“FİGARONUN DÜĞÜNÜ”
İstanbul Üsküdar’da sevgili Roman akrabalarımın düğünündeyim. Tekdüze
hayatın getirisi çekilmez olanca sıkıntı, bir anda bilmediğim zulalarına
çekildiler. Büyük bir yükten kurtulmanın geçici rahatlığını bütün bedenimde hissettim. Üzerinde yaşamımızı idame ettirip, bir yandan
da kısa ya da uzun olacağını kestiremediğimiz miadımızı doldurma uğraşımızı
sürdürdüğümüz yaşlı gezegen, apansız prizden fişi çekilmiş gibi durdu. Dünya
alabildiğine nasıl da toz pembeliklere bürünüverdi. Roman akrabalarımın kınalı
ellerinde şavkı apartmanların duvarlarında oynaşan “aynalar ve cımbızlar.” Ne hüzünle düşen
yaprağın, ne de Marmara depremi fobisinin önemi var. Denilen o ki, yaşanacaklar
bugün ve şu an yaşanmalı. Düğünse; krallara layık bir düğün bütün ihtişamı ile
eylenmeli, renga renk elbiseler giyilip, çıkarılmalı diye düşünüyor sevgili
akrabalarım.
Mahallede Roman düğününü görünce kıpır kıpır eden içimin dizginini
elimden kaçırdım. Hayatım boyunca var olagelen mahcup, çocuksu utangaç ve
çekingen hallerimi nasıl olduysa, bir taraflara atmayı benden beklenmeyen bir
ustalıkla becerdim. Bir anda bu güzel insanların arasında buluverdim kendimi.
Böylesine muhteşem bir şölene ilk defa tanık oluyorum. Adeta Tony Godlief’in
büyük beğeni ile izlediğim Romanları anlatan filmlerinin birinde sıradan bir
figürandım. Aman Tanrım, nasıl bir sihirdir bu, inanılır gibi değil. Bu
insanlar Dünyayı ne kadar da yaşanır kılıyorlar. Tam anlamı ile “vur
patlasın-çal oynasın.” Renkler o kadar göz alıcı ki. Tesadüf bu ya, ben de
bugün pembişlerimi üzerime geçirdiğimden, akrabalarımın yanında, bir nebze de
olsa soluk kalmadığımdan dolayı, kendimi mutlu hissediyorum. Gelin ve damat
öylesine güzeller ki, sormayın gitsin.
Davul ve
klarnet eşliğinde oynanan oyunlar ara sıra es veriyor. Ansızın bir kavgadır
başlıyor. Güzelim küfürler sıcak havada kanatlanıp uçuşuyorlar. Öyle vurma,
kırma türünden şiddet söz konusu değil. Ardından hiç bir şey olmamış gibi,
Roman havası kaldığı yerden devam ediyor. Tekrar rastık çekili albenili gözler
süzülüp, kıvrak göbecikler atılıyor. Gerdanlar kırılıyor. Zarif hareketler ile
eller bir çırpıda havada uçuşuyor. Kaynanalar karşılıklı raks edip, aynı
zamanda da atışıyorlar. Çocuklar kafalarını yukarılara kaldırıp, anne ve babalarını
izlemeye koyuluyorlar. Dünyanın tek sahibi Romanlar. Yer yüzü yuvarlağının dört
bir yanını yurt edinmişler. Gülümsemeler dünyayı gülistanlığa ve bayram yerine
çeviriyor.
“Oynamaya geldik oynamaya
Düğün dernek göbek atmaya
Limoncu derler adıma
Kimseler doyamaz tadıma
Ayılana gazoz bayılana limon
Ayılana gazozu da bayılana limon.”
Ve çok
geçmeden yeni bir kavga için davul ve klarnet kısa bir ara veriyor. Eller
bellere sıkıca konulup, meydan okunuyor. Söz düellosu tam gaz bastırıyor.
Karşılıklı küfürleşmeler başlıyor. Bacaklar “caarrrtt” diye ayrılıyor.
Gelinin
o dillere destan, göz kamaştıran güzelliği, anlatılması güç asaleti, genç
delikanlı dayım-damat Figaro, gururlu, vakur, mağrur duruşlu, nasıl da yağız
bir delikanlı kendisi. Sağ olsunlar, gelin ve damat, her Romanın sol göğsünün
altında yer aldığı gibi; onların gönüllerinde de taht kuran sönmeyen, harlı
özgürlük ateşi, “an”ın ve kuralsızlığın tadı çıkarılarak alabildiğine yaşandığı
yürekleri ile mutluluklarına doğru yol alan arabalarının şoförlüğünü (tekin
olmayan İstanbul trafiğinde) yapmam için beni onurlandırdılar. Güzeller güzeli
zarif Zarife ve hüsnü cemali bir o kadar güzel olan Hüsnü’ye sonsuz mutluluklar
dileği ile… Onlar ersinler muratlarına, biz çıkalım kerevetine!
İstanbul, 30 Ağustos 2016