19 Şubat 2013 Salı

RESET DÜĞMESİ


RESET DÜĞMESİ
          
         Harikulade bir organizma olduǧu, sürekli vurgulanan vücudumuzda yer alan iki yüz altı adet deǧişik şekil ve kıvrımdaki kemik veya balenleri diyebileceǧimiz sertlikler; kimi insanı otaǧ, kimisini göçebe çadırı, kimilerini de fethedilemeyen yüksek burçlu bir kale gibi dimdik ayakta tutar. Asıl inanılması güç gelen de (yine insan bedeni ile ilintili olarak); yeni doǧan bir bebeǧin yüzde doksan oranında sudan oluşmasıdır. Anne rahminde, en sevdiǧinin-kendisine can veren varlıǧın karnını art arda tekmeleyen, dünyaya gelmesinin ardından ayak direten, gözlerini açan, avazı çıktıǧı kadar cıyak cıyak aǧlayan, acıkan, çok zaman geçmeden içgüdüsel debelenmelerle kendisini doǧuran koruyucu meleǧinin memelerine kenetlenen, çişini yapan, diǧer yandan bizi bizden alan, oǧlumuz-kızımız, canımızın yongası, ciǧerimizin parçası dediǧimiz, olanca sevgimizle baǧrımıza bastırıp rahatlık duyduǧumuz, paha biçilemeyen-dünyalar deǧerindeki yegane varlıklarımız, kimi zaman kirpi gibi olsalar dahi; “pamuk yavrum” diye okşadıǧımız, sevimli-afacan küçük insanlarımız aslında bir su kütlesidirler.
         Teşekkür ve minnettarlık mahiyetinde “Su gibi aziz ol” söylemi ile taltif eden büyüklerimiz, karşısındakini bu vesile ile onore de etmek isterler. Su misali  aziz olmasını istediǧine, hitab cümlesinin arasına “gibi” kelimesine usturuplu bir yer ayırma yoluyla benzetmeye çalıştıǧı kişi de, zaten suyun bizahiti kendisidir. Bunun çaǧrışımı aynen; “su gibi aziz ol su” dur ki, “gibi” benzetme terimi, fazlalık olarak kalır. Diǧer yandan engin tecrübe sahiplerinin “su hayattır” demelerinde de, bu gereçekliǧin de payı vardır. Canlının yaşı ilerledikçe, bu ıslaklık oranı da diyebileceǧimiz su seviyesi, durmak nedir bilmeyen zaman mefhumu ile birlikte, aşaǧılara iner ve bir anlamda kuruluk artar.Tam anlamı ile önüne geçilemeyen bir kuraklık baş gösterir. İnsan bedeni bütünü itibariyle çoraklaşıp, çölleşir. Yaşlı bir insanda, bebekliǧinde var olan yüzde doksanlık su oranı,  bilindiǧi gibi yüzde ellilere kadar düşer. Gelinen bu negatif aşamanın getirileri, pek iç açıcı deǧildir. Yüzde ellilik su oranı, pek çok sıkıntı ve handikapı da beraberinde getirir. Saǧlıklı yaşamanın, hareket halinde olmanın, önündeki en büyük engelin, insan vücudunda suyunun çekilmesi olduǧu ortaya çıkar.
                Küçük, rengarenk çakıl taşlarının, rekabet içindeki selvi ve kavak aǧaçlarının gölgelerinin dibinden, çıt kırıldım yosunların arasından çaǧıldayıp, bir gelin edası ile süzülüp gelen sularla sevgili misali kucak kucaǧa buluşan, hasretlik gideren topraklar, ne kadar da verimli ve üretkendirler. Hani “insan eksen, insan biter” denilen alanlardır bunlar. Ama, ne zaman ki ana vana kapatılıp,  toprak suya hasret kalırsa, “sadık yarin” de hiç bir işlevi kalmaz. Tesadüfen de olsa, şefkatli kollarının arasına düşen en küçük bitki tohumunu hışımla ortasından çatlatıp, filizlendiremez. Bu güzelliǧin yumuş yumuş minik ellerinden tutup, yeryüzüne çıkararak, güneşin gözlerimizi kamaştıran, o bin bir rengi ve her derde deva olan