"F"
& "K"
On
bir yaşındaydım. O da on bir yaşındaydı. Ve ben onu çok seviyordum. Aynı
sınıftaydık. Oturduğum sıranın bir önünde oturuyordu. Geriye dönüp baktığı zaman; "yüreğimin küçüklüğüne bakmaksızın, oraya ne kadar da kocaman boyutlu ve yoğunluklu bir sevgiyi sığdırmışım meğer." diye şaşakalıyorum. Sevdiğim, ilk göz ağrım, aşkım Fadime’nın saçlarının kokusu gün boyunca ciğerlerime
doluyor ve kendimden alabildiğine geçiyordum. Güzeldi. Belki de dünya
güzeliydi. Gamzeleri nasıl da çukur çukurdu. Dalgalı uzun saçları coşkun şelaleler
misali omuzlarından aşağı hızla düşüyordu. Gözlerim derin ormanların yeşilini
andıran gözlerine ilişmeye görsün, aman Tanrım o ne telaş, elim ayağım
birbirine dolanırdı. Bütün vücudumu mest eden tatlı bir akışkanlık hızla
dolanır ve bir anda kulaklarımı tırmalayan çıtırtılarla, harlı yanan bir odun sobasının ardında
ısınmış gibi hissederdim ol bedenimi.
Henüz
çocuk yaşlarda da olsak, her öğrencinin çoğunlukla bir sevdiği olurdu.
Şimdilerde olduğu gibi. O yaşlarda kızlar ve erkekler, diğer çocuklar
tarafından birbirlerine yakıştırılırdı. Allahtan beni de Fadime’ye uygun
gördüler. Bu yakıştırma bütün okulda ve kasabada ağızdan ağıza yayılınca, ben
de bu söylenti veya yakıştırmadan aldığım cesaretle Fadime’ye yine de yüreğim
ağzıma tıkalı, korku ile yanaştım. Tarifsiz bir sevgi ile bağlı olduğum
ona, masum-çocuksu duygularımı usulca fısıldadım. Bir anda kızardı, bozardı ve sesi garipçe çatallaştı.
Ne yapacağını bilemedi. Şaşkınlıkla bir an bana bakakaldı. Bakışları apansız yere düştü.
Gamzelerinin çukurlukları düzleşti. Sonrasında anlamakta zorlandığım söylenmelerle ardına
bakmaksızın hızla yanımdan uzaklaştı.
Görünen
o ki; baltayı sert bir taşa vurmuştum. Umudum kırılmıştı. Nafile, olmayacaktı. Ama ders zili çalıp sınıfa girdiğimizde, oturduğu
ön sıradan dönüp dönüp her defasında hoş bir gülümseme ile bana bakıverdi. Gülü gülüverdi. Gülü gülüverdim, gerisin. Çok mutluydum. Gururluydum. Güm güm
dövülen göğsüm, aniden beden ölçüsü değişen yüreğime dar geldi.
İlkokulun
bitimine kadar bir yıldan fazla bir zaman Fadime ile çocuk sevgililerdik.
Birbirimize çok yoğun duygular besledik. Dünya sadece onun etrafında dönüyordu.
Baktığım her noktada Fadime’nin dünya güzeli hayali vardı. Okul bitiminde ailem Ankara’ya
taşınınca Fadime ile ayrılık dayattı. Onu kasabada bırakıp şehre gitmek
zorundaydım. Elim, kolum ve kanatlarım kırıldı. Ne yapacağımı bilemiyordum.
Anneme
ve babama; "Fadime’den ayrılamam, burada kalacağım. Siz giderseniz gidin. Umurumda değil, ben sizinle gelmiyorum." diyemezdim. Diyemedim. Yabancısı olduğum bir şehirde o çukur gamzeli
dünyalar güzeli yüzünü görmeden nasıl yaşayacaktım? Oldukça mutsuz, biçare ve
şaşkındım. Aklım başımı terk etti. Kaderin ördüğü amansız ağları parçalamak elimden
gelmedi. Önümde oldukça uzun bir zaman vardı. Her saniyem Fadime ile
geçmeli ve “kıpır kıpır” yüreğim onun yanı başında atmalıydı. Artık on iki yaşındaydık. Kalbimi onun avuçlarına bırakmak istiyordum. Olmayacaktı. Kaderin bir örümcek
gibi ördüğü ağların esiri oldum.
Ayrılık
günü geldi. Erkenden kalktım ve sabahın alacasında Fadime’nin evinin önünde mantar gibi bitiverdim. Babası sabahın köründe işe gittiği için evde değildi. Akşamdan
renkli bir kâğıda özenle paketlediğim bir Kemalettin Tuğcu kitabını ardımda saklı
tutuyordum. Onda bir hatıram kalsın istedim. Heyecanım doruklardaydı. Kapıyı o açtı. Ani bir refleksle ardımda
sakladığım kitabı uzattım. Kitabı aldı ve titreyen yüreğine bastırdı. Bugün
taşınacağımızı biliyordu. Annesine oynamak için dışarı çıkacağını söyledikten
sonra evden koşa koşa uzaklaştık. Başka bir mahallede tanıdık gözlerden
uzaktık. Kapısı açık bir bahçeden içeri daldık. Çok mutlu ve bir o kadar da
hüzünlüydüm.
İlk
defa elini tuttum. İçim ürperdi. Büyük bir korku ile kocaman bir zerdali ağacının altında gamzelerine minnacık birer buse kondurdum. Gözlerinin içi güldü. Sarıldı. Bahçeyi bir anda gözlerinin zümrüt yeşili kapladı. Gözlerim kamaştı. Etrafı hepten papatyalar sarmıştı.
