AGNES
Küçük salaş
restoranında işlerinin gidişatı hiç de fena değildi. Öyle ki, yoğunluktan bir sigara
içimi kadar olsun başını kaşıyacak vakti yoktu. O dişi ve tırnağı ile bir yerlere getirmeye çalıştığı mütevazi restoranının bir
tarafını yemek paket servisi yapmak isteyenlere ayırmıştı. Arkada kalan bölümde
ise yaklaşık kırk kişilik bir restoran vardı. O gün de bir kez daha akşam
yemeği vakti gelip çattığı zaman müşterileri söz birliği etmişlercesine bu mekâna
bir anda yine doluşuverdiler.
Dışarıda; yeni bir yılı daha
her geçen gün olanca şaşaalı kutlamaları ile yaklaştıran, aralık ayına has bir
soğuk hissedilir oldu. Hafiften ıslık çalan bir rüzgâr kar tanelerini havada belirsiz
yönlere doğru savuradurdu. Yaşlılar evlerinin cam kenarında oturdukları yerden karın yağışını ve gelip geçen insanları kahvelerini yudumlayıp pür dikkat izliyorlardı.
Restoranının vitrininde çelik ve toprak kaplara tepeleme doldurulan yemeklerden yükselen duman ile birlikte aynı zamanda iştah açan kokular yayılıyordu. Hollandalı müşteriler gözlerine hitap eden birkaç yemekten azar azar alıyorlar ve damaklarında çok farklı bir haz bırakan Halil’in Akdeniz mutfağını da seviyorlardı.
Restoranının vitrininde çelik ve toprak kaplara tepeleme doldurulan yemeklerden yükselen duman ile birlikte aynı zamanda iştah açan kokular yayılıyordu. Hollandalı müşteriler gözlerine hitap eden birkaç yemekten azar azar alıyorlar ve damaklarında çok farklı bir haz bırakan Halil’in Akdeniz mutfağını da seviyorlardı.
Yemek bölümünde küçük bir
bekleme kuyruğu oluştu. Halil müşterileri ile her zaman olduğu gibi tek tek
ilgilendi. Derken sıra altın sarısını andıran dalgalı saçları ile otuzlu yaşlarda bir
bayandaydı. Halil ilk defa gördüğü bu güzellik karşısında durakaldı. “Gözlerini
su içen bir tavuk misali bir müddet havada tuttu.” Anlamsızca boşluğa
gülümsedi. Ardından bakışlarını istemeden tekrar yemeklerin dizili olduğu vitrine
indirdi. Etkisi altında kalığı kadının istediği yemekleri işaret eden siyah
ojeli ince uzun parmağını takip etmeye koyuldu.
Halil çatallaşan sesi ile
sorulanlara cevap verdi. Bir çantaya koyduğu yemekleri alan siyah ojeli kadın soluğu
restoranın dışında aldı. Halil bütün benliğini kaptırdığı bu güzelliğin
ardından bakakaldı. Çok güzeldi. Daha önce böylesi bir güzellik görmemişti ve kendisini hiç
böyle hissetmemişti. Adeta çarpılmıştı. Vurgun yemişti. Bu etkilenmeden kendisi de şaşakaldı. Ol içini
anlam veremediği anlamsız buruk bir dalga yaladı.
Yemek sırası gelen karşı
komşusu Fred’in iyi “akşamlar dileği” ile kendisine gelen Halil, şaşkınlığını
üzerinden atamadan aynı dilekte zoraki bulundu. Fred de Halil’i hiç bu kadar dalgın
görmemişti. Halil sarı saçların ardından yemek buğularına katılıp buharlaşıp
uçmuş gibiydi. Kendisini toparlaması oldukça zor oldu. Yemek seçmek üzere tezgâhına
uzanan her elin parmakları gözüne uzun ve siyah ojeliymiş gibi gözüktü.