sıcaklıǧı ile buluşturamaz. Toprak derinden biçare düşüp, marazlı oluverir. Canlıların da, aynen toprakta olduǧu gibi, su yoksunluǧunun baş göstermesi halinde, bu olumsuzluklara maruz kalmaları kaçınılmazdır. Bedenden suların çekilmesi ile tende bin bir tane yaşanmışlıǧın göstergesi olan kırışıklıklar, hatıra bırakmak üzere sökün ederler. Tendeki hasar aynı şekilde tinde de görülür. Dünya güzelliklerini gören cıvıl cıvıl gözler göremez, bin bir türlü melodiyi- sevdiǧinin yıllardır bülbül şakıması olarak duyduǧu sesini, neredeyse duyamaz, lavantalı kokusunu ciǧerlerinin derinliklerine çekemez, yeşilçam filmlerinde olduǧu  gibi, deǧil sahil boylarında, düz yolda dahi ömrünü birlikte tükettiǧi hayat arkadaşını kovalayamaz, kontrolsüz-titeyen ellerle dokunur ki, bu ten artık ütülü bir ipek kumaş olmaktan çıkıp, buruşuk bir bez parçasına dönüşmüştür. Sevginin göstergesi dokunmak olsa da, bundan ne kendisi, ne de sevdiǧi haz alır. Çünkü her iki bedende de sular artık çekilmiştir. Barajda su seviyesi bir hayli aşaǧılara inmiş, her türlü üretim durmuştur.
         İnsan denilen organizma müthiş mükemmelliǧinin yanı sıra, bir o kadar da,  karmaşıktır. Komplike bir yapıda olan pek çok alet, biz canlıların yaşamını kolaylaştırmak adına, günlük hayatımızda yerlerini vazgeçilmez bir şekilde alırlar. Bu aletlerin de insanlarda olduǧu gibi suyu çekilmez ama, miatlarının dolması ile arızalanıp, işlevlerini yerine getiremez hale gelirler. Bu da o aletin ölümü anlamına gelir. Bazen de tamamen bozulmadıkları halde, herhangi bir teknik arızadan dolayı, devre dışı kalırlar. Aparatların büyük bir kısmında, insanlarda olmayan bir özellik var ki, söz konusu ekstra teknik ayrıcalık, aletin yeniden çalışmasını saǧlar. Sözünü ettiǧimiz minik farklılık, çoǧu zaman aletin arka zemininde yer alan, küçücük bir düǧmedir. Bilindiǧi gibi bunun adı “reset” düǧmesidir ki, artık günümüzde bu kelimeden bir fiil dahi türetilmiştir, buna da “resetlemek” denir.
         Her devre dışı kalan aleti günlük yaşamımızda resetleyip, tekrar çalıştırmaya başladıǧımda, böylesi bir lüksün insanlarda neden olmadıǧına hayıflanır dururum. Hani affınıza sıǧınarak, biz insanların da, örneǧin şöyle kıçlarının bir yerlerinde, üstü kırmızıya boyalı bir reset düǧmemiz olsaydı, hiç te fena olmazdı. Her moralimiz bozulduǧunda, bir şeylere üzüldüǧümüzde, birilerine  kahırlandıǧımızda, ne bileyim başımız aǧrıdıǧında, ayaǧımız ansızın tökezlediǧinde, acılar içinde kıvrandıǧımz anlarda; sivri bir uçla reset düǧmemize bastırıp, istediǧimiz verimliliǧi tekrar saǧlayabilseydik, her halukarda çok şey istememiş oluruz kanaatindeyim. Hayata, hiç bir olumsuzluǧa maruz kalmamış gibi, kaldıǧımız yerden sil baştan başlasaydık. Kafalarımızı allak bullak edip, unutulması gerektiǧi halde bir türlü unutamadıklarımızı, böylesi bir butonla sıfırlasaydık. Sıkıntılar, dertler, sorun oluşturan negatif gelişmeler olarak görülen, kapı dışarı etmeye çalıştıǧımız, istenmeyen misafirlikler olarak da adlandırabileceǧimiz kara bulutlu düşünceler, geldikleri gibi çarçabuk çekip, gitselerdi, elbette hiç te fena olmazdı.
