RESET DÜĞMESİ
Harikulade
bir organizma olduǧu, sürekli vurgulanan vücudumuzda yer alan iki yüz altı adet
deǧişik şekil ve kıvrımdaki kemik veya balenleri diyebileceǧimiz sertlikler; kimi insanı otaǧ, kimisini göçebe çadırı,
kimilerini de fethedilemeyen yüksek burçlu bir kale gibi dimdik ayakta tutar. Asıl
inanılması güç gelen de (yine insan bedeni ile ilintili olarak); yeni doǧan bir
bebeǧin yüzde doksan oranında sudan oluşmasıdır. Anne rahminde, en sevdiǧinin-kendisine
can veren varlıǧın karnını art arda tekmeleyen, dünyaya gelmesinin ardından ayak
direten, gözlerini açan, avazı çıktıǧı kadar cıyak cıyak aǧlayan, acıkan, çok
zaman geçmeden içgüdüsel debelenmelerle kendisini doǧuran koruyucu meleǧinin memelerine
kenetlenen, çişini yapan, diǧer yandan bizi bizden alan, oǧlumuz-kızımız,
canımızın yongası, ciǧerimizin parçası dediǧimiz, olanca sevgimizle baǧrımıza
bastırıp rahatlık duyduǧumuz, paha biçilemeyen-dünyalar deǧerindeki yegane
varlıklarımız, kimi zaman kirpi gibi olsalar dahi; “pamuk yavrum” diye
okşadıǧımız, sevimli-afacan küçük insanlarımız aslında bir su kütlesidirler.
Teşekkür
ve minnettarlık mahiyetinde “Su gibi aziz ol” söylemi ile taltif eden büyüklerimiz,
karşısındakini bu vesile ile onore de etmek isterler. Su misali aziz olmasını istediǧine, hitab cümlesinin
arasına “gibi” kelimesine usturuplu bir yer ayırma yoluyla benzetmeye çalıştıǧı
kişi de, zaten suyun bizahiti kendisidir. Bunun çaǧrışımı aynen; “su gibi aziz
ol su” dur ki, “gibi” benzetme terimi, fazlalık olarak kalır. Diǧer yandan engin
tecrübe sahiplerinin “su hayattır” demelerinde de, bu gereçekliǧin de payı
vardır. Canlının yaşı ilerledikçe, bu ıslaklık oranı da diyebileceǧimiz su
seviyesi, durmak nedir bilmeyen zaman mefhumu ile birlikte, aşaǧılara iner ve
bir anlamda kuruluk artar.Tam anlamı ile önüne geçilemeyen bir kuraklık baş
gösterir. İnsan bedeni bütünü itibariyle çoraklaşıp, çölleşir. Yaşlı bir
insanda, bebekliǧinde var olan yüzde doksanlık su oranı, bilindiǧi gibi yüzde ellilere kadar düşer.
Gelinen bu negatif aşamanın getirileri, pek iç açıcı deǧildir. Yüzde ellilik su
oranı, pek çok sıkıntı ve handikapı da beraberinde getirir. Saǧlıklı yaşamanın,
hareket halinde olmanın, önündeki en büyük engelin, insan vücudunda suyunun
çekilmesi olduǧu ortaya çıkar.
Küçük,
rengarenk çakıl taşlarının, rekabet içindeki selvi ve kavak aǧaçlarının
gölgelerinin dibinden, çıt kırıldım yosunların arasından çaǧıldayıp, bir gelin
edası ile süzülüp gelen sularla sevgili misali kucak kucaǧa buluşan, hasretlik gideren
topraklar, ne kadar da verimli ve üretkendirler. Hani “insan eksen, insan
biter” denilen alanlardır bunlar. Ama, ne zaman ki ana vana kapatılıp, toprak suya hasret kalırsa, “sadık yarin” de hiç
bir işlevi kalmaz. Tesadüfen de olsa, şefkatli kollarının arasına düşen en
küçük bitki tohumunu hışımla ortasından çatlatıp, filizlendiremez. Bu güzelliǧin
yumuş yumuş minik ellerinden tutup, yeryüzüne çıkararak, güneşin gözlerimizi
kamaştıran, o bin bir rengi ve her derde deva olan sıcaklıǧı ile buluşturamaz.
