11 Ocak 2016 Pazartesi

BEMAL


BEMAL

“Kızmadım hiç elma kurduna,
çünkü bıçağı saplayıp,
giren bendim.
O’nun yurduna.”
                      Sunay Akın


Gün bir kez daha ışıl ışıl aydınlandı. Güneş olanca renklerini her daim yaptığı gibi ihmale mahal vermeden bir çırpıda alabildiğine geniş, alacalı bulacalı değişken kabuklu yeryüzüne serpti. Ama havada yine de bir sabah serinliği vardı. Süleyman kırmızı benekli çefyesini doladığı boynundan usulca çıkardı. Çarşıdaki dükkanları tek tek dolaşıp, satmak üzere aldığı malzemeyi bizzat kendisi seçti. Çarşıda bir dükkanın önüne yığdığı alış verişini Sarı Kız olarak adlandırdığı katırının sırtına yükleyip, özenle üst üste attığı kementlerle sıkı sıkıya bağladı. Yol arkadaşları ile çok zaman kaybetmek istemediklerinden, on köylüsü ile oluşturduğu ekip ile dönüş yoluna çıktılar. Her köylüsünün yükü ucuz buldukları, geldikleri sınırın diğer tarafında, kendi topraklarında satabileceklerine inandıkları çeşitli ürünlerden oluşuyordu. Ürünlerin arasında, kaçak çay, tütün, kol saatlerinden tutun da, yükte hafif, pahada ağır ev eşyalarına kadar farklı gereksinimler vardı. Süleyman’ın köylüleri Bayram, Kasım, Memo, Faruk, Kado, Reşo, Beyro ve diğer arkadaşları bu işi yıllardır yaptıklarından, sermayeleri daha çoktu. Onlar en az dört veya beş katır ile ekipte yer alıyorlardı. Süleyman böylelikle güvendiği, can ciğer olduğu, daha çok sayıda katırı olan arkadaşlarına da yardımcı oluyordu.
Süleyman’nın kaçağa çıkışının üçüncü seferi idi. Fazla bir sermayesi yoktu, ancak çok sevdiği katırı Sarı Kız’a yükleyecek kadar satın alabildi. Bu yükün getirisi elbette fazla olmayacaktı, ama yapacak başka da bir iş yoktu. Evde O’nun yolunu dört gözle, yürekleri ağızlarında bekleyen, aynı zamanda muhtar dayısı Selman’ın kızı, mil yeşili gözlü eşi Güle, kıvırcık saçları kısacık kesilmiş üç yaşındaki kızı Zeliha ve altısından gün alan kepçe kulak oğlu Bawer vardı.
Süleyman’ı bir tek Güle, Zeliha ve Bawer beklemiyordu. Şarjörleri yağlı kurşunlarla dolu, mayınlar misali kayalıkların arkasına saklı, jandarmalar da bekliyordu.
Dönüş yolu, geldikleri gibi oldukça zorlu olacaktı. Bir tarafta jandarma ve diğer tarafta dört bir yana serpiştirilmiş olan, can alan, kafa, kol ve bacak koparıp kurbanlarını ömürleri boyunca sakat bırakan acımasız, ne zaman ve nerede patlayıp, yaşamlarını idame ettirmek için çırpınan, canları büyük bir patlama ile havaya uçuran, üstü örtülü hain bir gizlilikle saklı mayınlar.
Bemal Köyü, garip bir isim de olsa, Kürtçe “evsiz köy” anlamına geliyor. Öyle ki Tanrının bir penaltı atışında, var olan bütün gücü ile sınır çizgisi Zap Suyu yamacına kadar tekmelediği, yirmi beş haneli bir köy. Altmış yaşlarında burma bıyıkları kırlaşmış olan Bemal Köyü muhtarı Selman Dayı da dahil bütün köylülerin tek gelirleri kaçakçılık.
Yaşlı kaplumbağa dağı bütün azmi ve sabrı ile aşsa da, Bemal Köyü de barışın uzağında yer alan bir coğrafyada yer alan kuşun uçmadığı, kervanların geçmediği, ıssız köylerden biri.
Süleyman da Bemal Köyünden. Başka gayesi yok, tek isteği ailesine ulaşmak. Güle’sine aldığı güllü fistanı giydirip, mil yeşili gözlerinin içine bakarak, yanağındaki beni okşayıp, diğer kolu ile de O’nun ince beline dolanmak. Zeliha’ya aldığı sarı saçlı oyuncak bebeğini kucağına vermek, Bawer’e aldığı ve O’nun çok sevdiği itfaiye arabası ile birlikte oynamak tek isteği. 
