KARDELEN ÇİÇEKLERİ, KİTAPLAR VE BAHAR
Olanca güzelliği ile insan aklını dumanlayan çiçekler
diyarı ülkenin, şipşirin çiçek şehri Amsterdam’a gökkuşağı renkleri ile bahar nazlanmalarla yeniden geliyor. Bütün dünyada olduğu üzere, burada da art arda cemreler düşüyor. Doğa
hamile. Toprağa saçılan tohumlar bir anda yeşeriyor, filizleniyor. Geride kalan her
dakikada yeni yeni çiçekler dünyaya "merhaba" deyip, kendisine has alımlı renkleri ile boy gösteriyorlar. Toprakla
cilveleşiyorlar. Sesleri çıktığı kadar bağırıp "En güzel benim," deme iddiasındalar. Nergis her zamanki mağrurluğu
ile "Hayır... Hayır... En güzel benim," diye diretiyor. Çirkin çiçek
yok. Bir tanesi dahi çirkin görünümlü olsa, zaten adı çiçek olmazdı. Sarı
kanatlı bir kelebek nergisi onaylamak istermiş gibi, gelip onun narin sarı
çiçeklerine konuyor. Arılar pür telaş vızıltılarla uçuşuyorlar.
Bahar geliyor. İnsanlar bir yılı
aşkın süregelen ve artık psikolojilerini bozmaya başlayan salgının ardından,
buruklukla da olsa umutlarını tazeliyorlar. Açan onca çiçeğin arasında
kardelenler öbekler halinde kar beyazı çiçekleri ile toprağa bakar gibiler.
Adeta mütevazilikleri ve kırılganlıkları ile çok geçmeden dikkatleri
cezbediyorlar. Gelincikler gibi nazlı, güzel ve hassas çiçekler.
Kardelenler adeta canlıları yeniden hayata bağlanması gerektiği duygusunu
uyandıran muştu çiçekleri. Kardelen çiçekleri ile doğuyor gün ve fısıldıyorlar kulağımıza: "Bakın... Bakın bahar geldi."
Bir rivayete göre; “kardelen
çiçeği,” uzağında, hem de çok uzağında olan güneşi hiç görmediği halde,
etrafında yer alan diğer bitkilerin övgülü anlatımlarından oldukça etkilenir.
Çimen yeşili gözlerinde hayal ettiği bal renkli olduğunu söyledikleri güneşe,
onun saçtığı inanılmaz aydınlığa, büyüleyici huzmelerine deliler gibi yanıp
tutuşur ve platonik bir aşkla bağlanır. Ak çarşafları andıran soğuk karların
altından, beyaz küpelere benzeyen çiçekli başını çıkarıp güneşi görebilmek için
bütün gün çırpınır. Fakat onca efor harcamasına rağmen, aşkından yanıp
tutuştuğu güneşi görmeyi başaramaz. Sabahlara kadar gözlerine uyku girmez ve
uyuyamaz. En son çareyi Tanrı’nın huzuruna çıkmakta bulur ve ondan medet umar.
Tanrıya, bu onulmaz derdine çare bulması için yalvarır. Çok geçmeden Tanrının o
bilinen gür sesi yeri göğü yankılanmalarla inletir. Sesi gür çıksa da Tanrı
şefkat doludur, iyi günündedir.
“Sevgili kardelen, dosyana biraz
göz gezdirdim. Kabarık bir dosya değil. Edindiğim bilgiye göre sen çok narin, özverili ve koşullar ne olursa olsun, inatla yaşama tutunmasını bilen bir çiçeksin. Gösterdiğin büyük azmin ile seni taktir ediyorum. Yüreğinde barındırdığın aşka da saygı duyuyorum. Ama bilinen bir gerçek de var ki, eğer güneşi
görecek olursan, kanımca hemen ölürsün. Buna dayanamazsın. Benden söylemesi. Bu durumda en fazla iki
seçeneğin var. Ya güneş, ya da canın. Diyeceğim o ki; tercih senin.
Sana iki gün süre veriyorum. Git ve bu iki gün boyunca iyice düşün. İki günün
sonunda da gel ve bana kararını bildir. Ben de ona göre hareket edeyim. Keşke daha fazlasını yapabilsem. Tanrı da olsam elimden gelen
maalesef bu. Sana daha fazla yardımcı olmayı çok isterdim. Dünya güzeli nadir bir
çiçeksin.”
Kardelen iki gün boyunca sürekli
aşkını düşünür. Seçenekler oldukça zorludur. Karar vermek hiç de kolay
değildir. Ama güneşi görmemek, onun için zaten ölümden farksızdır. Gözlerine
bir damla uyku girmez. Yanı başında taze gelin gibi salınan kırmızı bir lale
uykusu gelmiyorsa bir çitten atlayan koyunları saymasını önerse de milyonuncu
koyunda dahi uykusu gelmez. Geçen iki gün içinde sararıp solmak üzeredir.