O günün hemen ardından
adını bilmediği, ama aldığı yemeklerle birlikte her defasında kendisini de
adeta alıp giden kadını “acaba yarın da gelir mi” diye düşündüğü vakitler içi
ısındı. Tuhaf bir şekilde başı döndü. Devresi gün erken vakit restoranının
kapısını açtı. Bir çırpıda hazırlıklarını tamamladı. Nefis yemek kokuları
yeniden mekânına doluştu. Sabırsızca ve merakla beleren kestane rengi gözleri
ile beklemeye koyuldu.
Alaca karanlığın bastırması
ile yüreğinde bütün uğraşısına rağmen önüne geçemediği kıpırdamalardaki
hareketlilik iyice arttı. Kalbi her zamankinden farklı atar oldu. Acaba bugün
de gelecek ve onu yine görebilecek miydi?
Adını çok sonradan
öğrenebildiği Agnes, o gün ve devam eden günlerde de sürekli gelip Halil’den
yemek alır oldu. Halil’in yüreğini yerinden hoplatsa da aralarında istenilen yakınlaşma,
karşılıklı sıradan bir merhabalaşmanın ötesine varamadı. Agnes sürekli soğuk ve
mesafeli kaldı. Halil ne yapacağını şaşırmış bir halde, bu ulaşılmazlığı aşmak
için “bin dereden su getirse” de Agnes bu billur sular benim için mi diye dönüp
bakmıyordu. Ta ki o güne kadar.
Uzun süren kış buruşuk, yırtık ve kırık pılı pırtısını
toplayıp gitmiş, baharla birlikte buğulanan topraktan göz kamaştıran renkleri
ve bin bir çeşidi ile çiçekli bahar kapıyı araladıktan sonra çıkagelmişti. Kuşlar cıvıltıları ile yeşilin her tonuna bezenen ve bir top pıtrağa dönüşen ağaçların dallarında, insanların başını koro halinde döndürüyordu.
Bir Pazar günüydü.
Biçimli yüzünün yer aldığı başında büyükçe bir ayçiçeğini andırana saçlarını
savura savura Halil’in restoranına daldı. Umutsuz olsa da Halil önlem olsun diye
elini bastırarak tuttuğu yüreğindeki debelenmelerle tezgâhının ardına geçti. Bir
kez daha siyah ojeli uzun ince parmakların yemek seçimi konusundaki
yönlendirmesine kendisini bıraktı. Yemek paketlerinin bulunduğu çantayla çıkmak
üzere olan Agnes bir an bir şey sormak üzere Halil’e bakışlarını yönlendirdi.
“Halil Bey, bir şey
soracağım ama ne olur kusuruma bakmayın, lütfen.” Halil apansız nar gibi
kızardı. Agnes’in kendisine yönelik bir eleştiride bulunacağı hissine kapıldı.
Ona olan duygularını, daha doğrusu platonik aşkını acaba çok mu belli ediyordu?
Anlaşılan “baltayı taşa vurmuştu.” Hem de hayli sertçe olan bir taşa!
“Bugün Pazar olduğu için dükkânlar
kapalı. Acaba rica etsem bana bir rulo tuvalet kâğıdı verebilir misiniz?” Halil’e
bu hiç beklemediği istek çok komik gelse de, hemen akabinde büyük bir rahatlama
hissetti. Korktuğu olmamıştı. Bir çırpıda bir poşete koyduğu iki adet tuvalet kâğıdını
heyecanla Agnes’in eline tutuşturdu. Agnes hayranlık bırakan yüzünde yine bir o
kadar hayranlık uyandıran bir gülümseme ile boncuk mavisi gözlerini kırpıştırarak
teşekkür etti. Halil adeta eridi. Çok mutluydu. Aylar sonra garip bir vesile
ile de olsa bir iki kelime konuşabilmişti. Şimdilik bu kendisi için büyük bir
avuntuydu.