         İnsanların en fazla kendi kendisinden yorulduǧu bilinen bir gerçektir. Küçücük bir düǧme, bütün yorgunluklarımızı da alıp, götürürdü. İnsanoǧlu böylesi bir düǧmeye sahip olsaydı, dünyada bunu en fazla kullananların bizim insanlarımız olacaǧını tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Bir yandan suyumuz çekilirken, bir yandan da o denli gel-gitler yaşıyoruz ki, bize reset düǧmeleri de yeterli gelmeyebilir. Olsa da küçücük bir “butonumuz” hemencecik bozulurdu. Bazı rahat  veya relax diyebileceǧimiz insanlarda muhtemelen gizli bir reset düǧmesi olsa gerek. “Yanan dünyanın içinde dahi yorganları olmayan” bu insanların böylesi kaygıları yoktur. Onlarda mucizevi bir şekilde “med-cezirler”  yaşanmaz. Kimileri için de, reset düǧmeleri, her kahırlanmanın-sıkıntının veya kıyıcıǧında-köşeciǧinde “kimsenin tavuǧuna kış demediǧi” halde gelip, kendisini bulan acıyı başından savmak için alkole, sigaraya veya başka baǧımlılıklara başvurmak gelir ki, bu alışkanlıklar su seviyesinin daha çabuk aşaǧılara çekilmesinden, kendi kendine zarar vermekten başka işe yaramaz. Bu yönteme hiç başvurulmaması gerekse de, böylesi bir yaşamı tarz haline getirip, dünyayı kendilerine cehennem haline getirenlerin sayısı da, ne yazıktır ki az deǧildir.
         Olmayan reset düǧmemizi, taktırmak, olanaksız gibi gözükse de, yine de insan denilen ve büyük oranda sudan oluşan organizma, dudak uçuklatacak kadar şaşılası mükemmellikte bir makinadır. Yeter ki toprak ana gibi, suyu çekilmesin, çölleşmesin. Bilgi, ilim, dünya nimetleri ve insana has diǧer güzelliklerden yoksun kalınmasın. Ceviz içi görünümdeki idare merkezlerimiz, beyinlerimiz donanım fukarası olmasınlar. Sularımız daha uzun bir dönem çekilmesin. Baǧrımızda zümrüt yeşili alanlarımız, baǧımız bahçemiz, çiçeǧimiz, börtü böceǧimiz alabildiǧine büyük bir alanda ve her daim olsun. Göz zevkimiz bozulmasın. Gönül ister ki çölleşme denilen fakirliǧin olabildiǧince uzaǧında olalım. Kalplerimize mutluluk ve huzur ılık su damlaları halinde damlayarak aksın, bizleri mest eylesin. Çoraklaşan, yaşlılıǧımızda elden ayaktan düşen, pörsümüş bedenler olunmasın.
         Bilim adamlarının yeni çalışmaları, herhalukarda insan bedeninde bir reset düǧmesi uygulanmasına yönelik olmalıdır. Sizi bilmem ama, ben böylesi bir buluşun yapılması halinde; en kısa zamanda bir reset düǧmesi edinmek isterim. Daha her ne kadar (malum olan yerimin), saǧ veya sol tarafına mı taktıracaǧıma dair bir karar veremediysem de, dört nala koşan atlılar misali, barbarca üstümüze akın edegelen, sıkıntılara daha kısa süreler halinde katlanarak, bol sulu bir şekilde, hayata daha iyi tutunabiliriz. Ve bedenlerimizden istemimiz dışında çekilen sulara, Nazım’ın bir şiirinin mısralarında, baş kaldırıyı dile getirdiǧi gibi “gayrık yeter” demek gerekliliǧinin, artık dayattıǧını göz ardı etmemeliyiz. Evet, ben kararımı verdim. Reset düǧmem sol tarafımda olsun, peki ya sizin?

Aydın Yılmaz
Amsterdam, 16 Şubat 2013



CHARLOTTE CAFE Annem, bildim bileli hasta, ömrü böyle geçti diyebilirim. Lakin bu kez hayli ilerlemiş olan yaşı ile artık uzatmaları oynuyo...