18 Ocak 2016 Pazartesi

BULGUR PİLAVI






BULGUR PİLAVI

Yaşadığımız gezegenin şekli, mah cemali ve de şemalı hakkında, uzun bir zaman öncesine kadar bir hayli yanılgılar yaşandı. Yapılagelen uzun araştırmaların ardından Dünyanın en nihayetinde, çocukların sokaklarda, ardında belirli kurallar dahilinde kan ter içinde koşuşturdukları meşin top misali yuvarlak olduğunda karar kılındı. Bilindiği üzere, bilimden zerre kadar nasiplenmeyi haram sayan gerici, karanlık ve yobaz kişilikler, bilim adamlarının bu oldukça uzun ve yorucu çalışmalarının sonucunda, vardıkları tespitlerin her zaman karşısında yer aldılar. İnsanlık üzerinde yaşamlarını idame ettikleri bu gezegene, bizim diyarımızda Dünya adını verseler de, serpiştirildikleri diğer yerlerde, söz konusu aynı yuvarlağı kastederek kendi dillerine uygun, birbirlerinden farklı isimlendirdiler. Bu gezegenin gerçekten yuvarlak olup olmadığını bir de çok uzaklardan kuş bakışı bakıp, görmek isteyen, teknik olarak ileri, varsıl ülkelerin bilim adamları, kar beyazı garip elbiseler giyip, diğer komşu gezegenlere doğru çeşitli seyahatler düzenlediler.
Aya ve diğer gezegenlere giden astronot ve kozmonotlar, bu zorlu yolculuğa daha çıkmadan önce, bir yol uğrak verdikleri Büyük Camili Köyü’nde, tereyağlı bulgur pilavının çok güzel yapıldığı duyumunu almışlardı. Gidecekleri uzak diyarlarda, duyacakları açlık hissini göz önünde bulundurduklarından, kendilerini tok tutacak farklı bir tad için her defasında bu uzun, hızlı ve boşluğa doğru olan belirsizliğin diz boyu olduğu yolculuğa çıkmadan önce, yollarını bu köye düşürdüler. Buradaki köylü Kürt kadınlarını bir araya toplayıp, onlardan meşhur bulgur pilavının en güzel nasıl pişirileceği konusunda uzun uzadıya tarifler aldılar. Camili’li kadınlar ise görmeye pek alışık olmadıkları bu sevimli, sarışın, uzun boylu, genç, yeşil veya mavi gözlü adamları doğrusu çok sevdiler. Kendi oğullarına sarılır gibi onları kucaklayıp, bağırlarına bastılar. Ellerini tombul göbeklerinde kenetleyip, kısa boyları ile kafalarını yukarılara doğru kaldırıp, bu yeşil veya mavi gözlerle buluştular. Horozlar ve kazlar kesip, misafirlerini en iyi şekilde ağırladılar. Kimileri kızlarını dahi verip, kendilerine damat etmek istedilerse de, bu istemleri ne yazıktır ki, sevimli de olsalar, bu misafirleri tarafından kabul görmedi. Camili’li kadınlar yüreklerinde duydukları acımtırak burukluğa rağmen, damat adaylıklarını kabul etmeyen bu uzun yolun yolcularına, çarşaf gibi açtıkları taze yufka ekmekten, tereyağı ve bulgurdan yolluk olarak koydular. Artlarından kovalar dolusu su döküp, ellerini açıp bildikleri bütün duaları mırıldandılar. Elbette ekmek, tereyağı ve de bulgura karşılık verilen parayı da almayıp, İç Anadolu’nun bozkırında kendilerince temsil etmeye çalıştıkları Kürt kadınlarının, gönüllerinin hoşluğunu, bolluğunu, misafirperverliklerini ve asaletlerini de ortaya koymaktan geri kalmadılar.
