Komitas Verdapet |
Sanat
kavramı, her ne zaman usuma cemre gibi düşüp, dimaǧımın o küçük,
mavimtırak-dingin, sıǧ göletinde, art arda daireler oluşturduǧunda, ellili yaş
erişiminin sonrasında, görme yetisi optimallikten mesafe alan gözlerimin
önünde, hep yüzlerce çeşit meyve veren tek bir aǧaç belirir. Şaşılacak kadar,
envai çeşit meyve veren, bu ulu çınarın tarifi olası deǧildir. Müzik, tiyatro,
sinema, edebiyat, resim, dans, heykeltıraşlık, her türlü gösteri ve diǧerleri.
Sanat aǧacının kökleri taşa, topraǧa ve devasa kayalara tutunup, derinlikleri
sarıp- sarmalayıp, kucakladıǧından, her daim dimdik ayakta kalır. Fırtınalar,
kar, boran, tipi, tusinami, deprem ve akla gelebilecek bütün doǧal felaketlerin
gücü, bu aǧacı milim etkilemez.
Sözünü
ettiǧimiz sanat aǧacı, öylesine bal-şeker hercai meyveler verir ki; meyvesi
olan ürünler tadıldıkça, duyulan haz; insanın ömrüne ömür katar, bütün hücrelerine işler, mest eder,
stresin - negatif elektriklenmenin diyarına uǧratmaz, görüş açınızı üç yüz
altmış derecelik bir alana yayarken, ufkunuz en güzel görünümüne bürünür,
güzelliǧin, hayat tatlarının bini bir para olur. Bilinen o ki; insanlar için
sanat güneştir, solunan hava, su veya damarlarımızda dolaşan al kandır,
hayattır.
Dokunun, hissedin, dinleyin, görün, okuyun, kaleminizi hareket ettirin,
boyayın, çizin, çamurlara ve taşlara can verin, film karelerinde ve sahnelerde yer alın. Elleriniz sanatın
herhangi bir dalına deǧmeye görsün, artık size rahat yoktur. Büyülenirsiniz,
sanatın o çok güçlü manyetik alanına, durmaksızın dönen çarkına bütün
bedeninizi, ruhunuzu kaptırır, baǧımlı hale gelirsiniz. Yapılan her bestenin,
dillendirilen her melodinin, çizilen tablonun, yontulan her heykelin, yazılan
şiirin, öykünün, romanın, köşe yazının ve diǧer sanat dallarından her hangi birisine
gönül vermeye görün, derin bir kaygı yüreǧinize, beyninize çöreklenir. Ortaya
çıkan her eserin ardından, peki şimdi ne yapacaǧım diye çırpınır, amansız bir
arayış içine girer, malzeme toplar, gecenizi gündüzünüze katarsınız. Üretiminiz
olan eser, önce sizin beǧeninizi hak ettikten sonra rahat bir nefes alırsınız.
Ardından zamanınız, yeniden yeni eserlere gebe kalır. Artık kirlenmeye yüz
tutan, daha çok çıkar saǧlamak için, iklimi ve ekolojik dengesi ile oynadıǧımız
gezegenimize öyle dehalar gelir ki, kimi Beethoven gibi saǧır, kimi Mozart gibi
daha üç yaşındadır, ama dünyanın en önemli müzik eserlerinin altına, altın
imzalarını atarlar. Bu ölümsüz melodiler, daha bugün bestelenmiş gibi yüzlerce
yıl, dünyanın en nezih ve şık salonlarında çalınır, geçen zaman onları şarap
misali yıllandıkça daha büyük bir öneme haiz kılar, takdire şayan olup en büyük
alkışları alırlar. Dinleyicilerini alıp, başka diyarlarda, kırlarda, daǧ
başlarında, mavi göllerin ve denizlerin kıyılarında, ırmak boylarında
dolandırır, ruhunu dinlendirir, rahat bir nefes aldırır, hayata yeniden
başlamış gibi bir his verir, içmeden sarhoş eder, rüyalar alemine daldırır,
yaşamın kaçınılmaz getirisi olan sıkıntılardan bir an olsun arındırır.
Ardından delilik derecesinde Van Gogh gibi bir "deha"
çıkagelir. Dünyanın en harikulade tablolarının altına, milyonlarca fırça
darbesinin akabinde ve kendisine özgü sarı rengini de kullanarak, iddiasız -
mütevazi imzasını atar. Ancak bütün yaşamı boyunca anlaşılmaz, hayatını sürdürebilmek
için de olsa, dünyanın bu en deǧerli tablolarını kimselere satamaz. Aşık olur,
kulaklarını çok seven sevgilisine, başka vereceǧi bir şeyi olmadıǧından, kesip,
paketleyip, fiyonklar- sarar ve armağan eder. Ölümünün ardından, yani iş işten
geçtikten sonra anlaşılır ve insanlıǧa parmak ısırtır ve her tablosu dünyanın
en büyük servetleri arasındaki haklı yerini gelip, alır.
İspanyol asıllı bir ressam olan babası tarafından, resme yönlendirilen
ve arkadaşı Georges Braque ile birlikte “kübizm”in temellerini atan Pablo
Picasso; savaş koşullarında, dünya insanlıǧına, barbarlıǧın korkunç yüzünü
“Guernica” adlı eseri ile teşhir eder, kan emici parazitlere tablolarını ayna
gibi tutup, ne denli iǧrenç olduklarını haykırır .
