarafa atıyor, işini yarım bırakıp anında eve kapanıyordu. Artık kendisine gelenler geliyor ve onun da kapısının önünde bir kaz sürüsünün olmasını ısrarla istiyordu. En kısa zamanda, kendi kapısının önünde komşularına gözdağı veren, tıs tıslayan bir sürünün varlığını hissettirmesi lazımdı. Görenler bu kazların hepsi Edul’un demeliydi. Bunun başka yolu yoktu!

Bu çok yerinde isteğini, kocası Ali Tosun’un kulağına eğilip çıtlatmak maksadı ile onun iyi bir gününü kolladı. Muhtar Ali Tosun’un köyde ve çevresinde hatırı sayılır saygın bir kişiliği vardı. O nedenle evinde misafir hiç eksik olmazdı. Muhtarlık görevinden dolayı bir yerde devleti temsil ettiğinden, asayişin çetrefilli berkemalliğini sağlayan jandarmadan, kaymakam ve milletvekillerine kadar bütün yetkililer onun evine misafir oluyorlardı. Bunu bilen Edul, pek taraftar olmayacağını tahmin ettiği ve “Elo” diye seslendiği kocasına, bunu da göz önünde bulundurmasını söyleyip, isteğini kabul ettirecekti.

Mevsim yazdı ve dışarıda sarı bir sıcak hakimdi. Muhtar Ali Tosun evinin bahçesinde mis gibi kokan bir iğde ağacının gölgesinde dinlenmeye çekilmişti. Edul yaptığı orta şekerli köpüklü kahvesinin yanına bir bardak su ve bir tane de güllü lokum koydu. Acele ile kocasının yanına geldi. Kahvesini ikram etti. Sonrasında, an bu an deyip titrek bir sesle söze girdi.

“Elo, diyorum ki, bize de birkaç tane kaz alsak. Gelen bütün misafirlere tavuk ve horozları kese kese bitirdik. Hem kaz daha verimli ve eti de daha çok ve bereketli. Bir tavuk veya horoz kestiğimizde, ne misafirlere ne de bize yetiyor. Allah vere senin misafirlerinin de sonu gelmiyor. Hani tavuk ve horozların bir lokmacık canları var. Oysa kaz öyle mi? Bütün aile yese doyar ve artar bile. Birkaç tane kaz alırsak, onlar da yumurtlar ve kuluçkaya yatarlar. Derken bizim de sürüyle kazımız olur. Bak koca köyde herkesin evinin önünde sürüler halinde kazları var. Hem kazlarımız olursa, her defasında, gelen misafirlere kesmek için bir tavuk veya horozu telef etmek zorunda kalmayız. Ne diyorsun? Tavuklar aynı zamanda yumurta için de lazımlar. Kaz öyle değil. Ne diyorsun, alalım mı?”

Ali Tosun derinlere daldığı düşüncelerinden, hiç beklemediği bu sözler ve zorlu sorular üzerine, bir anda sıyrılmasını bildi. “Bu kaz meselesi de nereden çıkmış ve gündeme bomba gibi oturmuştu? Bu söyledikleri karısının nereden aklına geliyordu. Bunun üzerinde önce bir müddet düşündü. Oluru var mıydı, aynı zaman da yeri ve zamanı mıydı? Önce bu çok önemli konu hakkında iyimser düşünmedi. Ancak sonrasında Edul’un söyledikleri aklına yattı ve yabana atmadı.

Evet, kazlar diğer kümes hayvanlarından çok farklıydılar. Onlar için nerede akşam orada sabahtı. Sürekli köyün dört bir yanında seyri sefer halindeydiler. Yavrularını canları pahasına koruma içgüdüleri de takdire şayandı. Onun için yavrularına talip olan her salyası akana, kolay kolay pabuç bırakmayan yaman yaratıklardı. Bir de istedikleri yerde karınlarını doyuruyor, çayır çimen doğada, su ise gölden, derken senden yem beklentisi dahi olmuyordu. Sonrasında da başlarında beklemene, koruyup kollamana da ihtiyaçları yoktu. Köyü günde on kez gezip kolaçan ediyorlar ve ardından da tam takım, sağ salim eve dönüyorlardı. Yapmanız gereken tek şey evde oldukları zaman büyükçe bir kapta onlar için dışarıda su bulundurmaktı. Tek lüksleri buydu.

