SU VER LEYLA
Kitlendim. Hem de yüksek burçlu fethedilmez kale kapıları gibi kitlendim. Şifremi
kaybettim. Hiçbir sisteme giremiyorum. Yapılması zaruri olan güncellemeler de bir o kadar büyük bir öneme haiz olduğu halde, şifresizlikle bunu yapmak da ``hak getire." Elimden bir şey gelmiyor. Biçare kalakaldım. Oysa nasıl da özene bezene süt beyazı bir A4 kâğıdına
altın yaldızlı kalemle, büyük puntolarla, hem de kalın harflerle bastıra bastıra yazmıştım. Unutmayayım
diye, hemencecik yan duvardaki kırmızı kadifeli panoya da raptiyeledim. Hay Allah,
bir anlık aymazlığıma gelmiş olmalı ki; kapı ve pencereyi aynı anda açık
bırakınca meydana gelen cereyandan oluşan sert esinti altın yaldızlı şifremi
kaptığı gibi alıp uçurdu. Yakında bulunan maviş denize düşürdü.
Adamlarıma anında emirler
yağdırdım. Keskin komutlarım üzerine dalgıçlar derin sularda kulaç üstüne kulaç attı. Sonunda şifremin
bulunduğu kâğıt bulunup getirildi. Fakat ıslanan kâğıttaki şifremden eser yoktu. Silinip
gitmişti. Bedenim kitlendi. Kollarıma, ayaklarıma, boynuma binlerce kelepçe
takıldı. Gelinen noktada; bütün uğraşıma rağmen bu prangalardan bir tanesini dahi
çözemedim. Kendimi, tıpkı cüceler ülkesinde esir düşen Jonathan Swıft’in kahramanı
Guliver gibi hissediyorum. Aman Tanrım, şifrem olmayınca üst üste kenetlenmedik yerim
kalmadı. Parmağımı dahi milim kımıldatamıyorum. Tamamen devre dışı kaldım.
Sil baştan kendimi “resetlemem”
de mümkün değil. Şifrem olmadan bunu da yapamıyorum. Uçtu gitti. Mavi sulara
düştü. Oldukça karmaşık bir şifre tasarlamıştım oysa. Dost-düşman kimseler
bilmesin, görmesin deyi. Hani "top secret" devlet sırrı cinsinden. Kimileri bedenimin,
kişiliğimin yeniden eski fabrika ayarlarıma dönmem için ne çok da girişimde
bulundu. Allah’tan meyillerinde tam başarılı olamadılar. O fabrika ayarları ki, hepten
gözyaşı, kan revan. Yürek acısı, inim inim inleten yaralardı. Alınan kelleler,
boğazlanan kardeşler, oğullar, babalar ve en yakın akrabalar. Bir anlık hırsla başları
gövdelerinden koparılan binlerce beden. Dini yaymak adına yapıldığı söylenen; istilalar,
yağmalamalar, acıma duygusundan alabildiğine yoksun ganimet paylaşımları ve
talanlar.
Fabrika ayarlarının çok
daha uzağına, güzelliğe, çağdaşlığa, demokratikliğe, insan haklarına, barışa, kardeşliğe ve insani
değerlere daha çok ulaşmaya çalıştıysam da, bugüne değin hep kör-topal,
tökezlemelerle istenilen yere bütün çabalarıma rağmen varamadım. Kimi zaman zapturaptla-postallarla, kimi zaman ırkçı ulusalcı zihniyetlerle ve din kisvesi altında yaşatılan
örümcek ağlarının tamamen sarıp sarmaladığı kafa yapıları ile "sözüm ona varıldığı söylenen" yolun hiç de alınmadığına şahit oldum. Dünyada belki de en çok sorulan soru
bencileyin hakkında oldu. Ağlar mısın, güler misin? “Ne olacak bu memleketin hali?” Özellikle de yudumlanan
aslan sütlerinin ardından ve “kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına”
şarkısının hemen akabinde.
Bedenim
üzerinde bin bir sıkıntıyla yaşama reva görülen halkın tayın ettiği kelli felli muavinler her daim ileri doğru
manevramı sağlayacak viteslerimi devre dışı bıraktılar. Oraya buraya toslatılıp, geri manevrada seyir
etmemi sağlık verdiler. Affınıza sığınarak, tam da halk deyimi ile “Götün götün
gel.” dediler. Farlarımı kırdılar. İleride ne olup bittiğinden beni bihaber kıldılar. Karanlıktan göz gözü görmeyen Ortadoğu bataklığına
kımıltısız-devinimsiz kalacak halde park ettirdiler.
Bilmem, beni bu çıkmazdan-dışlanmaktan kurtaracak, şifremi kıracak demokrasiye, hukuka, bilime, sanata, bütün canlıların ve hatta bitkilerin haklarına saygılı yiğit bir “hacker” bulunur mu? Sil baştan çağdaş dünyanın gidişatına bendeniz
de usul usul ayak uydurabilir miyim? "Gayrık yeter!" Onlarca yıldır; uçsuz bucaksız bir çölde
susuzluktan ölmek üzere olan bir canlı gibiyim. “Su ver Leyla.” diye çığlıklar
atasım var. Susadım. Güzelliklere susadım.
“Komşu komşu hu. Oğlun geldi mi? Geldi. Ne getirdi? İncik boncuk. Kime kime? Sana bana. Başka kime? Kara kediye? Kara kedi nerde? Ağaca çıktı. Ağaç nerde? Balta kesti. Balta nerde? Suya düştü. Su nerde? İnek İçti. İnek nerde? Dağa kaçtı. Dağ nerde? Yandı bitti kül oldu…”
“Komşu komşu hu. Oğlun geldi mi? Geldi. Ne getirdi? İncik boncuk. Kime kime? Sana bana. Başka kime? Kara kediye? Kara kedi nerde? Ağaca çıktı. Ağaç nerde? Balta kesti. Balta nerde? Suya düştü. Su nerde? İnek İçti. İnek nerde? Dağa kaçtı. Dağ nerde? Yandı bitti kül oldu…”
Komşu komşu huuu..... Şifrem nerde? Suya düştü.
Su nerde? Öküz içti!
Amsterdam, 26 Mayıs 2018