22 Ekim 2021 Cuma

ARPACIK KUMRUSU





ARPACIK KUMRUSU

 

 

“Bir sarhoşun gazete 

kağıdına sararak içtiği 

şarap gibi seviyorum seni.

Ulu orta, ama gizli gizli.”   Can Yücel

 

Hava nasıldı? derseniz. Sıcaktı. Yürüdü... Sıcak havada ağır adımlarla yürüdü. Birkaç adım daha yürüdü ve olduğu yerde apansız çakılıp kaldı. İçinden; “İşte bu olur.” dedi . Sevincinden bir bağırmadığı kaldı. Kollarını çocukça çırptı. Yüzünde görülür görülmez bir tebessüm yayıldı. Olan neydi? Ne olacak? Kopuk bir uçurtma gibi kah uçup kah yerlere çakıla çakıla geldiği harman yerinde, bu sıcak yaz gününde üzerine oturmak için aradığı ve nihayet bulduğu büyükçe bir taştı. Bunu hep yapıyordu. Ne zaman kendisini sıkıntılı hissetse buraya gelirdi. Bu düz ve yoğun ayrık otları ile kaplı düz alan, ona kendisini iyi hissettiriyordu. Üzerine oturmayı planladığı taş düz ve kocamandı. Her yanı bahar aylarından kalma nemin etkisiyle zümrüt rengine donanmıştı. 

Çok vakit kaybetmeden, bir arpacık kumrusu gibi yeşil taşa oturdu. Etrafına usulca bakındı. Kimseler yoktu. İnler ve de cinler belki de top oynuyorlardı. Ama o onları göremedi. Onun göremediği Camili Köyünün harman yerinde inlerin ve cinlerin maçı, 3-0 cinlerin galibiyeti ile devam ediyordu. Maçın bitmesine dakikalar vardı.

Çıt çıkmıyordu. Kendisini boşlukta hissetti. İnsanı içine alan, sarıp sarmalayan sıcak bir boşluk. Etrafta tembelce kanat çırpan birkaç eşek arısının vızıltısı duyuluyordu. Bu vızıltıların haricinde, harman yeri adeta ölü sessizliğindeydi. Eşek arıları buradaydı, ama hatırı sayılır çokluktaki Camili Köyünün cümle eşekleri her ne hikmetse bugün harman yerinde değillerdi. Eşek arılarından biri kulağının ardına konmaya cesaret ettiyse de o zamanında yumuk eli ile onu kovdu. Derken bir diğeri bedenine cesurca konmaya yeltendi, İsmo vızıltılı ve şeffaf kanatlı bu küçük yaratığı bu kez de kovmasını bildi. Aksi halde o sivri iğnesini bir yerlerine sokması halinde günlerce acı çekecekti. Üstelik de annesinden bir güzel azar işitecekti. Öyle ya; “Eşek gibi ne işi vardı harman yerinde? Eşek arısı onu sokmasın da ne yapsın? Çünkü hak etmişti.” Anlat bakalım anlatabilirsen. Yüreğinin sızısını ve hissettiklerini annesine nasıl açabilirdi. Yüreğini annesinin avuçlarına koysa, "Aha anacığım buyur bak. Bak da oğlunun yüreğinde neler oluyor?" Anlamazdı. Annesi ve de babası bunu hiç yaşamamışlardı ki. Birbirlerine yakınları tarafında uygun görülmüşlerdi ve evlendirilmişlerdi. Onun için yüreğini açmanın bir faydası yoktu.  Açsa da o bunu elbette ki anlamanın uzağındaydı. “Oğlum senin daha yaşın başın kaç?" diye küplere binerdi. Belki de hemen babasına yetiştirirdi. Ondan sonra; "Ayıkla ayıklayabilirsen Tosya'nın risotto pirincinin taşını."

