KÜFELİK
“Baharın İlk Sabahları
Tüyden hafif olurum böyle sabahlar
Karşı damda bir güneş parçası,
İçimde kuş cıvıltıları, şarkılar;
Bağıra çağıra düşerim yollara;
Döner döner durur başım havalarda.
Sanırım ki günler hep güzel gidecek;
Her sabah böyle bahar;
Ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum.
Derim ki: `Sıkıntılar duradursun!`
Şairliğimle yetinir,
Avunurum.”
O. Veli Kanık
Dünyanın hangi noktasında yer edinirsek edinelim, bulunduǧumuz yere mahsus etrafımızı sarıp sarmalayan pek çok sorun her daim olacaktır. Hayata gözlerimizi açtıǧımız güzelim toprakların uzaǧında, sürgün hayatı yaşayan bizlerin de, kendimize ve yer aldıǧımız coǧrafyaya özgü, belirli güçlüklerimiz yok deǧildir. Bu zorlukların başında, elbette geldiǧimiz yere ve orada bulunan sevdiklerimize karşı ince bir sızı halinde, yüreǧimizin bir kıyıcıǧında eksik etmediǧimiz özlemimizdir. Bunu sırasıyla üstesinden gelinmesi zor olan, diǧer güçlükler takip ederler ki, onların olmadıǧı bir hayat zaten tasavvur bile edilemez.
Dünyanın hangi noktasında yer edinirsek edinelim, bulunduǧumuz yere mahsus etrafımızı sarıp sarmalayan pek çok sorun her daim olacaktır. Hayata gözlerimizi açtıǧımız güzelim toprakların uzaǧında, sürgün hayatı yaşayan bizlerin de, kendimize ve yer aldıǧımız coǧrafyaya özgü, belirli güçlüklerimiz yok deǧildir. Bu zorlukların başında, elbette geldiǧimiz yere ve orada bulunan sevdiklerimize karşı ince bir sızı halinde, yüreǧimizin bir kıyıcıǧında eksik etmediǧimiz özlemimizdir. Bunu sırasıyla üstesinden gelinmesi zor olan, diǧer güçlükler takip ederler ki, onların olmadıǧı bir hayat zaten tasavvur bile edilemez.
Fakat
var olagelen bu güçlükleri ciddiye almak, bunlar üzerinde sürekli kara kara
düşünmek ve çözüm aramak durumları da kişiden kişiye deǧişiyor. Kimi insan
sorunların içine gark olsa dahi, hiç istifini bozmaz, en ciddi problemlere
doǧru yönelip, bana mısın demez. Biz “pinpirikliler” kişiliǧimizde olmayan bu
rahatlıǧa ve vurdum duymazlıǧa kimi zaman içten içe imreniriz. Biraz olsun,
gamsız olabilmeyi çok da arzuladıǧımız olur. Ama bu yapıda bir karakterimiz
yoksa, nafile. Bu yönde göstereceǧimiz her çaba, hiç bir deǧişikliǧi getirmez.
Gösterdiǧiniz bütün uǧraş yanınıza kar kalır ki, aslında olduǧunuz gibi
kalmanız, çok daha iyidir. İnsanı çileden çıkaran aymazlıǧa, o denli özenmenize
pek de gerek duymamamız, kişiliǧimiz için daha vaz geçilmezdir.
Oysa ara sıra da olsa; kırışık uniformalı, badem bıyıklı postacımızın getirdiǧi mektubu zahmet edip açmamak,
gelen araba cezasını, çok kazanıyormuşuz gibi vergi borcunu, elektrik faturasını
veya kirayı ödememek, bir süreliǧine de olsa her şeyi saman altına çekmek,
bütün girişimler zamanında yapılacak diye, sıkıntı içine girememek, strese
meydan vermemek, ne kadar da anlık rahatlıklar getirecektir. Böyle bir
lüksümüz olmadı ve olmayacaktır. Ne olur ki, verilen randevuya, bir defaya mahsus, görüşmemiz beş yaşında bir çocukla da olsa, yarım saat geç kalsak veya
unutup hiç gitmesek, yer yerinden mi oynar, yoksa dünyanın sonu mu gelir? Yok
efendim yok, asla olmaz, biz buna gelemeyiz. Başkalarını bekletemeyiz, bir
diǧerini hafif de olsa incitemeyiz, gelecek bütün zararın ihalesini, yorgun
savunmamıza paşa paşa yükleriz. Sen kurallara, randevuma, başkalarına karşı
saygıda kusur etmeyeceǧim, ödememi zamanında yapacaǧım diye kendi kendine
hayıflanarak içten içe özünü tüketirken, ara sıra da olsa imrendiǧimiz gamsızlar;
en işlek caddenin ortasına arabalarını park ederler, çok önemli de olsa
sözleştiǧi yere gitmez, gelen haciz ve mahkeme tebligatlarını zahmet
edip, zarfını dahi açmazlar. Efsunlu mudurlar nedir bilinmez, parmaklarını dahi
kıpırdatmadıkları halde, bu kişilikler hiç bir hasara uğramazlar. Kapısı açık arabasına
kimse dokunmaz, günlerce illegal bir şekilde park ettiǧi veya kırmızıda geçtiǧi,
trafikte, çok asosyal bir kabalıkta ve başkalarının hayatını riske atacak halde
yer almalarına karşın, “zatı-alileri” her nedense, polisin gözlerinden ırak
olurlar. Kimileri bunu şans olarak adlandırsa da, çoǧu insan, nereden sökün
ettiǧi bilinmeyen, bahşedilen bu ayrıcalıǧın zerresine sahip olamazlar.
