22 Haziran 2012 Cuma

DONDURMAM KAYMAK



DONDURMAM KAYMAK

          Varsılların akıllarına estikçe yaptıkları seyahatler de, kumar oynamaktan pek farklı deǧildir. Yeşil, mavi, ela, kahve ve kestane rengi parlayan gözlerini, göz kapakları ile perdeleyip, acaba nereye gitsem diye ani bir hareketle, masalarında bulunan bir ayak üzerine oturtulmuş olan, hüzünlü duran küreyi çevirirler. Büyük çoǧunluǧu dev su kūtlelerini sembolize eden maviliklerden oluşan, toprak paçraları haritalarının  yer aldıǧı yuvarlaklar, bilindiǧi gibi dünya kūresi olarak adlandırılıyor. Varsıllar diye adlandırılan kesim, ellerinin yordamı ile, her ne hikmetse onca aǧırlıǧı ile su ve kara parçalarını kolayca ve hızla çevirirler. Güzelim maviliklere kütleler halinde serpiştirilmiş, irili ufaklı birbirinden pek çok yönden farklı yüzlerce kara parçası çeşitli şekiller oluşturuyor. Onların el yordamı ile dūnyamızı kolayca çevirmesinden midir acep derim; hani zaman zaman başımızın olduk yerde dönmesi, depremlerin, tsünamilerin, su taşmalarının, dūz yolda onlarca arabanın birbirine  çarpması, erozyon ve diǧer felaketlerin yer bulması. Ganimet sahibi kişiler, mucizeler yaratan parmaklarının gösterdiǧi yere, hemen uçak biletlerini ayarlayıp, belirledikleri ülkeye doǧru yola çıkarlar.
          Sözünü ettiǧim bu kürede yer alan Avrupa kıtasının kuzey kesiminde, tam olarak belirleyecek olursak, Almanya ve Belçika’nın üst tarafına küçük bir kurbaǧa gibi yapışan, her an zıplayıp, baǧıracak görürünümü ile insanin yüreǧini aǧzına getiren Hollanda, hiç te azımsanmayacak bir güzelliktedir. Oyuncak misali döndürülen kürelere uzanan, parasal kaygılardan uzak; pamuk, ipek, kadife kumaşlarının yumuşaklıǧında olan parmaklardan bazıları, tesadüfen Hollanda’yı da gösterir. Ülkede yeterince güneş olmadıǧı gibi, iklim haliyle iyi bir tatile elverişli deǧildir. Çoǧunlukla yaǧmurlu bir hava hakimdir. Şikayet konusu olumsuzluklara, ülkenin güzel, deǧişik olması ve sınırsız özgürlükler ile tanınması baskın gelir. Bu nedenle su seviyesinden bazı yerleri dokuz metre  kadar aşaǧılarda bulunan, bu nemli küçük kurbaǧa şeklindeki ülkeyi görmek üzere dünyanın dört bir yanından insanlar akın eder.
          Diǧer Avrupa ülkelerinde olduǧu gibi onlarca yıl önce bu kurbağanın bir zamanlar açık olan aǧzından yüzbinlerce göçmen işçi, yüzlerce yıl sürdürdüǧü sömürgecilik geleneǧini, deǧişen dünya ile birlikte ardında bırakmak zorunda kalan bu ülkeye akın etti. Çok sonradan da olsa, tökezleyerek bir hayli tehirli gelen, kılıçsız, ama bavullu akıncılardan biri de benim. Yorgan sıkıntısının olmadıǧı duyumunu aldıǧımdan, sırtım yüklü deǧildi. İzniniz ile, lafı fazla dolandırmadan adımı bahşedecek olursam; bendeniz Çorum’lu Cabbar  Kızıl. Bir altmış beş boyundayım. Övünç kaynaǧım kıvırcık saçlarım, ilerleyen yaşıma raǧmen kömür karalıǧını koruduǧu gibi, güz mevsimini de pek yaşamıyor sayılır. Yaprakların büyük bir kısmı dallarında inatla asılı kalmaya devam ediyor.  Bu da beni ziyadesi ile mutlu kılıyor. Laf aramızda; Cabbar Kızıl denilen zat, ne ulu bir çınar oldu, ne de meyveye duran bir aǧaç. Bundan sonra da olacaǧı oldukça uzak bir ihtimal. Saat kırkından daha ilerilerde yol alırken, serzenişlerde bulunmanın da herhangi bir getirisi yok.                    
