6 Nisan 2018 Cuma

GURK... GURK

















GURK… GURK

Temmuz ayının o sıcak günü. Öyle ki, safran sarısı yapış yapış, yakıcı bir sıcak. Gök; okyanuslar derinliğinde, geniş ve cam mavisi. Yer yer sonradan tahta bir merdivene çıkılarak göğe iliştirilmiş gibi duran bulutlar, serilen kar beyazı çarşafları andırsa da, yoğun değiller. Güneş bütün şekersi hali ile tombik yanaklarından bal ve şerbetler akıta akıta gülümsüyor. Kova dolusu sütten fırlamışçasına,  beyazlığa bürülü bir güvercin havalanıyor. Karar değiştirmiş olmalı ki, maviş gökyüzünden kopa gelen Ak Güvercin, yeryüzüne doğru apansız pike bir dalış yaptı. Sözüm ona kendince; “Umurum değil.” sıcağın sarılığı dercesine aşağılara daldı. Ak kanatları bir anda alabildiğine safran sarısına bulandı. Birden ağırlaştı, açlık ve yorgunluktan bitap düştü. Ankara'dan Kaman'a doğru giden köy yolunun yanı başındaki, Kör Zewe’nin evinin çatısına kondu, Safran Güvercin. Etrafına bakınıverdi iyice. Düşündü. Heyhat... para etmemişti kanatlarının aklığı. Getirememişti insanlığa zaten; ekmek su kadar gerekli barışı. Belki… Belki safranlığı getirirdi. O an ışık ışık gözlerini usulca kıstı. Baktı uzun uzun uzaklara, pek bir hareketliliğin gözlenmediği Camili Köyü’nden içeri derinlere. Boşluğa gülümsedi adeta.
          Hasat zamanı da olsa şaşırtıcı bir dinginlik hakimdi. Getirisi yoktu artık hasadın. Pür telaş değildi, o yüzden köylüler. Kamyonlar ve biçerdöverler evlerin önlerinde. Yeşil, sarı ve bordo boyalı evlerin aralarında dolanan kasketli adamlar ve gölgede oynayan birkaç çocuk vardı. Az sayıda öbek öbek zerdali, iğde ve dut ağaçları ilişti parlak gözlerine.
“Gurk… Gurk…” dedi önce. Kör Zewe, ad değiştiren Safran Güvercin içsin ve yesin diye, bir tas su ve bir avuç darı koydu balkonun bir kıyıcığına. Ardından, gören tek gözüyle hayranlıkla misafirinin kanatlarına baktı. Çok güzeldi doğrusu. Görülmemişti, hiç böylesi. Misafir gagasını yere ‘tak tak’ vurdu. İndiriverdi darıları iştahla bir bir boş kursağına. Doydu. Bir ‘ooh…’ çekti. Sonrasında, daldırdı nazlı gagacığını küçük emaya tasa. Yudum yudum ıslattı gırtlağından içerisini. Kaldırıp başını her defasında, baktı boncuk mavisi göğe. Haylazlığı tuttu, kendisini alıkoyamadı, kanadıyla işmar etti, göz kırptı Tanrı’ya.
Burnunun dibinde bir karınca bitiverdi aniden. Kursağı darı dolu Safran Güvercine doğru seğirtti başını.
“Merhaba sana loo…  Güvercin kardeş. Hoş gelmişsen, sefaları başım gözüm üstüne getirmişsen, ahan da buralara. Nasılsen kurban. İyi misen? Bilirem sen buralı değilsen. Sen Türkçe de bilmirsen. Bir hefte öncesine kadar ben de bilmezdim Türkçe. Övünmek gibi olmasın yani. Ama şimdi her derdimi anletırım. Çok şükür. Artık minnet etmem ona-buna. Kendim anletırım, döndüğünce dilim, neyse ahvalim.” Bu sırada üzerlerinden mavi kanatlı bir kelebek uçuştu. Sırtı siyah benekli bir uğur böceği yanı başlarına kondu. Derin sohbete merakla kulak misafiri oldu. Biraz sonra da, 'kabak tadında' bulmuş olacak ki, havalanıverdi yan taraftaki salkım söğüdün binlerce dalından gözüne kestirdiği birisine kondu.
“Gurk… Guurk… Gurk. “ diye kelam etti, Safran Güvercin.
“Dedim ya bilmezsin canım benim. Kör Zewe Ebem öğretti, bana da bu dili, hem de bir hafta gibi bir zamanda. Gelecek hafta da Kürtçe dersimiz var, kısmetse. Kalıcıysan buralarda buyur sen de gel. Her dil bir karıncaysa, senin durumunde de bir güvercin degil mi? Kanatlarının rengi böyle olan, senin gibi bir güvercin hiç görmemişem ömrü hayatımda. Ama çok da hoş bir renk. Eee… Loo…  Biraz da sen anlatsan.”