Harman yeri köyün hemen dışındaydı. Camili Köyünün eşekleri de dünyanın diğer kısımlarında yer alan arkadaşları misali, iştahla otlanmaları esnasında burunlarından art arda “fırrr fırrr” sesleri çıkarıp, bu saatlerde ayrık otlarını büyük eşek dişleri ile çatırtılarla koparıyor olmaları gerektiği halde, bu denli dalgın ve üzgün olmasına rağmen İsmo'nun da dikkatini çekmiş ve bugün görünürlerde bir tanesi dahi yoktu. İsmo elini siper edip eşekleri arandı. Çimlerin yüzeyinde kestane gözlerine tatlı bir menevişlenme belirdi. Bir an ürperdi. Az ileride bulunan köy ilkokulunun gölgelik duvar dibinde birkaç tanesini tembel tembel uzanır halde gördü. Görünen o ki; cümle eşeğin karnı toktu. Uzandıkları yerde keyifleri yerindeydi. Büyük cam gözleri ile birbirlerini süzüyor ve aynı zamanda sohbet ediyorlardı. Sohbet esnasında Katran Eşeğin anlattıkları ile hemfikir olmayan Kercan'ın serde olan eşekliği tuttu, ardından yüksek sesle uzun uzadıya anırıp konuya müdahale etti ve itirazda bulundu. 

“Hayır. Hayır bu asla kabul edilecek bir durum değil. Bence ortada büyük bir haksızlık var. Bendeniz Kercan Eşek olarak nerede bir haksızlık varsa, bunun karşısında durmayı şiar edindim. Güçlü dört ayağım üzerinde dimdik durur, kuyruğumu sallar, kulaklarımı diker, billur gözlerimi belertir ve gerekli olan tavrımı sonuna kadar koyar, direnirim. Kimseler kusura bakmasın. Sonra vay ben görmedim, vay ben duymadım, türünden sızlanmalar hiç olmasın derim. Hepinizin karşısında bunu söylüyor ve bunu duvarının dibinde olduğumuz ilim irfan okulunun bu gri duvarına da toynağımla altını çize çize yazıyorum. Katran Efendi bu tavrından bir an evvel vazgeçmelisin. Bunun sana zararı büyük olur. Kim alınırsa da alınsın. Vız gelir tırıs gider. Eşeklik büyüklüğü bende kalsın.” türünden uzun bir tiratta bulundu. Çok hiddetli görünüyordu. 

Sıcaktı. Yakıcı güneşin etkisiyle İsmo’nun dolgun yanakları İzmir narı gibi kızardı. Ama sıcaklık onun umurunda değildi. Daha on beş yaşına yeni girmiş ve bu yaşında Ankara’da oturan ve akrabalarının kızı Aslı’ya gönlünü kaptırmıştı. Aslı köyde evlerinde annesi ile bir hafta kalmış sonrasında da Ankara’ya evine dönmüştü. Bir hafta boyunca onunla dışarıda oynamış, gülmüş, sevinmiş, koşmuş ve çok çok mutlu olmuştu. Ama Aslı şimdi yanında değildi. Uzaklardaydı. Öyle ki sanki onu yüzyıl öncesinden tanıyor, ama daha dünkü gidişiyle de beş yüz yıldır ondan ayrıydı. Şu an elini uzatsa onun dalgalı saçlarında yumuk eli kaybolmayacaktı. Hayranlıkla baksa, harman yerinde üzerinde oturduğu yeşil taşı andıran Aslı’nın gözlerine duramayacak ve bu bozkırda beliren uçsuz bucaksız bir ormanı andıran gözlerinde kaybolmayacaktı. İşte bu harman yerinde şimdi, onsuz, bir taşın üstüne tünemiş halde yapayalnız ve bir başına kalakalmıştı. Dünya sanki boğazına yapışmıştı. O nedenle soluğu, kendisine iyi geleceğine inandığı bu harman yerinde almıştı. Burası her zamanki gibi genç, ama kederli ruhuna iyi geliyordu. 

