26 Ocak 2013 Cumartesi

AŞK-I SANAT

Komitas Verdapet
 AŞK-I SANAT        

          Sanat kavramı, her ne zaman usuma cemre gibi düşüp, dimaǧımın o küçük, mavimtırak-dingin, sıǧ göletinde, art arda daireler oluşturduǧunda, ellili yaş erişiminin sonrasında, görme yetisi optimallikten mesafe alan gözlerimin önünde, hep yüzlerce çeşit meyve veren tek bir aǧaç belirir. Şaşılacak kadar, envai çeşit meyve veren, bu ulu çınarın tarifi olası deǧildir. Müzik, tiyatro, sinema, edebiyat, resim, dans, heykeltıraşlık, her türlü gösteri ve diǧerleri. Sanat aǧacının kökleri taşa, topraǧa ve devasa kayalara tutunup, derinlikleri sarıp- sarmalayıp, kucakladıǧından, her daim dimdik ayakta kalır. Fırtınalar, kar, boran, tipi, tusinami, deprem ve akla gelebilecek bütün doǧal felaketlerin gücü, bu aǧacı milim etkilemez.
          Sözünü ettiǧimiz sanat aǧacı, öylesine bal-şeker hercai meyveler verir ki; meyvesi olan ürünler tadıldıkça, duyulan haz; insanın ömrüne ömür  katar, bütün hücrelerine işler, mest eder, stresin - negatif elektriklenmenin diyarına uǧratmaz, görüş açınızı üç yüz altmış derecelik bir alana yayarken, ufkunuz en güzel görünümüne bürünür, güzelliǧin, hayat tatlarının bini bir para olur. Bilinen o ki; insanlar için sanat güneştir, solunan hava, su veya damarlarımızda dolaşan al kandır, hayattır.              
          Dokunun, hissedin, dinleyin, görün, okuyun, kaleminizi hareket ettirin, boyayın, çizin, çamurlara ve taşlara can verin, film karelerinde  ve sahnelerde yer alın. Elleriniz sanatın herhangi bir dalına deǧmeye görsün, artık size rahat yoktur. Büyülenirsiniz, sanatın o çok güçlü manyetik alanına, durmaksızın dönen çarkına bütün bedeninizi, ruhunuzu kaptırır, baǧımlı hale gelirsiniz. Yapılan her bestenin, dillendirilen her melodinin, çizilen tablonun, yontulan her heykelin, yazılan şiirin, öykünün, romanın, köşe yazının ve diǧer sanat dallarından her hangi birisine gönül vermeye görün, derin bir kaygı yüreǧinize, beyninize çöreklenir. Ortaya çıkan her eserin ardından, peki şimdi ne yapacaǧım diye çırpınır, amansız bir arayış içine girer, malzeme toplar, gecenizi gündüzünüze katarsınız. Üretiminiz olan eser, önce sizin beǧeninizi hak ettikten sonra rahat bir nefes alırsınız. Ardından zamanınız, yeniden yeni eserlere gebe kalır. Artık kirlenmeye yüz tutan, daha çok çıkar saǧlamak için, iklimi ve ekolojik dengesi ile oynadıǧımız gezegenimize öyle dehalar gelir ki, kimi Beethoven gibi saǧır, kimi Mozart gibi daha üç yaşındadır, ama dünyanın en önemli müzik eserlerinin altına, altın imzalarını atarlar. Bu ölümsüz melodiler, daha bugün bestelenmiş gibi yüzlerce yıl, dünyanın en nezih ve şık salonlarında çalınır, geçen zaman onları şarap misali yıllandıkça daha büyük bir öneme haiz kılar, takdire şayan olup en büyük alkışları alırlar. Dinleyicilerini alıp, başka diyarlarda, kırlarda, daǧ başlarında, mavi göllerin ve denizlerin kıyılarında, ırmak boylarında dolandırır, ruhunu dinlendirir, rahat bir nefes aldırır, hayata yeniden başlamış gibi bir his verir, içmeden sarhoş eder, rüyalar alemine daldırır, yaşamın kaçınılmaz getirisi olan sıkıntılardan bir an olsun arındırır.
          Ardından delilik derecesinde Van Gogh gibi bir "deha" çıkagelir. Dünyanın en harikulade tablolarının altına, milyonlarca fırça darbesinin akabinde ve kendisine özgü sarı rengini de kullanarak, iddiasız - mütevazi imzasını atar. Ancak bütün yaşamı boyunca anlaşılmaz, hayatını sürdürebilmek için de olsa, dünyanın bu en deǧerli tablolarını kimselere satamaz. Aşık olur, kulaklarını çok seven sevgilisine, başka vereceǧi bir şeyi olmadıǧından, kesip, paketleyip, fiyonklar- sarar ve armağan eder. Ölümünün ardından, yani iş işten geçtikten sonra anlaşılır ve insanlıǧa parmak ısırtır ve her tablosu dünyanın en büyük servetleri arasındaki haklı yerini gelip, alır.
          İspanyol asıllı bir ressam olan babası tarafından, resme yönlendirilen ve arkadaşı Georges Braque ile birlikte “kübizm”in temellerini atan Pablo Picasso; savaş koşullarında, dünya insanlıǧına, barbarlıǧın korkunç yüzünü “Guernica” adlı eseri ile teşhir eder, kan emici parazitlere tablolarını ayna gibi tutup, ne denli iǧrenç olduklarını haykırır .