Toprak derinden biçare düşüp, marazlı oluverir. Canlıların da, aynen toprakta
olduǧu gibi, su yoksunluǧunun baş göstermesi halinde, bu olumsuzluklara maruz
kalmaları kaçınılmazdır. Bedenden suların çekilmesi ile tende bin bir tane yaşanmışlıǧın
göstergesi olan kırışıklıklar, hatıra bırakmak üzere sökün ederler. Tendeki
hasar aynı şekilde tinde de görülür. Dünya güzelliklerini gören cıvıl cıvıl gözler
göremez, bin bir türlü melodiyi- sevdiǧinin yıllardır bülbül şakıması olarak duyduǧu
sesini, neredeyse duyamaz, lavantalı kokusunu ciǧerlerinin derinliklerine
çekemez, yeşilçam filmlerinde olduǧu gibi, deǧil sahil boylarında, düz yolda dahi
ömrünü birlikte tükettiǧi hayat arkadaşını kovalayamaz, kontrolsüz-titeyen
ellerle dokunur ki, bu ten artık ütülü bir ipek kumaş olmaktan çıkıp, buruşuk bir
bez parçasına dönüşmüştür. Sevginin göstergesi dokunmak olsa da, bundan ne
kendisi, ne de sevdiǧi haz alır. Çünkü her iki bedende de sular artık çekilmiştir.
Barajda su seviyesi bir hayli aşaǧılara inmiş, her türlü üretim durmuştur.
İnsan denilen organizma müthiş mükemmelliǧinin
yanı sıra, bir o kadar da, karmaşıktır. Komplike
bir yapıda olan pek çok alet, biz canlıların yaşamını kolaylaştırmak adına, günlük
hayatımızda yerlerini vazgeçilmez bir şekilde alırlar. Bu aletlerin de
insanlarda olduǧu gibi suyu çekilmez ama, miatlarının dolması ile arızalanıp,
işlevlerini yerine getiremez hale gelirler. Bu da o aletin ölümü anlamına
gelir. Bazen de tamamen bozulmadıkları halde, herhangi bir teknik arızadan
dolayı, devre dışı kalırlar. Aparatların büyük bir kısmında, insanlarda olmayan
bir özellik var ki, söz konusu ekstra teknik ayrıcalık, aletin yeniden
çalışmasını saǧlar. Sözünü ettiǧimiz minik farklılık, çoǧu zaman aletin arka
zemininde yer alan, küçücük bir düǧmedir. Bilindiǧi gibi bunun adı “reset”
düǧmesidir ki, artık günümüzde bu kelimeden bir fiil dahi türetilmiştir, buna
da “resetlemek” denir.
Her
devre dışı kalan aleti günlük yaşamımızda resetleyip, tekrar çalıştırmaya
başladıǧımda, böylesi bir lüksün insanlarda neden olmadıǧına hayıflanır dururum.
Hani affınıza sıǧınarak, biz insanların da, örneǧin şöyle kıçlarının bir yerlerinde,
üstü kırmızıya boyalı bir reset düǧmemiz olsaydı, hiç te fena olmazdı. Her moralimiz
bozulduǧunda, bir şeylere üzüldüǧümüzde, birilerine kahırlandıǧımızda, ne bileyim başımız aǧrıdıǧında,
ayaǧımız ansızın tökezlediǧinde, acılar içinde kıvrandıǧımz anlarda; sivri bir
uçla reset düǧmemize bastırıp, istediǧimiz verimliliǧi tekrar saǧlayabilseydik,
her halukarda çok şey istememiş oluruz kanaatindeyim. Hayata, hiç bir
olumsuzluǧa maruz kalmamış gibi, kaldıǧımız yerden sil baştan başlasaydık. Kafalarımızı
allak bullak edip, unutulması gerektiǧi halde bir türlü unutamadıklarımızı,
böylesi bir butonla sıfırlasaydık. Sıkıntılar, dertler, sorun oluşturan negatif
gelişmeler olarak görülen, kapı dışarı etmeye çalıştıǧımız, istenmeyen
misafirlikler olarak da adlandırabileceǧimiz kara bulutlu düşünceler,
geldikleri gibi çarçabuk çekip, gitselerdi, elbette hiç te fena olmazdı.