Kötüye giden sağlığını da göz önüne bulundurur ve kalbinin dinmeyen sesine de
kulak verir. Vakit kaybetmeksizin, tereddüt etmeden, yeniden Tanrı’nın katına
çıkar ve kararını bildirir. Tanrı da kardelenin kararına saygı gösterir.
Kardelen, artık karlar arasından
sıyrılıp sevdiğini görebilecektir. Onun aydınlığını görmek, kar altında üşüyen
bedenini biraz olsun ısıtmak ve böylelikle sevdiğini bedeninde hissetmek
istiyordu. Ona uzaktan da olsa kadın küpesine benzetilen çiçeklerinin, kar
beyazı çiçeklerinin yapraklarını üst üste açıp kapamalarla, ömrü yettiğince
aşkına işmar etmek istiyordu. Bütün gücünü toplar, çırpınmalarla karı delmeyi
başarır ve nihayet güneşi görür. Ancak ömrünün bu denli kısa süreceğini
sanmıyordu. Güneş ile karşı karşıya gelir gelmez, kar beyazı çiçekleri oracıkta
karların üzerine düştü. Hayata çiçeklerini kapattı. Güneş bu aşktan bihaber
ışık ve ısı yaymaya devam etti.
Çoğu öykünün bir tür yol
göstericiliği vardır. Her hâlükârda dünya insanlığının bu öyküden de çıkaracağı
kıssadan hisseler bellidir. Olur ya güzel ve şansınızın yaver gittiği bir
gününüzdesinizdir, gönlünüzde barındırdığınız hayatınızın insanı, ruh ikizinizle
tesadüf eseri bir yerlerde yollarınız kesişir, ona rastlarsanız. Olmadı, üstüne
birde gönlünüzü kaptırırsanız, bu kalbinizin daha çok çarpmasını beraberinde
getiren sevdanın şartları ne denli çetin olursa olsun, bir kardelen gibi
cesur olmanız ve sevginizin arkasında dimdik durmanızı gerektirir. Size yakışan
elbette budur. Kalbinizin bütün hücrelerine yayılan, sizlere toz pembe hayaller
kurduran aşkınıza böylelikle gereken emeği de vermiş olursunuz. Çünkü sevgi
emek ile yol alır!
Aynı zamanda kardelenler kış
aylarında çiçek açtıklarından, tıpkı hediye edilen ve aydınlık saçan kitaplar
gibi, tutar bir sevdiğinize bu çiçeklerden hediye ederseniz, o kişinin sizin
için özel olduğunu da vurgulamış olursunuz. Kardelenler dondurucu karların
altında sabırla gün yüzüne çıkmayı beklediklerinden, sabrın ve özverinin de
simgesidirler. Kadın küpelerine benzeyen çiçekleri ile yine hediye edilene,
yere doğru eğik boyunları ile adeta; “Senden gelene razıyım.” der gibiler. Bu
çiçekler o denli anlamlı ve güzeldirler!
Kardelenler gibi dünyamızın ve
insanlığın ufkunun daha çok aydınlık olmasını arzu ediyorsak, her iyi kitabın
birer güneş olduğu farz edersek ve yazılı eserlere olan sevgimizin daha çok
olunması halinde, edinilen aydınlanma ile de insanlık kör karanlıkları ardında
bırakacaktır. İnsanlar, söz konusu güzelim kardelenlerin tersine
güneşi-aydınlığı gördükleri zaman ölmezler.
Yaşar Kemal, “Güneşi kadınlar
doğurur,” diyen, Mezopotamya'nın kadim halklarından olan Ezidilerin dualar etmek maksadı ile güneşe yönelmesini ne de
güzel betimler.
“Ezidiler, günde üç kez güneşe
döner, dua ederler. Her isteyen, çoluk çocuk, genç yaşlı olsun, şeyh olsun,
emir olsun, herkes güneşin karşısına geçer, içinden ne geçiyorsa güneşe söyler.
Belki de insan soyunun şimdiye kadar söylediği en güzel dualar onlardır. Belki
de en güzel türküler, en güzel şiirler bu dualardan çıkmıştır. Belki de
Mezopotamya’nın bütün destanlarının temelinde bu dualar vardır.”
İnsanlar, güneşe ve
aydınlığa doğru yönlerini ne kadar çok sapsarı bir ayçiçeği misali usulca dönerlerse; bedensel, ruhsal
ve zihinsel olarak da o denli daha sağlıklı olacaklar. İnsan denilen canlıya daha çok yakışır
şekilde düşünecek hale gelecekler ve böyle hareket edeceklerdir. Böylelikle kör eden
karanlığın köküne de kibrit suyu dökmüş olacaklar. Aydınlık insanlığa iyi gelecektir.
Amsterdam, 1 Mart 2021