          Hanımım ile bu gurbetlik denilen diyarda “bir kör, bir Ayvaz” yaşıyoruz. Aǧzımızın tadı tam. Mutluluǧumuzu; boyumuz kısa da olsa yükseklerde bulunan raflarda tutmaya çalışıyoruz. Rafların her zaman tozları alıyor, kıyısını köşesini hercai menekşeler, boynu bükük olmayan laleler, yanına varılamayan dikenli, genç kız güzelliǧinde güller, mis kokulu sümbüller ve her türlü çiçek ile bezeyip, manzarayı elimizden geldiǧince, bilgi ve görgümüz dahilinde alımlı kılmaya çabalıyoruz.
          Yaban elin zorluklarını saymaya gerek yok. “Doǧduǧun yer deǧil, doyduǧun yer memleketin” dense de, edinilen doygunluǧun tadı tuzu kaçmış durumda. Mideye yollanan lokmalar, köklerimizin saldıǧı topraklarda olduǧu gibi zeytin yaǧı olup, akmıyor. Bir hüzün, bir ezilmişlik, penaltılardan üst üste atılan, küreleri bir kez olsun döndüremeyen, mucizevilik yoksunu parmaklarımızın sayısını geçen oranda yenen goller ile hazin bir yenilmişlik. Alışılageldiǧi üzre, gırtlaǧımızdaki üç boǧumu aşıp, gelen bütün keşkelerin ardından, “vatan saǧ olsun” demek adetten olmuş. Aklıma takılanı hep söylenirim; yahu vatan neden hep saǧ olsun. Dillerimize pelesenk ettiǧimiz bu söylem ile; vatanı da, dünyayı da hepten bütünü ile saǧ eyledik. Oysa o canım vatan bir de sol olsa ne ola ki? Hakikatlisinden olması halinde; kimselerin per perişan, ezik, yıkılmış, yamuk ve yenik olmayacaǧı mutlaktır. Tartışılmaz deǧerde olan insan onuru da, adına yakışan bir seviyede ve daha yūksek raflarda olurdu elbet.
          Hayatımızda yer alan pek çok olumsuzluǧun yegane nedeni, hep geldiǧi gibi giden, sülük misali yapışan “saǧ oldurulan vatanı” gösterirsek, kimselere haksızlık etmiş olmayız kanaatindeyim. Her an zıplayacak bir kurbaǧa göronümündeki bu ülkede, yıllardır gurbeti yaşamamız da, bu olumsuzluklardan biri tabii ki. “Ananı da al git” deyip, ülkeyi saǧ tarafa aldıkları, hasreti ile gönüllerimizin yandıǧı vatanı “hamutu ile götürüyorlar.” 
          Kendimizce bir yaşam sürdürme uǧraşısı içinde olduǧumuz bu minnacık ülkede öyle bir zaman geliyor ki, insan sıkıntıdan patlıyor. Yeknesaklık omuzlarımızda taşınamayacak kadar aǧır kum torbaları haline geliyor. Minik ülkenin her tarafı, birbirinin tıpkısının aynısı. İçinde bulunduǧumuz vaziyet bu olunca, fellik fellik gidip, içimizdeki buhranı bertaraf edecek, mekanlar aramak zorunda kalıyoruz. Gezilip görülecek bir yer olmasa da, ara sıra dünyaca bilinen “Ikea” maǧazalarına gitmek, son zamanlarda adetten oldu. Geçenlerde yine “hadi ne yapalım” derken, kendimizi bir kez daha Ikea’yı adımlarken bulduk. Almamız gereken bir kaç eşyayı alıp, ödemeyi yaptık. Bendenizde epey zamandır, “üzerinize saǧlık, afiyet” şeker hastalıǧıdır musallat oldu.İllet atsan atılmıyor, satsan satılmıyor. Genetik olduǧu söyleniyor. Ailede bol miktarda var. Şekerli şekerizadeler, şerbetligiller. Şansızlıǧın dik alası bu olsa gerek. Başkalarına yatlar, katlar kalırken, bize de söz konusu hastalık miras olarak gelip, çörekleniyor. Mirasyedi olarak elbette belli bir diyet uygulamak zorundayım. Şekerli gıdalar ile sık muhabbetim olmasa da, ara sıra mideyi hoş tutmak gayesi ile bu organa tatlımsı bir şeyleri, şekerizadeliǧin bir gereǧi olarak, oralarda şerbetlilik yaratmak için gönderiyoruz. Tam maǧazadan çıkarken insanların dondurma sırasına girdiǧini