İnsanın içini dahi
ıslatan yağmurlu ve karlı soğuk günler nihayet geride kaldı. Bahar bütün
coşkusu ile Amsterdam’da kendisini hissettirmeye koyuldu. Sokaklardaki ağaçları
bin bir çiçeğe bezedi. Kanatları, gagaları ve kuyrukları birbirinden süslü kuş
cıvıltıları ortalığı alabildiğine sardı. Isınan hava ile birlikte insanların
gülen yüzlerindeki gülümsemeler daha belirginleşti. Baharın bir parçası misali olan,
kır çiçekleri motifli elbisesinin eteklerini uçura uçura Halil’in restoranın
yolunu tutan Agnes, güzelim yemek kokularının buram buram yayıldığı açık olan
kapıdan altın sarısı perçemini düzeltip, adımlarını içeri doğru attı.
Halil o gün daha bir
itinalı giyindi. Tıraş oldu. Kokular süründü. Etrafı toparladı. Vitrinin
üzerine büyükçe cam bir vazoya her biri neredeyse avucundan taşacak büyüklükte
kızıl güller yerleştirdi.
Agnes büyük bir gülümseme
ile Halil’e şimdiye kadar olagelenden farklı olarak sıcacık bir merhaba dedi.
Halil’in gülümsemesi ve merhabasının sıcaklığının da Agnes’ten geri kalır yanı
yoktu. Agnes bütün güzelliği ile yemek tezgâhının önünde dikeldiği yerden bir
kez daha perçemini çekiştirdi. Heyecanla bekleyen Halil’e seslendi.
“İyi akşamlar.
Nasılsınız? Dün akşamki yemek oldukça lezzetliydi. Ellerinize sağlık. Ben sizin
yemeklerinizin müptelası oldum. Tekrar teşekkür ederim.” Ne diyeceğini ve nasıl
hareket edeceğini şaşıran Halil yine de kısa sürede kendisini toparlamasını
bildi. Sanki çok sevdiği birisi, onu sırtlayıp güneşe koymuş gibi hissetti kendisini.
“Ben teşekkür ederim.
Beğendiğinize çok sevindim. Bu bizim için bir onurdur. Damak zevkinize biraz da
olsa hitap edebiliyorsak ne mutlu bize.”
“Ondan şüpheniz olmasın.
Kesinlikle çok güzel.” Halil konuşmayı sürdürmek adına bir muziplik yapmak
istedi ve tekrar söze girdi.
“Peki, tuvalet kâğıdımız
nasıldı? O da yumuşaklığı ile beğeninizi aldı mı?” Agnes kendisinden beklenmeyecek bir kahkaha
ile restoranı inletti. Patronlarının hovardalık manevralarına merakla kulak kabartan Aşçı Hüseyin ve garson Saliha da gülenler arasındaydı.
Halil ortamın
yumuşadığını görünce, Agnes’e bir kahve içmek için vaktinin olup olmadığını
sordu. Agnes hemen kabul etti. Restorandaki yuvarlak masaya oturdular. Halil
titrek ellerle kendisinin sabah yaptığı elmalı turtadan bir parça ve iki fincan
kahve ile çıkageldi. Mis gibi kokan kahvelerini yudumlayıp uzun uzadıya sohbet
ettiler. Güldüler, gülüştüler.
Çok geçmeden flört etmeye
başladılar. Bir sonraki baharda da dünya evine girdiler. Melez bir kız ve bir
oğulları oldu. Hayatta bir tuvalet kâğıdının nelere kadir olabileceğine
şaşkınlıkla, şimdilerde ömürleri yettiği zamana kadar mutlu mesut bir yaşam
sürdürüyorlar. Yuvalarından hiçbir zaman kanatlanıp uçup gitmemesi için
mutluluğun kanatlarını, ellerini ve ayaklarını sıkı sıkı bağladılar.
Amsterdam, 28 Mayıs 2019