Aslı’yı aklından atamıyordu. O her an, her saniye gözlerinin önündeydi. Gülümsüyordu. Çok uzun bir geçmişi olmayan hayatında hiç bir zaman bu denli mutlu olmamıştı. Mutluluğa boğuluyor, denizler ve ırmaklar gibi coşuyor, çağlıyor akabinde de derin bir yardan köpükler, sular ve seller halinde hızla aşağılara düşüyordu. Her düşüşün ardından ürpertilerle kendisine geliyor ve yeni coşma, çağlama ve uçurumlardan aşağı intiharı andıran düşüşlerinin önüne geçemiyordu. Mutluluğu her defasında zirve yapıyordu. Bir saniyesinin dahi geçmesini istemediği, birlikte oldukları bu hafta boyunca Aslı sürekli yanı başındaydı. Yumuk elleri onun kumral dalgalı saçlarında kayboluyor ve zümrüt gözlerinde kayboluyor ve o tutunamadan düşüyordu.

Çok sevmişti onu. Her ne kadar, ona sevdiğini söyleyemediyse de bunu hareketleriyle belli etmişti. O da onu sevmişti. Onunla aynı yaştaydı. Aslı’nın da onu sevdiğinden emindi. Sevmese o kadar kendisine yakın olur muydu? Bir de giderken o ok kirpikleri gizlediği gözyaşları ile top top olur muydu? Olmazdı elbette. O da kendisine karşı güzel şeyler hissediyordu. Aslı'nın kalbindeki yerini kapmıştı. O da seviyordu. Hem de yüreğinin en derininden. Bütün bunları düşünedururken nar gibi kızaran yanaklarının yanı sıra gevrek bir gülümseme de gelip yüzüne oturdu. Dünya o an bir bahar bulutu misali yumuşadı. Harman yeri güllük gülistanlık oldu. Dört bir yanı rengi renk kır çiçekleri sardı. Papatya, gelincik ve bin bir çiçeğe bezeli bir tarlanın ortasındaydı. Kendisine geldiğinde ne yazık ki, Aslı yine yanında değildi. 

Zorunlu okulların açılmasını bekleyecekti. Okulların yeniden açılmasıyla birlikte, o da Ankara’ya gidecek ve böylece yüreğini yangın yerine çeviren Aslı’sını her fırsatta görebilecekti. Böylece giden gelmez olmayacak. Bu korkudan da bir an önce arınmış olacaktı. O nedenle, ilk defa okulların bir an önce açılması için can atıyordu. Yaz tatilinin bir an evvel bitmesini istedi. 

Harman yerinde yavaş yavaş hareketlenmeler görüldü. Uzun bir karınca konvoyu dört bir yandan bulduğu tahıl ağırlıklı ganimetleriyle, askeri bir disiplin dahilinde yuvalarına dönüyordu. Okul duvarının gölgesinde pinekleyen eşekler tartışmalarına noktayı koydular. En nihayetinde aralarında uzlaşı sağlandı. Kercan Eşek liderleri olarak, diğerlerine haksızlıklar karşısında suspus kalmamaları konusunda uyarılarda bulundu, gerekli göz dağını verdi. Sessizce, Camili köyünde olup bitenlere bir kez daha göz atmak için merakla evlerin arasında kayboldular.  Ama İsmo’da herhangi bir hareketlenme olmadı. Tünediği taşın üzerinde, al yanaklarıyla kıpırtısız oturmaya devam etti. 

Akşam vakti sökün etmek üzereydi. Güneş bugün de telaşlı bir vedalaşma hazırlığındaydı. Karşıdaki irili ufaklı tepelerin ardına önce kızıl ışınlarını alabildiğine yaydı ve ardından da her tepeyle şehvetli öpüştü. Helallik istedi. Öyle ya, ola ki; “Gidip gelmemek, gelip görmemek vardı.”

