14 Haziran 2019 Cuma

ANNEM





                                                        Foto: Robin Yılmaz

ANNEM

Annem hasta. O yaşlı bedeni ve yüreği bir hayli zamandır yorgun. Orta Anadolu bozkırına öbek öbek köyler halinde serpişmiş olan Heciban Aşiretinden, namı diğer annem “Kör Zewe’nin” kalbi son birkaç yıldır tekliyor ve nefes almakta güçlük çekiyor. Zorlu bir yazma çabası içinde olduğum öykülerimde; eskiden beri anneme köylülerimin de dediği gibi Kör Zewe diye seslenmekte hiç ikirciklenmez ve zorlanmazdım.
Annemin böylesine çok yönlü bir öykü kahramanım, tılsımım ve aynı zamanda ilham kaynağım olmasından dolayı kendimi oldukça ayrıcalıklı hissediyorum. Aramızda sular seller gibi coşkulu bir dostluğumuz, arkadaşlığımız ve göz kamaştıran bir hukukumuz var. Garabete bakın ki; hasta olan bir insana hala "Kör Zewe" demeye devam ediyorum ve ağzıma en acısından isotlar ve biberler sürmekten kaçınıyorum. Aslında yaramaz bir çocuk gibi bunu çoktan hak ettiğimi de biliyorum. Devasa bir anne-oğul dostluğunun varlığından ve yekpareliğimizden söz ediyorum, bu fütursuzluk ondan mıdır dersiniz? Belki de yıllardır edinilen bir kanıksamadır, diye de düşünüle bilinir.
Bu adla hitap ettiğimde asla gocunmaz o. Böylesi bir sorunu yok. Hatta tam tersine gülümser. Ola ki kazara telaffuz ettiğimde, bunu saygısızlık olarak da algılamaz. Ama, şimdilerde annem hasta ve kendisine böyle seslenmeye dilim varmıyor artık. Annemin söylemeye alışık olduğum bu lakabı dilimin ucuna geldiği zaman içimde gürültülerle bir şeyler kopuyor, kırılıyor ve yüreğimde dayanılmaz bir acı hissediyorum bundan sonrasında. Annem hasta artık!
Bir yıl gibi bir zaman dilimi içinde birkaç defa kalp krizi geçirdi. Her defasında onunla birlikte ben de gidip geldim, ölüp ölüp dirildim. Altmış yaşına kırık bir merdiven dayayan ben, bir anda küçüldüm, çocuklaştım.  Şimdilerde tam altı yaşındayım. Ürkek ve acemi gözlerle etrafıma bakınıyorum. İçim ıslansa da, zaman zaman sessizce ağlamaktan kendimi alıkoyamıyorum. Yıkıntılıyım. Ona bir şey olursa bu uçsuz bucaksız dünyada ne yaparım, yapayalnız. El insaf, daha altı yaşındayım. Merhamet dileniyorum senden ey Tanrım!
Aslında hiç büyümedim ki ben, hem onun gözünde ve hem de benim anneme karşı olan hissiyatımda, her daim çocuk kaldım. Oysa hangimiz annemiz karşısında çocukluğumuzu ardımızda bırakmış hissederiz ki?  Renk renk misketlerimiz zulamızda bizi beklerken, ömrümüzü annemiz karşısında böyle süklüm püklüm geçiredururuz.
Küçüğüm ya; okumayı da hecelemelerle yeni yeni söküyorum. "Uyu Ali uyu." okuma fişlerindeki meşhur Ali bana kalırsa çok uyudu, bu kadarı yeter. Dürte dürte zoraki uyandırdım onu. Kahvaltı yapmamış. Birlikte kahvaltı yaptık. Ali’ye geçen hafta ilk defa “topu attırdım.” Şimdilerde Ayşe’ye başarabilirsem “ip atlatacağım.” Saklambaç oyununda bu denli becerisizlik. İnanılır gibi değil. Sobe olmakta üstüme yok. Laf aramızda yaşıtım bir kıza da aşığım. Adını söylemeyeyim. Bende saklı kalsın olmaz mı? Bakla azıcık da olsa ağzımda ıslansın. Biraz ketum kalmanızı diz kırıp rica ediyorum. Merak edip araştırmaya kalkmayın lütfen.
Annem benim. Her canlı böyle çok mu sever annesini? Mesela kirpiler, kurtlar, kuşlar, böcekler, aslanlar, tilkiler, hatta ve hatta kardeşlerim, köyün çobanı Aber, bekçi Memet, Deli Rısto, şairimizden kahraman olarak ödünç aldığım Bursalı Havlucu Recep, "yüz yıldır yalnızlığa" doyamayan Kolombiyalı yağız delikanlı Latino Gabo, Apartheid’in parlayan yıldızı "dark çikolata" Madiba, Monet, Ara Güler, Yaşar Kemal ve diğerleri annelerini benim kadar çok mu seviyorlar veya seviyorlardı? Sanmıyorum. İmkânsız bu. Kıskanırım. Olmaz, olamaz, oldurmam ki! Onu her anımsadığımda; süt köpüğü sularını yüreğimin irili ufaklı dağ ve tepelerinden toplayan, adeta kendi denizini arayan bir sevgi nehri yüksek debisi ile kayalara ve taşlara çarpa çarpa içimde akıp gider. İçim güneş altında kalan bir çakıl taşı gibi ısınır. Bedenime dokunan elim yanar. Onun varlığı ile hayata daha çok tutunurum.