“Gurk… Guurk… Gurk.”
“Anlamışım. Gurk gurk da gurk… Gurk. Varsın olsun loo. Senin canın sağ olsun. Sohbetine de doyum olmuyor hani. Ha, unutmadan sorayım. Loo… Barış ne zaman? Eli varmaz mı, sağır kulağına. Yeter değil mi artık. Çok üzülüyor Kör Zewe Ebem. Döver dizlerini al kanları akıtılınca insanların. Her ölümle birlikte ağlarız insanlar için. Yalnız insanlar için değil. Sırtında binlerce iğne ile dolanan kirpinin bir dikenin incinmesine, dalı kırılan zerdali ağacına, ayağı topallayan karıncaya, ateşin üzerine dökülen suya dahi acır benim Kör Zewe Ebem. Ee… De hadi loo, anlat sen de biraz.”
“Gurk… Guurk… Gurk.” Utandı Safran Güvercin.
“Anladım. Sen de acıyorsun. Gönlün razı değil. Barış yanlısısın loo… Bilmir miyem sanırsın. Sen çok yaşa, sen var ol emi! Seviyem ben vallah seni.”
“Gurk… Guurk… Gurk.”
“Her şeyin… Vallahi de billahi de her şeyin bir canı var. Yani paralamam kimseleri ve hiçbir şeyi. ‘Canı cehenneme' demem asla. Tam tersine ‘Canı uğurlar olsun cennete derim, her şeyin ve herkesin.”
“Gurk… Guurk… Gurk.”
“İyi, ‘güzel ve doğru’ olan insanların ataları ne der bilir misin?”
“Guuurk…”
“Balam, taşa dokunacaksan elin sıcak mı diye yüreğinin üstüne koy, taşın da canı var.”
“Gurk… Guurk… Gurk.”
“Gurk gurk ya, gurk gurk. Dedim ya lo… sana canı var aha bu toprağın, taşın, ağacın, böceğin ve doğada bulunan her bir şeyin. Bunu sakın unutmayasın. Unutursan yemin billah küserim. Kirvem, sen de gel Kürtçe kursuna olmaz mı? Tam gelecek hafta. Ben tanıştığımıza memnun olmuşum. Şu karşıdaki taşın altı bizim yuvamız. Bize de bekleriz, düşerse yolun günlerden bir gün. Çok konuştum, vallah başın ağrıttım senin. Kusura kalma. Hadi kal sağlıcakla. Alayım izninle bir tane darıcığımı. Varayım, bakayım benim çocuklar ne ederler? Karanlık bastırmadan gideyim. Kocam da hasretle gözler yolumu, ben ince belli, edalı, işveli, narin karıcığının. Kendine iyi bak! Selamlarımı söyle bütün tanıdıklarına.”
“Gurk… Guuuuurrkkkk… Gurk… Gurk.” etti, ardından mutluca havalandı Safran Güvercin. Göğün derinliklerinde, alaca karanlığın serinliği ile birlikte pul pul döküldü safranları yeryüzüne. Bir anda sarımtırak oldu evler, toprak, taş, bağ ve bahçeler. Yeniden özüne döndü, oldu eski Ak Güvercin. Meçhul bir yöne doğru, çırptı ak kanatlarını.
Cami minaresinden akşam ezanının yanık sesi yükseldi. Namaza gitmek için acele etmedi kimse. Kör Zewe basma kumaştan sofra bezini özenle yere serdi. Karşılıklı iki yün minderi koydu. Sofrasını donattı. Ayranlar köpük köpüktü. Onulmaz bir yalnızlık, yine yek başlarınaydılar. Kör Zewe geçse artık şu dizlerimin ağrısı diye düşündü, akabinde. Heyder karısının yüzünde acıyı hissetti. İçi de burkulsa, karnı açtı. Ne garip! Bugün kimsecikler buyur etmemişti diyarlarına, Ak Güvercin’den başka.
Kör Zewe Halil İbrahim sofrasına buyur etti, uzun boylu kocasını. Hüznü devam ediyordu Heyder'in.  Kirpiklerini yere düşürdü. Derin ezik bir hazla oturdu, yer sofrasına. Dalarken kaşıklar tarhana çorbasına, dört koldan, beklenmeyen bir hızla göz kamaştıran kırpık yıldızlar doluştu Camili Köyü’nün gökyüzüne. Uzaklarda bir köpek uzun uzun havladı, ses köyü dolandı, sonrasında kesildi. Ürperti veren bir sessizlik belirdi. Ama tarhana çorbası nefisti.

Amsterdam, 6 Nisan 2018

CHARLOTTE CAFE Annem, bildim bileli hasta, ömrü böyle geçti diyebilirim. Lakin bu kez hayli ilerlemiş olan yaşı ile artık uzatmaları oynuyo...