görünce, biz de girelim dedik. Aniden şekerim düşmüştü. Şekerizadeye tatlı takviyesi gerekiyordu. Servis yerinden aldıǧımız külahları, kendimiz makinadan dolduracaktık. Dondurmalarını alanlar dillerini çıkartıp, büyük bir iştahla alttan, üsten, yanlamasına yalıyorlardı. Yalayıcıların yüzlerine aynı anda büyük bir mutluluk yayılıyor, yüzleri gülüyordu. Kıvrımlı dilleri ile beyaz ve yumuşak lezzete üst üste darbeler indirip, doyuma ulaşan ulaşanaydı. Uǧrun uǧrun bakakaldıǧımız, bu muhteşem manzaralar öylesine baştan çıkarıcıydı ki, çok uzun sūredir böylesi bir lezzetten kendisini mahrum bırakmak zorunda bıraktıǧım bedenim beni benden alıp, gitti. Pek biçimli olmasa da, beni iki kulah dondurma uǧruna terk-i revan eden bedenimi yeniden edinmem için, öyle veya böyle, ama olabildiǧince kısa bir zamanda bu mucizevi yiyecekten tatmalıydım. Efendime söyleyeyim, lafı uzatmaya ne hacet. Biz de kulahlarımıza dondurmalarımızı doldurup, iştahla yemeye başladık. Dışarıdan göremediǧim yßzümde hissettiǧim tatlı karıncalanmalar, az önce tanıklık ettiǧim mutluluǧun, benim çehreme de yerleştiǧi kanısına vardırdı. Daha önceleri şekerli gıdaları çok az tüketmem gerektiǧini canım canım anlatan eşimden, dondurma yeme iznini de koparmıǧımdan çarçabuk yarıya kadar yedim. Nasıl yediǧimi isterseniz anlatmayayım. Bunu betimlemek için gözlem gerekir ki, insanın kendisini işine gelmediǧi zamanlar biraz zor mudur, ne! Dondurmalarını bizden önce alanlar, kahve servisinde olduǧu gibi, külahlarını yemeden, dillerini iyice uzatıp, yalıyorlardı. Ardından aynı kulah ile ikinci defa doldurup, var olan iştahlarına dur demeden, devam etmişlerdi. Hanımdan rica minnet, çocuklar gibi yalvar yakar müsade çıktı. “Sol olsun” o da beni ve sih atimi düşünüyor elbet. Büyük bir heves ile fazla zarar vermediǧim kūlahımı makinaya yerleştirdim. Makine külahımı alıp, doldurmak üzere yukarı çıkarırken, şişmanca görevli bir bayan elemanın arkamda belirdiǧini hissedip, ürperdim. Makinada kūlah yavanca yükselirken, izbandut - zebani kulaǧımın dibinde soluyup, iri eli ile külahımın yükselmesine mani oldu.
“Iyi ama beyefendi, bu kural sadece kahve ve meşrubatlarda geçerli. Dondurma için böyle bir şey yok. O yūzden buna izin veremem.” Neye uǧradıǧıma şaşa kalıp, aǧzım açık, külahı yandaki çöp kutusuna attım. Hanımdan okey almış olsam da, Ikea hunharca gaddarlıǧı ile buna engel olmuştu. Boynu bükük, görevli kadın ile o an nutkum tutulduǧundan, “külahları deǧiştirmeden” hiç bir şey diyememiş olmanın da süklüm büklümlüǧünün pişmanlıǧını sırtıma yük edip, kendimi sokakta buldum.
          O günden beri zaman zaman can sıkıntısı, bu kurbaǧa ūlkede sokūn etse de, aradan geçen uzun zamana raǧmen Ikea tarafına, travmalar yaşamayı göze alamadıǧımdan, yolumu düşürmedim. Bir yerlere sıkıca tutunmak gerekiyor, bazı parmaklar yer küreye uzanmaya görsün, o an yer yerinden oynuyor, art arda felaketler geliyor.
          Ne yapalım, elden ne gelir. Bizler de sıkılmaya devam edelim. Sanırsın dünyanın sonu geldi. Deǧil elbet. Oysa “vatan sol olsun”  demek ne güzel.

Aydın Yılmaz
Amsterdam, 22 Haziran 2012 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CHARLOTTE CAFE Annem, bildim bileli hasta, ömrü böyle geçti diyebilirim. Lakin bu kez hayli ilerlemiş olan yaşı ile artık uzatmaları oynuyo...