Edul uzun pazarlıklar sonunda kocası Muhtar Ali Tosun’a istediğini beklediğinden daha kolay kabul ettirdi. Bunun üzerine köyde satılık kaz aramaya başladı. Bir haftanın ardından on tane kaza sahip oldu. Şimdilik bu kadarı yeterliydi. İleride kestikçe azalan kazların yerini, kuluçka döneminin ardından yumurtalarını çatlatıp dünyaya gözlerini acemice açacak olan yavrularla doldururdu. Önemli olan bu başlangıcı yapmaktı. Artık, bundan sonrasında o da etrafa korku salan kazları ile komşu kadınlara havasını atabilirdi. Ancak kazların bir arada birbirlerine ve eve alışmaları için bir hafta kapalı bir alanda kalmaları gerekiyordu.

Aslında yabani mi, yoksa evcil mi oldukları hakkında insanların zihinlerinde çok da netlik kazanmayan bu hayvanlar, bu özellikleri ile de farklılık gösteriyorlardı. Ama bir haftanın ardından en azından evin avlusundan gitmelerine destur vermeniz halinde, er ya da geç eve dönerlerdi. Öyle dışarı gezmeye giden evin kızı gibi, havanın kararması ile anne ve babanın ikide bir saatlerine bakıp “Nerede kaldın?” diye paralamalarına gerek yoktu. Ne zaman geleceklerine özgür kazlar karar verirlerdi. Bir tavuk veya horoz kendisini evin avlusunun dışında kurtaramaz ama, kazlar öyle değildi. Kafalarını attırmaya görün, gerekirse her biri zırhlı birer tanka dönüşür, düşman görünümlünün hakkından gelirdi.

Bir haftanın ardında kazlar yeni evlerine ve sürü olarak birbirlerine iyice alıştılar. Kazlar için çoban gerekmediği halde, daha on yaşlarındaki oğlu Muhittin, Kesikköprü Köy Muhtarlığının resmi ataması ve resmi gazetede atamanın yayınlanmasının ardından, bu göreve yarı zamanlı çoban olarak getirildi.

Kaz çobanlığında deneyimi olmayan Muhittin’in ilk mesai günüydü. Avlunun büyük demir kapısını gıcırtılar dahilinde zorlanarak açan yeni kaz çobanı sürüsünü dışarı saldı. Dışarı çıkmaları ile aynı anda kalkmak üzere olan bir savaş uçağı gibi kazlar hep birlikte önce bulundukları pistte hızla koştular ve ardından teker teker elli metreyi geçmeyen kısa bir uçuşla Muhittin’i artlarında bıraktılar. Tecrübesiz kaz çobanı Muhittin olup biteni şaşkınlıkla seyretti. Artlarında koşsa da sürüye aynı anda yetişemedi. Birkaç tane daha kısa uçuşun ardından kazlar soluğu etraflarına tehdit savurmaları ve tıs tıs sesleri ile Kızılırmak’ın kenarında aldılar.

Kesikköprü Barajından ırmağın suyu o gün çekilmişti. Nehir yatağında sadece çok da derin olmayan göletler vardı. Başka da su yoktu. Fakat suyun baraj tarafından ne zaman salıverileceği bilinmediğinden, karşıya geçen kazlarla birlikte, çocuk çobanın da geçmesi biraz riskliydi. Görünen o ki, Kaz Çobanı Muhittin çok önemli bir iş icra ettiğinin farkındalığı ile gözü karalığını tereddüt etmeden takındı ve o da sürüsü ile birlikte, çok iyi bildiği Kızılırmak yatağını ceylanlar gibi sekmelerle karşıya geçti. Geniş nehir yatağının karşı tarafında hiç ev bulunmuyordu. O yakada bulunan köyler de en az beş-altı kilometre gibi bir uzaklıktaydı.

Kızılırmak’ın Kesikköprü tarafında, çocuklar suların çekilmesi ile kıyıda, yerde çırpınan tek tük balık yavruları ile oynuyorlardı. Bazı zamanlar büyük sazan balıklarının da yerde su dışında, toprak üzerinde kaldıkları oluyordu. Bu balıkları köylüler sepetlerine doldurup evlerine götürüyorlardı. Bu arada nehir yatağının içlerine daha fazla gitmemek için temkinli davranıyorlar ve aniden bırakılacak suyu kollamayı da tedbir amaçlı göz ardı etmiyorlardı.

Kenarda oynayan çocuklar Muhittin’i ve kazlarını karşı kıyıda bir başlarına görünce tehlikenin farkına vardılar. Çocuklardan biri koştura koştura Edul ve köy muhtarı kocası Ali Tosun’na haber verdi. Edul ve kocası telaş içinde Kızılırmak’ın kenarına geldiler.