Hastane yatağında bir başına, günlerce öylece yatması içimi lime lime ediyor, derinden acıtıyor. Onun bu hali, hüzünlenen yüreğimi bir beşik misali sallıyor. Kalksın, onlarca yıl öncesinde olduğu gibi elimden tutsun, yine köy meydanına götürsün beni. Amcalarımın çocukları ile oynarken, uzaktan bana baksın, gözetlesin, kollasın, gerçekte ve hayatta da düşmemem için dualar etsin. Ama amcalarımın çocukları benim gibi altı yaşında değiller ki. Elli-altmış yaşlarında onlar. Benimle oynarlar mı ki?
Hiç olmazsa bir tarafa fırlatıversin takılı serum hortumlarını, kutular dolusu kimyasal ilaçlarını. Başında zangoçlar misali bekleyen beyaz gömlekli doktorlara; "Sağ olun, var olun iyileştim ben. Başka hastalara bakın." desin.
Kar beyazı çarşaflı yatağının kenarına usulca oturdum. Kestane rengi gözleri ile uzun uzun hüzün damlayan kestane rengi gözlerimin içine baktı. Kestane diyarının derinliklerinde kayboldum hepten. Konuşmadı. Yüzündeki çizgileri demini iyice almış annem, derin bir suskuya büründü. İçindeki sessizliği merak ettim. Serum takılı elini usulca ve şefkatle titreyen elimin üzerine koydu. Bütün dallarım bir anda göverdi. Suskunluğu bitti. Bakışları ile adeta öyküde olduğu gibi: “Kamber Ateş nasılsın?” diyordu. 12 Eylül döneminde bildiğiniz bir öyküdür, Kamber Ateş öyküsü. Sevindirici olan ben mahkûm değildim ve annem de demir parmaklıklar önünde ziyaretçim değildi. Ama yine de dedim ya;
“Kamber Ateş nasılsın?” diye sordu bana.
“İyiyim annem, iyiyim. Var olasın. Asıl sen nasılsın?” Gözlerini kenetlenen ellerimize indirdi. Nutkum tutuldu. Gözleri yeniden konuştu.
“Kamber Ateş nasılsın?” Sözcükler boğazımda düğümlendi. Bir süre sonra heceler halinde sesim yarım açık tülbendini aralayıp pür dikkat kesilen kulaklarına ulaştı.
“İyiyim annem, iyiyim. Sen nasılsın? Ağrın, sızın var mı? Sen iyiysen ben de iyiyim.” Onun gözleri ile sorduğu soruya benim sesli cevap vermem üzere olabildiğince sevecenliğiyle gülü gülüverdi.
“Kamber Ateş nasılsın?” Onlarca kez daha aynı soruyu sordu. Uzun süre, süt beyazı tülbendinin altından taşan dalgalı saçlarına yıllar önce lapa lapa konan ve yaz ortasında dahi erimeyen karlara sessizce bakakaldım. 
…….............................................................................................................
Annem mi? Bütün canlıların anneleri gibi iyidir annem. Yağmur kokulu bir rayiha, bir iksirdir. Yumruk kadar yüreğinde eksik olmayan nevbahara dünyayı sığdırmakta şaşılası hünerdedir. Güzelliktir, sıcacık samimiyettir, akrabalıktır, dostluktur, acı paylaşandır, mutluysanız mutlu olandır, gözleri ile gülendir, hayattır ve her şeyden önce insandır. Şimdilerde ölürüm diye korkuyor. Lakin kim korkmaz ki "kalleş ölümden?" Acısı ve tatlısı ile vazgeçilemeyen değil midir yaşamak? Hele bir de ardında benim gibi altı yaşında bir çocuğu bırakmak. Olacak şey mi hiç? Hayır… Hayır… Hiç de adil değil böylesi. Daha dün, bin beş yüzlü yılların sonlarında tırnaklarını kuvvetlice yaşama kenetleyip gitmemekte direnmedi mi, 66. sonesinde hani “Kötülerin Yemen’e kadı olmasına” isyan edip, avazı çıktığı kadar bağıran bizim İngiliz William Shakespeare?
“E… Kardeşim William, Londra nere, Yemen nere?” diye sorsa da cahil.
“İyi ama kötüler kadı olmuş Yemen’e. Nerede kötü varsa karşısındayım.” dese de, meramını anlatamaz ki Shakespeare.
         Ama gelin görün ki, çekip gitmenin ne denli zor olduğunu aynı sonede devamla, iki sihirli dizesi ile bir güzel dile getirmedi mı kendileri?
“Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.”
Tanrıya şükür en nihayetinde bu badireyi de atlattı anacığım. Sevgi ile bakmaya devam ediyor. Gözleri ile konuşuyor. Dost gördüğü herkesi sıcacık bir samimiyetle buyur ediyor yanı başına. Yeri doldurulamaz manevi gölgemiz olmaya devam ediyor. Onun duldasında kalmak bize bir hayli iyi geliyor. Ve annem beş yüz yıl daha da var olacak. İnsanların hatırını bütün candanlığı ile soracak.
Gözleri ile gülecek, sevgi ile etrafına bakınacak. Çaylar, şerbetler ve patentli-üstü tavuk butları ile bezeli, tereyağlı Kürt Pilavı sunumu devam edecek anacığım. Bol köpüklü ayran ve kuru soğan da eksik olmayacak. Hadi çekinmeyin buyurun. Afiyet olsun. Herkese yeter bu dünya. Herkese yer var bu sofrada. Her daim var olsun analar!       


Amsterdam, 14 Haziran 2019  

CHARLOTTE CAFE Annem, bildim bileli hasta, ömrü böyle geçti diyebilirim. Lakin bu kez hayli ilerlemiş olan yaşı ile artık uzatmaları oynuyo...