28 Mayıs 2019 Salı

AGNES





AGNES

Küçük salaş restoranında işlerinin gidişatı hiç de fena değildi. Öyle ki, yoğunluktan bir sigara içimi kadar olsun başını kaşıyacak vakti yoktu. O dişi ve tırnağı ile bir yerlere getirmeye çalıştığı mütevazi restoranının bir tarafını yemek paket servisi yapmak isteyenlere ayırmıştı. Arkada kalan bölümde ise yaklaşık kırk kişilik bir restoran vardı. O gün de bir kez daha akşam yemeği vakti gelip çattığı zaman müşterileri söz birliği etmişlercesine bu mekâna bir anda yine doluşuverdiler.
Dışarıda; yeni bir yılı daha her geçen gün olanca şaşaalı kutlamaları ile yaklaştıran, aralık ayına has bir soğuk hissedilir oldu. Hafiften ıslık çalan bir rüzgâr kar tanelerini havada belirsiz yönlere doğru savuradurdu. Yaşlılar evlerinin cam kenarında oturdukları yerden karın yağışını ve gelip geçen insanları kahvelerini yudumlayıp pür dikkat izliyorlardı.
          Restoranının vitrininde çelik ve toprak kaplara tepeleme doldurulan yemeklerden yükselen duman ile birlikte aynı zamanda iştah açan kokular yayılıyordu. Hollandalı müşteriler gözlerine hitap eden birkaç yemekten azar azar alıyorlar ve damaklarında çok farklı bir haz bırakan Halil’in Akdeniz mutfağını da seviyorlardı.
Yemek bölümünde küçük bir bekleme kuyruğu oluştu. Halil müşterileri ile her zaman olduğu gibi tek tek ilgilendi. Derken sıra altın sarısını andıran dalgalı saçları ile otuzlu yaşlarda bir bayandaydı. Halil ilk defa gördüğü bu güzellik karşısında durakaldı. “Gözlerini su içen bir tavuk misali bir müddet havada tuttu.” Anlamsızca boşluğa gülümsedi. Ardından bakışlarını istemeden tekrar yemeklerin dizili olduğu vitrine indirdi. Etkisi altında kalığı kadının istediği yemekleri işaret eden siyah ojeli ince uzun parmağını takip etmeye koyuldu.
Halil çatallaşan sesi ile sorulanlara cevap verdi. Bir çantaya koyduğu yemekleri alan siyah ojeli kadın soluğu restoranın dışında aldı. Halil bütün benliğini kaptırdığı bu güzelliğin ardından bakakaldı. Çok güzeldi. Daha önce böylesi bir güzellik görmemişti ve kendisini hiç böyle hissetmemişti. Adeta çarpılmıştı. Vurgun yemişti. Bu etkilenmeden kendisi de şaşakaldı. Ol içini anlam veremediği anlamsız buruk bir dalga yaladı.
Yemek sırası gelen karşı komşusu Fred’in iyi “akşamlar dileği” ile kendisine gelen Halil, şaşkınlığını üzerinden atamadan aynı dilekte zoraki bulundu. Fred de Halil’i hiç bu kadar dalgın görmemişti. Halil sarı saçların ardından yemek buğularına katılıp buharlaşıp uçmuş gibiydi. Kendisini toparlaması oldukça zor oldu. Yemek seçmek üzere tezgâhına uzanan her elin parmakları gözüne uzun ve siyah ojeliymiş gibi gözüktü.
O günün hemen ardından adını bilmediği, ama aldığı yemeklerle birlikte her defasında kendisini de adeta alıp giden kadını “acaba yarın da gelir mi” diye düşündüğü vakitler içi ısındı. Tuhaf bir şekilde başı döndü. Devresi gün erken vakit restoranının kapısını açtı. Bir çırpıda hazırlıklarını tamamladı. Nefis yemek kokuları yeniden mekânına doluştu. Sabırsızca ve merakla beleren kestane rengi gözleri ile beklemeye koyuldu.
Alaca karanlığın bastırması ile yüreğinde bütün uğraşısına rağmen önüne geçemediği kıpırdamalardaki hareketlilik iyice arttı. Kalbi her zamankinden farklı atar oldu. Acaba bugün de gelecek ve onu yine görebilecek miydi?
Adını çok sonradan öğrenebildiği Agnes, o gün ve devam eden günlerde de sürekli gelip Halil’den yemek alır oldu. Halil’in yüreğini yerinden hoplatsa da aralarında istenilen yakınlaşma, karşılıklı sıradan bir merhabalaşmanın ötesine varamadı. Agnes sürekli soğuk ve mesafeli kaldı. Halil ne yapacağını şaşırmış bir halde, bu ulaşılmazlığı aşmak için “bin dereden su getirse” de Agnes bu billur sular benim için mi diye dönüp bakmıyordu. Ta ki o güne kadar.
Uzun süren kış buruşuk, yırtık ve kırık pılı pırtısını toplayıp gitmiş, baharla birlikte buğulanan topraktan göz kamaştıran renkleri ve bin bir çeşidi ile çiçekli bahar kapıyı araladıktan sonra çıkagelmişti. Kuşlar cıvıltıları ile yeşilin her tonuna bezenen ve bir top pıtrağa dönüşen ağaçların dallarında, insanların başını koro halinde döndürüyordu.