Malum yolculuğun ardından, geldikleri gezegenin geniş teras katına çıkıldıktan sonra, büyük bir açlık hissi duyan astronot ve de kozmonotlar, Camili Köyü’nde gördükleri gibi bir yer sofra kurup, bağdaş kurup oturdular. Aldıkları tarife göre pişirdikleri bulgur pilavını, serdikleri yufka ekmeğin üzerine özenle döktüler. Soğanlarını yumruklayıp, burcu burcu kokan yemeklerine kopardıkları ekmeklerini bandırdılar. Bulundukları gezegenin terasından baktıklarında, bir kez daha çok ileride bir yerlerde beliren, zorluklar ile dolu uzun bir yolculuğun akabinde geldikleri gezegenlerinin, gerçekten yuvarlak olduğuna kendi gözleri ile tanık oldular. Soğanların cücükleri üzerinde kavga etmek istemeyen astronot ve kozmonotlar her biri kendisi için birer soğan yumruklayıp, pilavlarını büyük bir iştah ile yediler. Ardından da nar kırmızısı çaylarını yudumlayıp, dinlenmeye geçtiler.
Evet, görünen o ki, söylenildiği gibi Dünya yuvarlaktı. Bu kürenin üzerinde başka benzeri bir yuvarlağı, meşin topunu koşturan çocukların yanı sıra, binlerce yıldır birbirlerinin köklerini kazımak isteyen, ileri yaştakiler de her daim var olageldi. Camili’li Kürt kadınlarının da yer aldığı, yaşadığımız gezegen üzerinde bulunanlar, sürekli ellerine birer tebeşir alıp, sek sek oynayacaklarmış gibi yer yüzünde çizikler oluşturup, çoğu zaman kargacık burgacık olan bu alanları, olanca zorbalıklarını hoyratça ortaya koyup, kendi parselleri, kendi ülkeleri olarak ilan ettiler. Kendilerinin şeytan dairelerini oluşturdular. Aralarındaki ayrışmayı daha da ileri götürmek gayesi ile dillerini, kültürlerini, ruh hallerini, inançlarını, giyimlerini, gelenek ve göreneklerini dahi farklı kıldılar. İnsanlar insanlardan korunmak amacı ile aralarına kendi boylarını aşan duvarlar, setler, yüksek burçlu kaleler inşa edip, mayınlı araziler oluşturdular. Daha sonraları da, tebeşirler ile çizdikleri alanlarına, kimi zaman dinlerini daha geniş bir coğrafyaya yaymak adı altında, kimi zaman da var olan topraklarına yenilerini katmak, diğer yerlerdeki yeraltı ve yer üstü zenginliklerinden faydalanmak istediler. Daha da ileri giderek başka insanları köleleştirip, kendi çıkarları uğruna çalıştırdılar. İstila ettikleri ülkelerin insanlarını günümüzde de vuku bulan büyük vahşetlerle kellelerini, çoğu zaman dini söylem içerikli barbar bağrışlarla bedenlerinden kopardılar. Yüzlerce yıl önceleri yapılanlar, ne yazık ki gelinen bu zaman biriminde yeniden ve daha da canice yapılır oldu. Birileri de kendi çıkarları doğrultusunda bu akıl almaz vahşetleri yapan canavarları besleyip, yön verir oldular.
Astronotlar ve kozmonotlar uzaktan seyreyledikleri, geldikleri yuvarlakta gayri insaniliğin artık diz boyunu çoktan aşıp, boğazlarına değin yükseldiğini ve de neredeyse insanlığı boğacağını gözlemlediklerinden, onların bilim aydınlığı ile dolu, ıpışıl yürekleri üzüntüye gark oldu. Sonrasında, o insanı yelkenlerini indiren derin hüzünlerini bir tarafa bırakıp, kendilerine büyük bir misafirperverlik gösteren, yolluk olarak azıklar koyan ve yollarını dört gözle bekleyen, kısa boylu, tombul, saf ve doğal Camili'li kadınların gözleri değil ama yürekleri ile göreceklerini bildiklerinden, yan yana dizilip, yüzlerinde büyük gülümsemeler ile el salladılar. Yuvarlak olduğu kanıtlanan yer kürenin, Dünya diye adlandırılan kısmında yer alan Camili’li kadınlar da eşarplarını hafif aralayıp, yüzlerini boncuk mavisi gökyüzüne dönerek, bütün sevgileri ile el salladılar. Dünya, yüzeyinde şu anlık var olmaya devam edene onca olumsuzluğa karşın, kendi ritminde beklenen güzelliklere gebe,  dönmeye devam ediyor, Camili Köyü’nde çocuklar harman yerinde, kan ter içinde topun peşinde koşturuyorlar. Maçın skorunu merak ediyorsanız, şimdilik 2-2 devam ediyor.