          Şili’li yoksul bir çiftçi ailesinin oǧlu olarak dünyaya gelen Victor Jara; annesinden öǧrendiǧi gitarı ile Picasso’nun yaptıǧının başka bir versiyonunu müzik sanatı ile icra eder. Pinochet’in subayları tarafından yapılan işkencede, gitar çalmaması için önce elleri kırılır, beyni dipçiklerle parçalanırken, o dudaklarında şarkısını mırıldanmaya devam eder. Öldürüldükten sonra da, ibret olması için kolları kesilerek, işkence gördüǧü stadyumun kapısına asılır. Efsane şarkıcı Victor Jara direnişini ve sanatını icra etme tutkusunu son nefesine kadar sürdürür.
          Bertolt Brecht’in Almanya’sında da yaşananlar hiç de iç açıcı değildir. Dünya insanlıǧının hafızalarından asla silinmeyecek olan vahşetlerin yaşanması ile Brecht de soluǧu geçici olarak Danimarka’da alır. En kısa zamanda çok sevdiǧi anavatanına döneceǧini umar. Bu nedenle; orada kalmamak adına, hiç bir girişimde bulunmaz. “Ceketini asmak için duvara çivi çakmadıǧı gibi, yanı başında saksıdaki boynu bükük çiçeǧe de su vermez.” Yarın dönecektir nasıl olsa, ama bu “yarın” sekiz yıllık bir sürgün olur kendisi için. Ve Brecht savaş karşıtı, mücadele ve aşk şiirlerinin, tiyatro oyunlarının en güzellerini kaleme alır.
          Pablo Neruda da, Bertolt Brecht ile aynı kaderi paylaşanlardandır. Dünyada buna benzer binlerce sanatçı, yazar ve çizer yaşadı, ölümsüz eserler verdi.
          Ülkemizde de, her ne kadar cikletten çıkar gibi, sanat yaptıǧını sanan  çokça adam, piyasada görüntü kirliliǧi yaratsa da; yüzümüzü aǧartan pek çok sanatçı, yazar ve çizer yok deǧil elbette. Kimler yok ki; Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Osman Hamdi, Orhan Kemal, Kemal Sunal, Adile Naşit, Yılmaz Güney, Tatyos Efendi, Bimen Şen, Tatyos Ekserciyan, Komitas Vardapet ve daha niceleri.
          Ermeni kökenli Komitas Vardapet, 8 Ekim 1869' da Kütahya’da dünyaya gelir. Bir yaşına geldiǧinde annesini ve on yaşında da babasını kaybeder. Asıl adı Soǧomon Kevork Soǧomonyan olan Komitas (Gomitas) babaannesinin yanında büyür. Ermeni Kilisesi ruhban okulunu okur ve oradan papaz olarak mezun olur. Müzik hayatına girmiştir, onunla içli dışlıdır. Daha sonraları müzik eğitimi almak üzere, Berlin’de Kaiser Friederik Wilhelm Üniversitesi’nde müzik eǧitimi alır. Eǧitiminin ardından, bulunduǧu bölgenin bütün kırsal kesimini dolaşarak üç binden fazla Ermeni halk şarkısını derleyip, notaya döktü. Türkçe, Kürtçe ve Farsça derlemelerde de bulundu. Komitas Anadolu topraklarının Beethoven’u, Mozart’ı veya Bach’ıdır. Ancak 24 Nisan 1915 Tehcir Kanunu gereǧince tutuklandı. Pek çok tanınmış İstanbul’lu Ermeni ile birlikte Çankırı’ya sürgün edildi. Halide Edip Adıvar, bir kaç aydın ve yabancı diplomat, kendisini kurtarmak için girişimlerde bulundular. Ne yazık ki, özgür kaldıǧı zaman, Komitas sürgünde aklını yitirmiştir. Hayatının son yirmi yılını Paris'teki bir sanatoryumda geçirdi ve dünyaya, şarkılarına, derlemelerine, halkına ve sevenlerine orada veda etti. Hayatının son on sekiz yılında, bu eşsiz müzisyen ne şarkı söyleyebildi, ne de o sihirli parmaklarını bir piyanonun siyah-beyaz tuşlarında gezdirdi. Bu topraklar; bizim Beethoven, Mozart veya Bach‘ımızı kendi elleri ile yok etti.
          Nazım Türkiyelilerin dillerinde pelesenk olan, aşk ve şevkle okunan yüzlerce şiiri ile gönüllerdeki tahtına oturdu. O muhteşem bir titizlikle, yan yana getirdiǧi bal tadındaki kelimelerden oluşturduǧu aşk, sevgi ve kavga şiirlerinden birinde, yüreǧini parçalayan hasretini aşaǧıdaki dizelerde olduǧu gibi dile getirdi.
“Bir vapur geçer Varna önünden,
uy Karadeniz'in gümüş telleri,
bir vapur geçer Bogaz'a doğru.
Nazım usulcacık okşar vapuru,
yanar elleri..”
          Yüzümüzde birer gülümseme olarak yer alan bütün sanatçıların, yazarların ve çizerlerin eserlerinin yer aldıǧı sanat aǧacına çekinmeden ellerimizi uzatalım, dunya ekseninin dışına adımlar atmak için, Nazım misali, usulcacık ulu sanat aǧacının meyvelerini okşayalım. Ellerimiz yanmaz, ama yüreǧimiz anlatılmaz duygularla sarhoş olur, belki de daha bir insan oluruz.


Amsterdam, 26 Ocak 2013   

CHARLOTTE CAFE Annem, bildim bileli hasta, ömrü böyle geçti diyebilirim. Lakin bu kez hayli ilerlemiş olan yaşı ile artık uzatmaları oynuyo...