Şili’li yoksul bir çiftçi ailesinin oǧlu olarak dünyaya gelen Victor
Jara; annesinden öǧrendiǧi gitarı ile Picasso’nun yaptıǧının başka bir
versiyonunu müzik sanatı ile icra eder. Pinochet’in subayları tarafından
yapılan işkencede, gitar çalmaması için önce elleri kırılır, beyni dipçiklerle
parçalanırken, o dudaklarında şarkısını mırıldanmaya devam eder. Öldürüldükten
sonra da, ibret olması için kolları kesilerek, işkence gördüǧü stadyumun
kapısına asılır. Efsane şarkıcı Victor Jara direnişini ve sanatını icra etme
tutkusunu son nefesine kadar sürdürür.
Bertolt Brecht’in Almanya’sında da yaşananlar hiç de iç açıcı değildir.
Dünya insanlıǧının hafızalarından asla silinmeyecek olan vahşetlerin yaşanması
ile Brecht de soluǧu geçici olarak Danimarka’da alır. En kısa zamanda çok sevdiǧi
anavatanına döneceǧini umar. Bu nedenle; orada kalmamak adına, hiç bir
girişimde bulunmaz. “Ceketini asmak için duvara çivi çakmadıǧı gibi, yanı
başında saksıdaki boynu bükük çiçeǧe de su vermez.” Yarın dönecektir nasıl
olsa, ama bu “yarın” sekiz yıllık bir sürgün olur kendisi için. Ve Brecht savaş
karşıtı, mücadele ve aşk şiirlerinin, tiyatro oyunlarının en güzellerini kaleme
alır.
Pablo
Neruda da, Bertolt Brecht ile aynı kaderi paylaşanlardandır. Dünyada buna
benzer binlerce sanatçı, yazar ve çizer yaşadı, ölümsüz eserler verdi.
Ülkemizde de, her ne kadar cikletten çıkar gibi, sanat yaptıǧını
sanan çokça adam, piyasada görüntü
kirliliǧi yaratsa da; yüzümüzü aǧartan pek çok sanatçı, yazar ve çizer yok
deǧil elbette. Kimler yok ki; Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Yaşar Kemal, Orhan
Pamuk, Osman Hamdi, Orhan Kemal, Kemal Sunal, Adile Naşit, Yılmaz Güney, Tatyos
Efendi, Bimen Şen, Tatyos Ekserciyan, Komitas Vardapet ve daha niceleri.
Ermeni
kökenli Komitas Vardapet, 8 Ekim 1869' da Kütahya’da dünyaya gelir. Bir yaşına
geldiǧinde annesini ve on yaşında da babasını kaybeder. Asıl adı Soǧomon Kevork
Soǧomonyan olan Komitas (Gomitas) babaannesinin yanında büyür. Ermeni Kilisesi
ruhban okulunu okur ve oradan papaz olarak mezun olur. Müzik hayatına
girmiştir, onunla içli dışlıdır. Daha sonraları müzik eğitimi almak üzere,
Berlin’de Kaiser Friederik Wilhelm Üniversitesi’nde müzik eǧitimi alır.
Eǧitiminin ardından, bulunduǧu bölgenin bütün kırsal kesimini dolaşarak üç
binden fazla Ermeni halk şarkısını derleyip, notaya döktü. Türkçe, Kürtçe ve
Farsça derlemelerde de bulundu. Komitas Anadolu topraklarının Beethoven’u, Mozart’ı
veya Bach’ıdır. Ancak 24 Nisan 1915 Tehcir Kanunu gereǧince tutuklandı. Pek çok
tanınmış İstanbul’lu Ermeni ile birlikte Çankırı’ya sürgün edildi. Halide Edip
Adıvar, bir kaç aydın ve yabancı diplomat, kendisini kurtarmak için
girişimlerde bulundular. Ne yazık ki, özgür kaldıǧı zaman, Komitas sürgünde
aklını yitirmiştir. Hayatının son yirmi yılını Paris'teki bir sanatoryumda
geçirdi ve dünyaya, şarkılarına, derlemelerine, halkına ve sevenlerine orada
veda etti. Hayatının son on sekiz yılında, bu eşsiz müzisyen ne şarkı
söyleyebildi, ne de o sihirli parmaklarını bir piyanonun siyah-beyaz tuşlarında
gezdirdi. Bu topraklar; bizim Beethoven, Mozart veya Bach‘ımızı kendi elleri
ile yok etti.
Nazım
Türkiyelilerin dillerinde pelesenk olan, aşk ve şevkle okunan yüzlerce şiiri
ile gönüllerdeki tahtına oturdu. O muhteşem bir titizlikle, yan yana getirdiǧi
bal tadındaki kelimelerden oluşturduǧu aşk, sevgi ve kavga şiirlerinden
birinde, yüreǧini parçalayan hasretini aşaǧıdaki dizelerde olduǧu gibi dile getirdi.
“Bir vapur geçer Varna önünden,
uy Karadeniz'in gümüş telleri,
bir vapur geçer Bogaz'a doğru.
Nazım usulcacık okşar vapuru,
yanar elleri..”
Yüzümüzde birer gülümseme olarak yer alan bütün sanatçıların, yazarların
ve çizerlerin eserlerinin yer aldıǧı sanat aǧacına çekinmeden ellerimizi
uzatalım, dunya ekseninin dışına adımlar atmak için, Nazım misali, usulcacık
ulu sanat aǧacının meyvelerini okşayalım. Ellerimiz yanmaz, ama yüreǧimiz
anlatılmaz duygularla sarhoş olur, belki de daha bir insan oluruz.
Amsterdam, 26 Ocak 2013