Papatyaların arasında yer yer gelinciklerin narin kızıl çiçekleri ayrı bir renk
katıyordu. İğde, elma ve mürdüm eriği ağaçları çiçeklere bezenmişlerdi. Serçeler sabah
sohbetine çoktan koyulmuşlardı. Yeşil bir halıyı andıran çimlere oturduk. Başımızın üstünde kanatları birbirinden alımlı ve renkli kelebekler uçuşuyordu. Karıncalar bir köprü misali ayaklarımızın üzerinden geçip yiyecek toplamak üzere belirledikleri istikametlere doğru yol alıyorlardı. Uzun süre derin bakışlarımız
birbirine sıkıca kenetli kaldı. Sonrasında titrek elleri ile hediyesini açtı. Kitabin ilk sayfasına
kırmızı kalemle çizdiğim kalbi delen okun bir tarafında “F” ve diğer yanında da
benim adımın baş harfi büyükçe bir “K” çizmiştim. Bizler küçük, aşkımız ise şaşılası bir büyükteydi. Avucunun içi ile çizdiğim kalbi uzun uzun okşadı. Aynı kalbi, dibinde
oturduğumuz zerdali ağacının gövdesine de sivri bir taşla çizdim. Sevdamızı ölümsüz kıldım. Son bir
öpücük verip gözlerimden boncuk boncuk düşen gözyaşlarımla evimin yolunu
tuttum. Fadime o zerdali ağacının altında kalakaldı. Dönüp baktığımda ağacın altına çökmüş ve dönüp bakmıyordu. Belli ki o da en az benim kadar hüzünlüydü. Ardımdan Kemal
diye bağırmadı. Art arda adımlarla hızla uzaklaşan beni bir kez olsun geri çağırmadı.
Uzun yıllar Fadime'den enikonu bihaber kaldım. Yıllar
sonra Fadime’nin kendisinden yirmi yaş büyük omuzu tüfekli bir mahalle bekçisi
ile evlendirildiğini duydum. Mutlu değilmiş. Babasının ve annesinin zoru ile
evlendirilmiş, belli. Çocukları olmamış. Kocasının on ve on üç yaşlarındaki
kızlarının anası olmuş. Omuzlarından düşen kumral-çağlayan saçlarını kocasının çocukları
için süpürge etmiş. Ama diz boyunu aşan mutsuzluğu ile evliliği devam ettiği
halde, o evlerini önünden sürekli gelip geçen burma bıyıklı bir kamyon şoförüne gönlünü
kaptırmadan da edememiş. Bu yasak aşka nerede ince ise orada kopsun deyip bel
bağlamış. Umutlanmış. Kalbi yeniden atmaya başlamış.
Bir
ilkbahar sabahı bahçesinde renk renk sümbüller mis kokularını etrafa salarken
üvey kızları okula, bekçi kocası da omuzunda tüfeği ile mahalleyi teftişe
çıkınca, sevdiği şoför Taner evinin kapısında kamyonunu durdurmuş. Gönül kapısı
açık duran Fadime sevdiğine işmar edip evinin kapılarını da açmış. Sarmaş dolaş
çatırtılarla yanan ve bir zamanlar beni ısıtan odun sobası misali harlı bir
ateşle alev alev yanan aşklarının meyvelerini koparırlarken, bekçi kocası
ansızın evine gelmiş. Olup bitene inanmadığından çifte namlulu tüfeğine
doldurduğu iki fişeği önce Fadime’ye ve ardından da şoför Taner’e sıkmış.
Şoför
Taner’in yarı çıplak kanlar içindeki gövdesi, yine yarı çıplak Fadime’nin kanlı
bedeninin üzerine yığılı vermiş. Bana gelince, evliyim. Fadime adında bir kızım
ve Fırat adlı bir de oğlum var. Mutlu muyum? Bilemiyorum!
Her
ne zaman fırsat bulursam, artık bir tarafında yüksekçe bir binanın yükseldiği
bahçeye gidiyorum. Her yanda çocukluk sevdama dair hatıralar. Saatlerce zerdali ağacının dibinde oturuyor ve gövdesine sarılıyorum.
Kalbimiz zerdali ağacının gövdesinin gelişmesi ile birlikte daha da büyüyüp
çizgileri de derine inmiş. Fadime’nin yıllar önce hatıra kitabına çizdiğim
kalbi okşadığı gibi, içimde buruk bir acıyla ağaçtaki kalbimizi okşuyorum.
Sonrasında yere çömelmiş halde zümrüt gözleri ile bana bakan Fadime’nin derin
gamzelerine birer öpücük konduruyorum. Serçeler sohbet etmiyorlar artık. Gelincikler papatyalara kırmızılık katmıyorlar artık. Küçük adımlarımla, gözlerimden patır patır düşen tuzlu yaşlarla hızla uzaklaşıyorum.
Fadime’nin
beni çağırmamasına hala şaşakalıyorum. Art arda kulağımda iki kez tüfek sesi
çınlıyor ve içimdeki acı köpürüyor. Pürmelal yüreğim suskun ve küskün. Beynimde depremler oluyor. Bir
kez daha kendimde değilim. Dünya dönmüyor. Hıçkırıklarla katıla katıla, bir çukurun derinine gömülen derin çukurlu gamzeler için ağlıyor, ağlıyorum!
Amsterdam, 3 Nisan 2019
https://www.facebook.com/kerem.hikmet.3/videos/10223242823958659/