İnsanların
en fazla kendi kendisinden yorulduǧu bilinen bir gerçektir. Küçücük bir düǧme,
bütün yorgunluklarımızı da alıp, götürürdü. İnsanoǧlu böylesi bir düǧmeye sahip
olsaydı, dünyada bunu en fazla kullananların bizim insanlarımız olacaǧını
tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Bir yandan suyumuz çekilirken, bir yandan
da o denli gel-gitler yaşıyoruz ki, bize reset düǧmeleri de yeterli
gelmeyebilir. Olsa da küçücük bir “butonumuz” hemencecik bozulurdu. Bazı
rahat veya relax diyebileceǧimiz
insanlarda muhtemelen gizli bir reset düǧmesi olsa gerek. “Yanan dünyanın
içinde dahi yorganları olmayan” bu insanların böylesi kaygıları yoktur. Onlarda
mucizevi bir şekilde “med-cezirler”
yaşanmaz. Kimileri için de, reset düǧmeleri, her kahırlanmanın-sıkıntının
veya kıyıcıǧında-köşeciǧinde “kimsenin tavuǧuna kış demediǧi” halde gelip,
kendisini bulan acıyı başından savmak için alkole, sigaraya veya başka
baǧımlılıklara başvurmak gelir ki, bu alışkanlıklar su seviyesinin daha çabuk
aşaǧılara çekilmesinden, kendi kendine zarar vermekten başka işe yaramaz. Bu
yönteme hiç başvurulmaması gerekse de, böylesi bir yaşamı tarz haline getirip,
dünyayı kendilerine cehennem haline getirenlerin sayısı da, ne yazıktır ki az
deǧildir.
Olmayan
reset düǧmemizi, taktırmak, olanaksız gibi gözükse de, yine de insan denilen ve
büyük oranda sudan oluşan organizma, dudak uçuklatacak kadar şaşılası
mükemmellikte bir makinadır. Yeter ki toprak ana gibi, suyu çekilmesin, çölleşmesin.
Bilgi, ilim, dünya nimetleri ve insana has diǧer güzelliklerden yoksun
kalınmasın. Ceviz içi görünümdeki idare merkezlerimiz, beyinlerimiz donanım
fukarası olmasınlar. Sularımız daha uzun bir dönem çekilmesin. Baǧrımızda zümrüt
yeşili alanlarımız, baǧımız bahçemiz, çiçeǧimiz, börtü böceǧimiz alabildiǧine
büyük bir alanda ve her daim olsun. Göz zevkimiz bozulmasın. Gönül ister ki çölleşme
denilen fakirliǧin olabildiǧince uzaǧında olalım. Kalplerimize mutluluk ve
huzur ılık su damlaları halinde damlayarak aksın, bizleri mest eylesin. Çoraklaşan,
yaşlılıǧımızda elden ayaktan düşen, pörsümüş bedenler olunmasın.
Bilim
adamlarının yeni çalışmaları, herhalukarda insan bedeninde bir reset düǧmesi
uygulanmasına yönelik olmalıdır. Sizi bilmem ama, ben böylesi bir buluşun
yapılması halinde; en kısa zamanda bir reset düǧmesi edinmek isterim. Daha her
ne kadar (malum olan yerimin), saǧ veya sol tarafına mı taktıracaǧıma dair bir karar
veremediysem de, dört nala koşan atlılar misali, barbarca üstümüze akın
edegelen, sıkıntılara daha kısa süreler halinde katlanarak, bol sulu bir
şekilde, hayata daha iyi tutunabiliriz. Ve bedenlerimizden istemimiz dışında çekilen
sulara, Nazım’ın bir şiirinin mısralarında, baş kaldırıyı dile getirdiǧi gibi
“gayrık yeter” demek gerekliliǧinin, artık dayattıǧını göz ardı etmemeliyiz.
Evet, ben kararımı verdim. Reset düǧmem sol tarafımda olsun, peki ya sizin?
Aydın Yılmaz
Amsterdam, 16 Şubat 2013