Bir Pazar günüydü. Biçimli yüzünün yer aldığı başında büyükçe bir ayçiçeğini andırana saçlarını savura savura Halil’in restoranına daldı. Umutsuz olsa da Halil önlem olsun diye elini bastırarak tuttuğu yüreğindeki debelenmelerle tezgâhının ardına geçti. Bir kez daha siyah ojeli uzun ince parmakların yemek seçimi konusundaki yönlendirmesine kendisini bıraktı. Yemek paketlerinin bulunduğu çantayla çıkmak üzere olan Agnes bir an bir şey sormak üzere Halil’e bakışlarını yönlendirdi.
“Halil Bey, bir şey soracağım ama ne olur kusuruma bakmayın, lütfen.” Halil apansız nar gibi kızardı. Agnes’in kendisine yönelik bir eleştiride bulunacağı hissine kapıldı. Ona olan duygularını, daha doğrusu platonik aşkını acaba çok mu belli ediyordu? Anlaşılan “baltayı taşa vurmuştu.” Hem de hayli sertçe olan bir taşa!
“Bugün Pazar olduğu için dükkânlar kapalı. Acaba rica etsem bana bir rulo tuvalet kâğıdı verebilir misiniz?” Halil’e bu hiç beklemediği istek çok komik gelse de, hemen akabinde büyük bir rahatlama hissetti. Korktuğu olmamıştı. Bir çırpıda bir poşete koyduğu iki adet tuvalet kâğıdını heyecanla Agnes’in eline tutuşturdu. Agnes hayranlık bırakan yüzünde yine bir o kadar hayranlık uyandıran bir gülümseme ile boncuk mavisi gözlerini kırpıştırarak teşekkür etti. Halil adeta eridi. Çok mutluydu. Aylar sonra garip bir vesile ile de olsa bir iki kelime konuşabilmişti. Şimdilik bu kendisi için büyük bir avuntuydu.
İnsanın içini dahi ıslatan yağmurlu ve karlı soğuk günler nihayet geride kaldı. Bahar bütün coşkusu ile Amsterdam’da kendisini hissettirmeye koyuldu. Sokaklardaki ağaçları bin bir çiçeğe bezedi. Kanatları, gagaları ve kuyrukları birbirinden süslü kuş cıvıltıları ortalığı alabildiğine sardı. Isınan hava ile birlikte insanların gülen yüzlerindeki gülümsemeler daha belirginleşti. Baharın bir parçası misali olan, kır çiçekleri motifli elbisesinin eteklerini uçura uçura Halil’in restoranın yolunu tutan Agnes, güzelim yemek kokularının buram buram yayıldığı açık olan kapıdan altın sarısı perçemini düzeltip, adımlarını içeri doğru attı.
Halil o gün daha bir itinalı giyindi. Tıraş oldu. Kokular süründü. Etrafı toparladı. Vitrinin üzerine büyükçe cam bir vazoya her biri neredeyse avucundan taşacak büyüklükte kızıl güller yerleştirdi.
Agnes büyük bir gülümseme ile Halil’e şimdiye kadar olagelenden farklı olarak sıcacık bir merhaba dedi. Halil’in gülümsemesi ve merhabasının sıcaklığının da Agnes’ten geri kalır yanı yoktu. Agnes bütün güzelliği ile yemek tezgâhının önünde dikeldiği yerden bir kez daha perçemini çekiştirdi. Heyecanla bekleyen Halil’e seslendi.
“İyi akşamlar. Nasılsınız? Dün akşamki yemek oldukça lezzetliydi. Ellerinize sağlık. Ben sizin yemeklerinizin müptelası oldum. Tekrar teşekkür ederim.” Ne diyeceğini ve nasıl hareket edeceğini şaşıran Halil yine de kısa sürede kendisini toparlamasını bildi. Sanki çok sevdiği birisi, onu sırtlayıp  güneşe koymuş gibi hissetti kendisini.
“Ben teşekkür ederim. Beğendiğinize çok sevindim. Bu bizim için bir onurdur. Damak zevkinize biraz da olsa hitap edebiliyorsak ne mutlu bize.”
“Ondan şüpheniz olmasın. Kesinlikle çok güzel.” Halil konuşmayı sürdürmek adına bir muziplik yapmak istedi ve tekrar söze girdi.
“Peki, tuvalet kâğıdımız nasıldı? O da yumuşaklığı ile beğeninizi aldı mı?” Agnes kendisinden beklenmeyecek bir kahkaha ile restoranı inletti. Patronlarının hovardalık manevralarına merakla kulak kabartan Aşçı Hüseyin ve garson Saliha da gülenler arasındaydı.
Halil ortamın yumuşadığını görünce, Agnes’e bir kahve içmek için vaktinin olup olmadığını sordu. Agnes hemen kabul etti. Restorandaki yuvarlak masaya oturdular. Halil titrek ellerle kendisinin sabah yaptığı elmalı turtadan bir parça ve iki fincan kahve ile çıkageldi. Mis gibi kokan kahvelerini yudumlayıp uzun uzadıya sohbet ettiler. Güldüler, gülüştüler.
Çok geçmeden flört etmeye başladılar. Bir sonraki baharda da dünya evine girdiler. Melez bir kız ve bir oğulları oldu. Hayatta bir tuvalet kâğıdının nelere kadir olabileceğine şaşkınlıkla, şimdilerde ömürleri yettiği zamana kadar mutlu mesut bir yaşam sürdürüyorlar. Yuvalarından hiçbir zaman kanatlanıp uçup gitmemesi için mutluluğun kanatlarını, ellerini ve ayaklarını sıkı sıkı bağladılar.

Amsterdam, 28 Mayıs 2019


CHARLOTTE CAFE Annem, bildim bileli hasta, ömrü böyle geçti diyebilirim. Lakin bu kez hayli ilerlemiş olan yaşı ile artık uzatmaları oynuyo...