BEMAL
“Kızmadım hiç elma
kurduna,
çünkü bıçağı
saplayıp,
giren bendim.
O’nun yurduna.”
Sunay Akın
Gün bir kez daha ışıl ışıl aydınlandı. Güneş olanca renklerini her daim yaptığı gibi ihmale mahal vermeden bir çırpıda alabildiğine geniş, alacalı bulacalı değişken kabuklu yeryüzüne serpti. Ama havada yine de bir sabah serinliği vardı. Süleyman kırmızı benekli çefyesini doladığı boynundan usulca çıkardı. Çarşıdaki dükkanları tek tek dolaşıp, satmak üzere aldığı malzemeyi bizzat kendisi seçti. Çarşıda bir dükkanın önüne yığdığı alış verişini Sarı Kız olarak adlandırdığı katırının sırtına yükleyip, özenle üst üste attığı kementlerle sıkı sıkıya bağladı. Yol arkadaşları ile çok zaman kaybetmek istemediklerinden, on köylüsü ile oluşturduğu ekip ile dönüş yoluna çıktılar. Her köylüsünün yükü ucuz buldukları, geldikleri sınırın diğer tarafında, kendi topraklarında satabileceklerine inandıkları çeşitli ürünlerden oluşuyordu. Ürünlerin arasında, kaçak çay, tütün, kol saatlerinden tutun da, yükte hafif, pahada ağır ev eşyalarına kadar farklı gereksinimler vardı. Süleyman’ın köylüleri Bayram, Kasım, Memo, Faruk, Kado, Reşo, Beyro ve diğer arkadaşları bu işi yıllardır yaptıklarından, sermayeleri daha çoktu. Onlar en az dört veya beş katır ile ekipte yer alıyorlardı. Süleyman böylelikle güvendiği, can ciğer olduğu, daha çok sayıda katırı olan arkadaşlarına da yardımcı oluyordu.
Süleyman’nın kaçağa çıkışının üçüncü seferi idi. Fazla
bir sermayesi yoktu, ancak çok sevdiği katırı Sarı Kız’a yükleyecek kadar satın
alabildi. Bu yükün getirisi elbette fazla olmayacaktı, ama yapacak başka da bir
iş yoktu. Evde O’nun yolunu dört gözle, yürekleri ağızlarında bekleyen, aynı
zamanda muhtar dayısı Selman’ın kızı, mil yeşili gözlü eşi Güle, kıvırcık saçları
kısacık kesilmiş üç yaşındaki kızı Zeliha ve altısından gün alan kepçe kulak
oğlu Bawer vardı.
Süleyman’ı bir tek Güle, Zeliha ve Bawer beklemiyordu.
Şarjörleri yağlı kurşunlarla dolu, mayınlar misali kayalıkların arkasına saklı,
jandarmalar da bekliyordu.
Dönüş yolu, geldikleri gibi oldukça zorlu olacaktı.
Bir tarafta jandarma ve diğer tarafta dört bir yana serpiştirilmiş olan, can
alan, kafa, kol ve bacak koparıp kurbanlarını ömürleri boyunca sakat bırakan acımasız, ne
zaman ve nerede patlayıp, yaşamlarını idame ettirmek için çırpınan, canları
büyük bir patlama ile havaya uçuran, üstü örtülü hain bir gizlilikle saklı
mayınlar.
Bemal Köyü, garip bir isim de olsa, Kürtçe “evsiz köy”
anlamına geliyor. Öyle ki Tanrının bir penaltı atışında, var olan bütün gücü
ile sınır çizgisi Zap Suyu yamacına kadar tekmelediği, yirmi beş haneli bir
köy. Altmış yaşlarında burma bıyıkları kırlaşmış olan Bemal Köyü muhtarı Selman
Dayı da dahil bütün köylülerin tek gelirleri kaçakçılık.
Yaşlı kaplumbağa dağı bütün azmi ve sabrı ile aşsa da,
Bemal Köyü de barışın uzağında yer alan bir coğrafyada yer alan kuşun uçmadığı, kervanların geçmediği, ıssız köylerden biri.
Süleyman da Bemal Köyünden. Başka gayesi yok, tek
isteği ailesine ulaşmak. Güle’sine aldığı güllü fistanı giydirip, mil yeşili
gözlerinin içine bakarak, yanağındaki beni okşayıp, diğer kolu ile de O’nun
ince beline dolanmak. Zeliha’ya aldığı sarı saçlı oyuncak bebeğini kucağına
vermek, Bawer’e aldığı ve O’nun çok sevdiği itfaiye arabası ile birlikte
oynamak tek isteği.