Acaba,
aylarca dünyada ne olup, bittiǧini merak etmemek, bulunduǧun gezegenin herhangi
bir yerindeki, hiç tanımadıǧın, görmediǧin insanların acısını yüreǧinde
hissedememek, açlıktan kıvranan çocukları düşünmemek, kurban seçilip,
sebepsiz yere sırtından kurşunlanan ile sendelememek, derisinin renginden
dolayı bir kafeye dahi alınmayan birinin her şeye ve herkese kahredişini
duymamak, Sunay Akın’ın bir şiirinde yer aldıǧı gibi; bıçakla parçaladıǧın bir elmadan
çıkan kurtcuǧun öz yurduna yaptıǧın saldırıyı görememek, müslümanlıkta söylene
geldiǧi gibi; komşusu aç iken deǧil tok, tıka basa tıkınıp, zıbardıǧı halde
ömrü boyunca islamı savunmak, zümrütler saçan aǧacın, inen baltalarla
iniltisini duymamak, dengesi altüst olan dünyaya, hızla deǧişen iklim
koşullarına seyirci kalmak, kanadı kırık yerde yatan minik serçeyi incitmeden
alıp, minik gagasına öpücük verip, kanadını sarmamak nasıl bir hissiyattır.
Başını
alıp, yitip gitmeli, sıkıntılara dur demeli, yakayı silkelemeli, gayrık yeter mi demeli? Peki bütün
bunların bir yararı olur mu, bilemiyeceǧim. Gamsızlık; yine de ne yazık ki
demeyeceǧim, iyi ki de pek çoǧumuza oldukça dar gelen bir gömlek. Yoksa nice
olurdu dünyanın “pek de iyiye gitmeyen” acınacak hali. Her ne kadar imrensek
de, bizlerin bildiǧimiz yoldan milimlik bir sapma göstereceǧimizi hiç
sanmıyorum. En hafif bir çıkışta da, yanı başımızdaki derin şarampole yuvarlanıp,
kafamızı kolumuzu kırmaktan başka bir seçeneǧimiz olmayacaktır. Ama bazen
hayatın bizleri ne denli yorduǧunu, bazı kısır döngüler ve usandırıcı rutin uǧraşılarla,
inanılmayacak kadar gına getirdiǧi de hepimizin malumudur.
Bilinen
bazı şarkılara da konu olmuştur. “Öyle bir sarhoş olsam ki, dertlerimi unutsam“
gibilerinden, bu hafif dalgalı sulara açılmak insanın içinden geçmiyor
deǧil. Belki bir an için de olsa, girdiǧimiz debdebenin dışında kalır,
beynimizi, yüreǧimizi ve bedenimizi resetlemiş oluruz. Oturduǧum yerde, böylesi bir özentinin akabinde,
hayalimde ayakta dahi duramayacak kadar sarhoşmuşum gibi olur, tökezleyerek
düşe kalka yürür, salyalar akar, gözlerim sonuna kadar açılır, baǧıra çaǧıra
içimden geçenleri avazım çıktıǧı kadar baǧırırım. Dünyayı parmaǧımın ucuyla
yerinden oynatır, süper güçlere dahi kafa tutar ve herkesi buyruǧum altında
bulurum.
Bulunduǧum
ülkede, pazarlardan zengin hanımlarının aldıklarını taşıyan küfeli hamallar
yok. Ülkemde de artık bu yük taşıyan insanlara rastlamak mümkün olmasa gerek.
Yukarıda gözlerimin önünde beliren hayalde, zomluk derecesindeki sarhoşluǧun
ardından, kendimi hep plastik kokan poşetlere doldurulmuş kilolarca domates,
salatalık, elma, portakal yıǧını gibi görür, bir hamalın küfesine konulmuş
şekilde, evin kapısında yere atılmak üzere yol alırken bulurum. Bu hülya aralanıp,
kendime geldiǧimde, göbeǧime ve aǧırlıǧıma bakar, gördüǧüm ütopik rüyamdan
dolayı, bu kilolarla bir insana kendimi taşıtmış olduğumu göz önünde bulundurur
ve yine de bu denli sarhoş kılıp, taşıyamamış olmanın getirisi olan durumdan,
kendimden utanırım.
Bu
dünyadan bir günlük de olsa, her türlü sıkıntıyı takmayacak kadar küfelik olamadan, günü geldiǧinde tıpış tıpış çekip, gideceǧiz. Zaten küfecilik mesleǧi de
yer yüzünden silindiǧine göre, bu hayale gülümseyerek el sallamak zorunluluǧu
ile karşı karşıyayız.
Güzelliklere
özenmeyi yeǧlerken, temennimiz; her türlü sıkıntı ve zorluk bize ulaşılmayacak
uzaklıklarda bulunsun. Aǧzımızda “baharın ilk sabahlarının“ hazzı, yüreǧimiz insani
coşkularla dopdolu ve daha iyi nefes alıp, verdiǧimiz bir ferahlık olsun.
Amsterdam, 13 Mayıs 2013