Onlarla birlikte pek çok köylü bağırış ve çağırışlarla ırmak kenarında toplandı. Kalabalık, zaman geçtikçe büyüdü. Biriken kalabalık küçük çocuğun bir çözüm bulunana kadar orada kalması taraftarıydı. Edul ve Ali Tosun oğulları için oldukça endişelendiler. Ya bu tarafa geçerken barajdan o an su yeniden bırakılsaydı, o zaman oğulları suya kapılacaktı. Yok... Yok! Orada kalması daha iyiydi. Bu tehlikeyi göze alamazlardı. Yanlarında bulunan köylüleri ve akrabaları da aynı kaygılarla Muhittin’in nehri geçip gelmesinin tehlikeli olduğu bilinciyle, “Çabuk bu tarafa geç,” mesajını iletmediler.

Şairin dediği gibi, “karşı taraf memleket de değildi. O tarafta yer alan köyler uzaklardaydı. Oysa aynı şiirdeki dizelerinde karşı taraf memleketti. Memleket olsa belki anne Edul da bağırırdı.

“Karşı yaka memleket, sesleniyorum Kesikköprü’den. İşitiyor musun? Muhittiiinnn…. Muhittin…” Durum başka türlü seyredince Muhittin’in annesi Edul da oğluna telaşla Kürtçe bağırdı. Ne diyeceğini şaşırdı.

“Le la law law… Mühittin… Ger tû di avê de dûçi ez ê werim û te bikujim! – Lo lo… Muhittin eğer suda boğulursan, gelir seni gebertirim!” diye annelik içgüdülerinin ağır basması ile bağırdı. Oğluna bir şey olacak diye olduğu yerde çırpındı, ne yapacağını şaşırdı. Annelik zordu. Suyun aniden salıverilmesi ile oğlunun karşıdan dönmesi ile suya kapılabilirdi. Bunu yapmaması gerekiyordu. Çok tehlikeliydi.

Çok geçmeden gerek ırmağın köy tarafında, gerekse kazlar ve küçük çobanın bulunduğu tarafta, çareler aranmaya devam edildi. Muhittin birkaç yüz metre ileride yapımı devam eden ama henüz bitmemiş, karşıya geçiş için inşa edilen köprüye geldi. Köprü daha tamamlanmadığından, karşıdan karşıya geçiş için tehlikeliydi. Daha önce, arkadaşları ile inşa halindeki köprüde oynadığından,  riskli de olsa geçiş yerlerini biliyordu. Kalabalık köprüye gitmemesi yönünde bağıra bağıra telkinde bulundular. Onu tutan yanında yöresinde kimseler yoktu. Ama, diğer taraftan da bir süre sonra karanlık bastıracaktı.

Büyük bir cesaret ve atiklikle köprüden karşıya zamanında geçen Muhittin “memleket Kesikköprü’de,” kıyıda bekleyen meraklı kalabalık tarafından alkışlarla karşılandı.

Edul’un kaz sürüsü karşı kıyıda istiflerini bozmadan çimlerde tıs tıs sesleri çıkarmalarla akşam yemeklerini yemeye devam ettiler. Edul oğluna kızmaya devam ettiği halde, küçük kahraman çobanın babası Muhtar Ali Tosun onun gösterdiği cesaretten dolayı kendisi ile gurur duydu. Muhittin’in sırtına bütün sevecenliği ile sıvazladı.

Edul kazlarından artık umudunu kesmişti. Komşularına benim de kazlarım var demesi kursağında kalmıştı. Ancak iki gün sonra uyandığında bütün kazlarını avlunun içinde görünce sevinç çığlıkları attı. Balkonunu süpürürken, süpürgesini elinde indirmeden dineldi. İki elini beline sağlı sollu koydu ve Kesikköprü'nün içlerine ve Kızılırmak'ın kıyılarına doğru derin bakışlarla baktı. Artık onunda komşularını hasedinden çatlatacağı bir kaz sürüsü vardı.

Akşam yemeği için yakaladığı kazlardan birini kesip, oğlunun kazasız belasız karşıya geçmesinin şerefine ev halkına ziyafet verdi. Edul ve birbiri ile akraba olmayan devşirme kazları bir eksilme ile mutluydular. Kesikköprü Muhtarlığı kaz çobanlığından Muhittin’e görevinde başarısız olması ve kazları karşı yakada bırakıp kaçtığından dolayı, iltimas geçmeden el çektirdi.

Bozkırda yaz mevsimi bütün sıcaklığı ile devam ediyordu. Muhtar Ali Tosun, orta şekerli köpüklü kahvesini iğde ağacının kurşuni renklerle bezeli dallarının altında, gölgede beklemeye koyuldu. Yanında bir bardak su ve bir güllü lokum da fena olmazdı. Edul her an kahve sunumuna geçebilirdi.

 

Amsterdam, 11 Mayıs 2021

 

 

CHARLOTTE CAFE Annem, bildim bileli hasta, ömrü böyle geçti diyebilirim. Lakin bu kez hayli ilerlemiş olan yaşı ile artık uzatmaları oynuyo...