Amsterdam, 18 Ocak 2016   

11 Ocak 2016 Pazartesi

BEMAL


BEMAL

“Kızmadım hiç elma kurduna,
çünkü bıçağı saplayıp,
giren bendim.
O’nun yurduna.”
                      Sunay Akın


Gün bir kez daha ışıl ışıl aydınlandı. Güneş olanca renklerini her daim yaptığı gibi ihmale mahal vermeden bir çırpıda alabildiğine geniş, alacalı bulacalı değişken kabuklu yeryüzüne serpti. Ama havada yine de bir sabah serinliği vardı. Süleyman kırmızı benekli çefyesini doladığı boynundan usulca çıkardı. Çarşıdaki dükkanları tek tek dolaşıp, satmak üzere aldığı malzemeyi bizzat kendisi seçti. Çarşıda bir dükkanın önüne yığdığı alış verişini Sarı Kız olarak adlandırdığı katırının sırtına yükleyip, özenle üst üste attığı kementlerle sıkı sıkıya bağladı. Yol arkadaşları ile çok zaman kaybetmek istemediklerinden, on köylüsü ile oluşturduğu ekip ile dönüş yoluna çıktılar. Her köylüsünün yükü ucuz buldukları, geldikleri sınırın diğer tarafında, kendi topraklarında satabileceklerine inandıkları çeşitli ürünlerden oluşuyordu. Ürünlerin arasında, kaçak çay, tütün, kol saatlerinden tutun da, yükte hafif, pahada ağır ev eşyalarına kadar farklı gereksinimler vardı. Süleyman’ın köylüleri Bayram, Kasım, Memo, Faruk, Kado, Reşo, Beyro ve diğer arkadaşları bu işi yıllardır yaptıklarından, sermayeleri daha çoktu. Onlar en az dört veya beş katır ile ekipte yer alıyorlardı. Süleyman böylelikle güvendiği, can ciğer olduğu, daha çok sayıda katırı olan arkadaşlarına da yardımcı oluyordu.
Süleyman’nın kaçağa çıkışının üçüncü seferi idi. Fazla bir sermayesi yoktu, ancak çok sevdiği katırı Sarı Kız’a yükleyecek kadar satın alabildi. Bu yükün getirisi elbette fazla olmayacaktı, ama yapacak başka da bir iş yoktu. Evde O’nun yolunu dört gözle, yürekleri ağızlarında bekleyen, aynı zamanda muhtar dayısı Selman’ın kızı, mil yeşili gözlü eşi Güle, kıvırcık saçları kısacık kesilmiş üç yaşındaki kızı Zeliha ve altısından gün alan kepçe kulak oğlu Bawer vardı.
Süleyman’ı bir tek Güle, Zeliha ve Bawer beklemiyordu. Şarjörleri yağlı kurşunlarla dolu, mayınlar misali kayalıkların arkasına saklı, jandarmalar da bekliyordu.
Dönüş yolu, geldikleri gibi oldukça zorlu olacaktı. Bir tarafta jandarma ve diğer tarafta dört bir yana serpiştirilmiş olan, can alan, kafa, kol ve bacak koparıp kurbanlarını ömürleri boyunca sakat bırakan acımasız, ne zaman ve nerede patlayıp, yaşamlarını idame ettirmek için çırpınan, canları büyük bir patlama ile havaya uçuran, üstü örtülü hain bir gizlilikle saklı mayınlar.
Bemal Köyü, garip bir isim de olsa, Kürtçe “evsiz köy” anlamına geliyor. Öyle ki Tanrının bir penaltı atışında, var olan bütün gücü ile sınır çizgisi Zap Suyu yamacına kadar tekmelediği, yirmi beş haneli bir köy. Altmış yaşlarında burma bıyıkları kırlaşmış olan Bemal Köyü muhtarı Selman Dayı da dahil bütün köylülerin tek gelirleri kaçakçılık.
Yaşlı kaplumbağa dağı bütün azmi ve sabrı ile aşsa da, Bemal Köyü de barışın uzağında yer alan bir coğrafyada yer alan kuşun uçmadığı, kervanların geçmediği, ıssız köylerden biri.
Süleyman da Bemal Köyünden. Başka gayesi yok, tek isteği ailesine ulaşmak. Güle’sine aldığı güllü fistanı giydirip, mil yeşili gözlerinin içine bakarak, yanağındaki beni okşayıp, diğer kolu ile de O’nun ince beline dolanmak. Zeliha’ya aldığı sarı saçlı oyuncak bebeğini kucağına vermek, Bawer’e aldığı ve O’nun çok sevdiği itfaiye arabası ile birlikte oynamak tek isteği. 