İsmo’nun annesi Fate oğlunu her yerde saatlerce arandı. Konu komşuya sordu. Gören duyan olmamıştı. Bulamadı onu. En son harman yerine bakmak aklına geldi. Küplere binmiş halde, harman yerine doğru köy evlerini ardında bırakmıştı ki, oğlunu ileride karartı halinde gördü. Avazı çıktığı kadar kızgınlıkla bağırdı, çağırdı, küfürler savurdu. Duyan olmadı. Şaşkınlıkla oğlunun yanına geldi. Kulağına hızla yapıştı, koparırcasına kıvırdı. İsmo sol kulağının acı ile yandığını hissetti. Aslı’nın sıkıca tuttuğu elini, duyduğu acıya rağmen bırakmadı. Az ileride dikeldiği yerde İsmo’yu gözetleyen bir tarla faresi Fate’nin korkusuyla yuvasının derinliklerinde kayboldu. Akşam ezanı cami minaresinden köye dalga dalga yayıldı. Büyükcamili Köyünde bir kez daha gün akşam oldu.

 

 

Amsterdam, 22 Ekim 2021

15 Ekim 2021 Cuma

ŞAİRDEN ALINTILAR VE EDİNİLEN İZLENİMLER



ŞAİRDEN ALINTILAR VE EDİNİLEN İZLENİMLER

 

 “Nereye gidersem gideyim seni yürüdüm hep.” der, bir yerlerde memleketlim şair Şükrü Erbaş. İnsanın hep ona, yani, sevdiceğine yürüyor, güzele doğru gidiyor olması gibisi var mı? Yolunuz nereye çıkar veya gideceğiniz yer neresi olursa olsun, gönül ister ki; yöneliminizin sevdiğiniz, canınızdan öte canınızdan yana olmasıdır. İşte o zaman insanın gözüne ne yol görünür, ne de üzerinize çöreklenen yorgunluğu. Düşünüzün hep aşka erişim olması halinde yaşayacağınız güzelliğe diyeceğiniz olmayacaktır.

        Devamla memleketlim aynı şairin bu paragrafda ve ilerleyen satırlarda da dile getirdiği başka güzelliklerde ortaya çıktığı gibi; “Sevincini bir barış, bir bayram sabahı gibi taşıdım içimde.” Koyulduğunuz aşka vuslat yolculuğu esnasında taşıdığınız sevinci aynen şairin belirttiği şekilde yüklenirsiniz.

         “Ağzımdaki meneviş sendin insanlara şiirler okurken.” Güzergahınız esnasında ağzınızdaki meneviş yârin tam da kendisi olduğundan, dilinizden aşk ve coşkuyla sevda şiirleri art arda dökülür. Tam anlamı ile gıpta edilecek bir şölen yaşarsınız. Ruhunuz, ol bedeniniz ve yüreğiniz mest olur.

         “Dönüp dönüp sana geldikçe anladım özgürlüğün aşk olduğunu. Çocuklar dünya karşısında yenik büyüyordu.” Sana doğru sevinç ve coşkuyla koşa koşa gelirken, elbette en büyük aşkın özgürlük olduğunu beyninizde depremler yaşayarak, çok geçmeden fark edersiniz. Ama dünya karşısında yenik büyüyen çocuklar, boynunuzu bir günebakan çiçeği misali bükmeye yeter. Neden kirlenmemiş, kar beyazlığında tertemiz yürekli bu küçük insanların dünya karşısında yenik başlamasına şaşakalır ve onlar için bir şeyler yapma arzusu bir kuş tüyü misali gelir hassas vicdanınızda bir köşeciğe konar. Bu uğurda vermeniz gereken mücadeleye bir Bursa çakısı gibi bilenirsiniz. Büyük insanlığın saflarında, ellerini yüreklerinin üzerinde tutan çok ama çok fazla insanın olması için yüreğinizin umutla çarpmasının önüne geçemezsiniz. Buğulu gözlerinizde Abidin Dino’nun yapamadığı mutluluğun resmini büyük bir güzellikle zorlanmadan ortaya koyarsınız.