Sarı Kız ağır yükünün altında iki büklüm zorlansa da, yer yer meşeliklerle kaplı tepeleri ardında bırakıyor. Süleyman’ın arkadaşları sınıra yaklaştıklarından etrafı kolaçan ediyorlar. Jandarmalar, mayınlar gibi saklandıkları yalçın kayalıkların ardında. Titrek parmakları tetiklerde.
Kızgın ve inatçı deve, hörgüçlerini sallaya sallaya hendeği atladı. Bemal Köyü ise yine barışın uzağında kaldı. Semalarında pır pır edip, beyaz güvercinler kanat çırpmadı.
Çok geçmeden kayalıkların ardından saklı hain tüfekler peş peşe patladı. Dağ, taş kurşun sesleri ile inledi. Süleyman "ooy anam" diye inledi. Kızıl kanı bir papatya öbeğinin beyaz yapraklarını al renge boyadı. Güle’nin apansız başı döndü, elindeki tahta kaşık yere düştü. Bemal Köyü Sülaymansız, burma bıyıklı muhtar Selman Dayı damatsız, Güle ersiz, Zeliha ve Bawer babasız, yetim kaldılar.
Meşe ağaçları diplerine derin gölgelerini saldılar. Bemal Köylüleri barışın, kardeşliğin, insanca yaşamın ve huzurun hayli uzağında kaldılar.
Süleyman’ın yanı sıra aynı çatışmada Memo da öldü. O’nun kanları da meşe ağaçlarının serpiştiği kurak topraklara oluk oluk aktı. Güle kocası Süleyman’ın hediye olarak aldığı güllü fistanı giymedi. Onun yerine hep karalar bağladı. Zeliha babasının yadigarı bebeğinin saman sarısı saçlarını okşayıp, annesinin iki dişi kırık tarağı ile uzun uzun taradı. Bawer rüyalarında dahi itfaiye arabasının ardında koşturdu.
Benekli tavşan yuvarlanıp düşmeden Bemal Köyü’nün tepesinden aşağılara indi. Ama güvercin ve zeytin dalları hiç bir zaman Bemal köyü coğrafyasında yer bulmadı.
Binlerce köy barınak sağlıyor bahanesi ile ateşe verilip, bir bir yakıldı. Milyonlarca insan göçe zorlandı. Bemal Köyü’nde Bawer’in evi de yakıldı. Bawer’in yanan evinden düşen molozlar, itfaiye arabasının üzerine düştüler. Uzun uzadıya siren sesleri geldiyse de, Bawer itfaiye arabası ile evinin ve yüreğinin derinliklerindeki kor alevli yangını söndüremedi.
“Beriwan hangi köy senindi,
Şimdi hangi duman senin?”
                   Murathan Mungan
Aslan ile ceylan, kurt ile kuzu, mırmır kedi ile fındık faresi amansız savaşlarını sonlandırıp, barıştılar. Bemal Köyü ve coğrafyasında yer alan milyonlarca insana barışı çok gördüler. Harlanan kaç newroz ateşi etrafında dans edilip, halaylar çekildikten sonra söndü. İstanbul’da, Bemal Köyü’nden Süleyman’ın kepçe kulak oğlu Bawer binlerce susamlı simidi; çatışma, infaz, köy yakmaları, işkence ve insan ölümleri haberlerinin büyük puntolar ile yer aldığı gazete parçalarına sarıp, sattı. Doğa kendisini yüzlerce defa yeniledi. Ayılar inlerinde defalarca kış uykusuna varıp, ardından her bahar uyanıp, hayata yeniden başladılar. Badem ağaçları zor bela fırtınaları atlattılar. Kızıl bereket narları onlarca kez çatladı. Cevizler patır patır yer çekimine karşı koyamadan, toprakla buluştular. Güle, Zeliha ve Bawer barış ortamından yoksun kalakaldılar. Ölenler ile öldürenlerin kardeş olduğu bu diyarda, barış kanadı yaralı bir beyaz güvercin olmaktan kurtulamadı.

Amsterdam, 12 Ocak 2016





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...