Sarı Kız ağır yükünün altında iki büklüm zorlansa da, yer yer meşeliklerle kaplı tepeleri ardında bırakıyor. Süleyman’ın arkadaşları sınıra yaklaştıklarından etrafı kolaçan ediyorlar. Jandarmalar, mayınlar gibi saklandıkları yalçın kayalıkların ardında. Titrek parmakları tetiklerde.
Kızgın ve inatçı deve, hörgüçlerini sallaya sallaya hendeği atladı. Bemal Köyü ise yine barışın uzağında kaldı. Semalarında pır pır edip, beyaz güvercinler kanat çırpmadı.
Çok geçmeden kayalıkların ardından saklı hain tüfekler peş peşe patladı. Dağ, taş kurşun sesleri ile inledi. Süleyman "ooy anam" diye inledi. Kızıl kanı bir papatya öbeğinin beyaz yapraklarını al renge boyadı. Güle’nin apansız başı döndü, elindeki tahta kaşık yere düştü. Bemal Köyü Sülaymansız, burma bıyıklı muhtar Selman Dayı damatsız, Güle ersiz, Zeliha ve Bawer babasız, yetim kaldılar.
Meşe ağaçları diplerine derin gölgelerini saldılar. Bemal Köylüleri barışın, kardeşliğin, insanca yaşamın ve huzurun hayli uzağında kaldılar.
Süleyman’ın yanı sıra aynı çatışmada Memo da öldü. O’nun kanları da meşe ağaçlarının serpiştiği kurak topraklara oluk oluk aktı. Güle kocası Süleyman’ın hediye olarak aldığı güllü fistanı giymedi. Onun yerine hep karalar bağladı. Zeliha babasının yadigarı bebeğinin saman sarısı saçlarını okşayıp, annesinin iki dişi kırık tarağı ile uzun uzun taradı. Bawer rüyalarında dahi itfaiye arabasının ardında koşturdu.
Benekli tavşan yuvarlanıp düşmeden Bemal Köyü’nün tepesinden aşağılara indi. Ama güvercin ve zeytin dalları hiç bir zaman Bemal köyü coğrafyasında yer bulmadı.
Binlerce köy barınak sağlıyor bahanesi ile ateşe verilip, bir bir yakıldı. Milyonlarca insan göçe zorlandı. Bemal Köyü’nde Bawer’in evi de yakıldı. Bawer’in yanan evinden düşen molozlar, itfaiye arabasının üzerine düştüler. Uzun uzadıya siren sesleri geldiyse de, Bawer itfaiye arabası ile evinin ve yüreğinin derinliklerindeki kor alevli yangını söndüremedi.
“Beriwan hangi köy senindi,
Şimdi hangi duman senin?”
                   Murathan Mungan
Aslan ile ceylan, kurt ile kuzu, mırmır kedi ile fındık faresi amansız savaşlarını sonlandırıp, barıştılar. Bemal Köyü ve coğrafyasında yer alan milyonlarca insana barışı çok gördüler. Harlanan kaç newroz ateşi etrafında dans edilip, halaylar çekildikten sonra söndü. İstanbul’da, Bemal Köyü’nden Süleyman’ın kepçe kulak oğlu Bawer binlerce susamlı simidi; çatışma, infaz, köy yakmaları, işkence ve insan ölümleri haberlerinin büyük puntolar ile yer aldığı gazete parçalarına sarıp, sattı. Doğa kendisini yüzlerce defa yeniledi. Ayılar inlerinde defalarca kış uykusuna varıp, ardından her bahar uyanıp, hayata yeniden başladılar. Badem ağaçları zor bela fırtınaları atlattılar. Kızıl bereket narları onlarca kez çatladı. Cevizler patır patır yer çekimine karşı koyamadan, toprakla buluştular. Güle, Zeliha ve Bawer barış ortamından yoksun kalakaldılar. Ölenler ile öldürenlerin kardeş olduğu bu diyarda, barış kanadı yaralı bir beyaz güvercin olmaktan kurtulamadı.

Amsterdam, 12 Ocak 2016





CHARLOTTE CAFE Annem, bildim bileli hasta, ömrü böyle geçti diyebilirim. Lakin bu kez hayli ilerlemiş olan yaşı ile artık uzatmaları oynuyo...