        “Kaba adamların kalın sesi örtmüştü ülkeyi.” Ne de çok kalın sesli kaba insanlar vardı bu ülkede. Dört bir yanı ayrık otu gibi sarmışlar, her yanda iğrenç böğürtüleri duyuluyor. İnsanlar böğürenlerin önünde diz çöküyor ve bir bir kaba adamların ardında sürüye katılıyorlar.

        “Güzellik, insanların gelecek düşlerinden çıkmıştı.” Çünkü sürünün gelecek düşleri olmadığı gibi olmayan düşlerde zaten güzelliklerin zerresine rastlanamazdı. Gelecek zifiri karanlıktı.

        “Kimsenin ortak türküsü yoktu ve kimse türküsünü bir başına söyleyemiyordu.” Sürüye katılım yoğundu ve tek ortak türküleri olmadığından, yedi-yirmi dört, koyunlar misali meliyorlardı.

          “Bir yere gitmeden, gelecek birisini bekliyordu herkes.” Sürü dışında kalanlar ise, inisiyatif alıp bir yerlere gitmek ve böğürenlere karşı mücadele etmek yerine, yerlerinde mıhlanıp gelecek birilerini, Godot’yu beklercesine bekliyorlardı. İbrahim Peygamber oğlu İsmail’i gözleri bağlı kurban ediyor, ama göklerden gelip onun kurban edilmesinin önüne geçenler yoktu. Haliyle birilerini beklemek nafileydi.

   “Koro halinde susuluyordu ve yalnızca yüksek sesle konuşanlara inanır olmuştu insanlar.” Kocaman ülkede koro halinde yığınlar, kitleler halinde susuyor, suskunluğun günlerden bir gün onları da bekledikleri sırada derdest edip enselerinde boza pişireceklerinin bilincinde değillerdi. Yüksek sesliler, böğürtüleri ile hak etmedikleri saygıyı görüyordu. Şimdilik sürüye katılanlara dokunmanın uzağında olan yılanlara, binlerce yıl yaşamaları reva görülüyordu.

           “İncelik yalnızlığa dönüşe dönüşe bitmişti.” İnceliğin bu topraklarda mum misali bir anda bitmesi, böğürtü halinde bağıran kaba insanlardan geçilmemesi, incelikli insanların dudaklarını uçuklatıp hayal kırıklığına uğratıyordu. Kaba sabalık diz boyuydu.

           “Kararan gümüşler gibi duracağım.” Kararan gümüşler gibi Godot’yu veya birilerini beklemenin hiçbir faydası olmadığı halde bekleniyor… bekleniyordu. Kararan sadece gümüşler değildi. İnsanların yürekleri de kararıyordu.

           “Kalkıp pencereden hayata bakacağım.” Pencerenizi açtığınızda evinize taze hava doluşsa da yaşadığınız toprakların hayat manzarası aynen böyleydi. Değişen olmuyor, hamamda tas da tarak da farklılık göstermeksizin yerlerini koruyorlardı.

           “Bütün bir ülke özür dilemeyi öğreneceğiz. Lunapark palyaçolarından başka üniforma kalmayacak dünyada. Güzel anılar kadar güzel olacak ölüm…” Ne zaman ki bütün insanlık beş yaşındaki çocuktan, kurttan, kuştan, çakıl taşından, karıncadan, kirpiden, börtü böcekten özür dilemesini bildiği-öğrendiği zaman, insanların üzerlerindeki üniformalara gerek kalmayacak, onlardan bir çırpıda arınacaklar ve ölüm dahi güzel anılar kadar güzel olacak. Yeryüzü, Tanrı tarafında peşinen sunulmuş bir cennete dönüşecek ve öngörülen veresiyeye umut bağlanmayacak. O zaman enselerin karartılmasına gerek kalmayacak!

 

Amsterdam, 15 Ekim 2021


CHARLOTTE CAFE Annem, bildim bileli hasta, ömrü böyle geçti diyebilirim. Lakin bu kez hayli ilerlemiş olan yaşı ile artık uzatmaları oynuyo...