Sarı Kız ağır yükünün altında iki büklüm zorlansa da, yer yer meşeliklerle kaplı tepeleri ardında bırakıyor. Süleyman’ın arkadaşları sınıra yaklaştıklarından etrafı kolaçan ediyorlar. Jandarmalar, mayınlar gibi saklandıkları yalçın kayalıkların ardında. Titrek parmakları tetiklerde.
Sarı Kız ağır yükünün altında iki büklüm zorlansa da, yer yer meşeliklerle kaplı tepeleri ardında bırakıyor. Süleyman’ın arkadaşları sınıra yaklaştıklarından etrafı kolaçan ediyorlar. Jandarmalar, mayınlar gibi saklandıkları yalçın kayalıkların ardında. Titrek parmakları tetiklerde.
Kızgın ve inatçı
deve, hörgüçlerini sallaya sallaya hendeği atladı. Bemal Köyü ise yine barışın
uzağında kaldı. Semalarında pır pır edip, beyaz güvercinler kanat çırpmadı.
Çok geçmeden
kayalıkların ardından saklı hain tüfekler peş peşe patladı. Dağ, taş kurşun
sesleri ile inledi. Süleyman "ooy anam" diye inledi. Kızıl kanı bir papatya
öbeğinin beyaz yapraklarını al renge boyadı. Güle’nin apansız başı döndü,
elindeki tahta kaşık yere düştü. Bemal Köyü Sülaymansız, burma bıyıklı muhtar
Selman Dayı damatsız, Güle ersiz, Zeliha ve Bawer babasız, yetim kaldılar.
Meşe ağaçları
diplerine derin gölgelerini saldılar. Bemal Köylüleri barışın, kardeşliğin, insanca
yaşamın ve huzurun hayli uzağında kaldılar.
Süleyman’ın yanı sıra
aynı çatışmada Memo da öldü. O’nun kanları da meşe ağaçlarının serpiştiği kurak
topraklara oluk oluk aktı. Güle kocası Süleyman’ın hediye olarak aldığı güllü
fistanı giymedi. Onun yerine hep karalar bağladı. Zeliha babasının yadigarı bebeğinin
saman sarısı saçlarını okşayıp, annesinin iki dişi kırık tarağı ile uzun uzun
taradı. Bawer rüyalarında dahi itfaiye arabasının ardında koşturdu.
Benekli tavşan
yuvarlanıp düşmeden Bemal Köyü’nün tepesinden aşağılara indi. Ama güvercin ve
zeytin dalları hiç bir zaman Bemal köyü coğrafyasında yer bulmadı.
Binlerce köy barınak
sağlıyor bahanesi ile ateşe verilip, bir bir yakıldı. Milyonlarca insan göçe
zorlandı. Bemal Köyü’nde Bawer’in evi de yakıldı. Bawer’in yanan evinden düşen
molozlar, itfaiye arabasının üzerine düştüler. Uzun uzadıya siren sesleri
geldiyse de, Bawer itfaiye arabası ile evinin ve yüreğinin derinliklerindeki
kor alevli yangını söndüremedi.
“Beriwan hangi köy senindi,
Şimdi hangi duman senin?”
Murathan
Mungan
Aslan ile ceylan,
kurt ile kuzu, mırmır kedi ile fındık faresi amansız savaşlarını sonlandırıp, barıştılar.
Bemal Köyü ve coğrafyasında yer alan milyonlarca insana barışı çok gördüler. Harlanan
kaç newroz ateşi etrafında dans edilip, halaylar çekildikten sonra söndü. İstanbul’da,
Bemal Köyü’nden Süleyman’ın kepçe kulak oğlu Bawer binlerce susamlı simidi; çatışma,
infaz, köy yakmaları, işkence ve insan ölümleri haberlerinin büyük puntolar ile
yer aldığı gazete parçalarına sarıp, sattı. Doğa kendisini yüzlerce defa yeniledi.
Ayılar inlerinde defalarca kış uykusuna varıp, ardından her bahar uyanıp,
hayata yeniden başladılar. Badem ağaçları zor bela fırtınaları atlattılar.
Kızıl bereket narları onlarca kez çatladı. Cevizler patır patır yer çekimine
karşı koyamadan, toprakla buluştular. Güle, Zeliha ve Bawer barış ortamından
yoksun kalakaldılar. Ölenler ile öldürenlerin kardeş olduğu bu diyarda, barış kanadı
yaralı bir beyaz güvercin olmaktan kurtulamadı.
Amsterdam, 12 Ocak
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder