26 Eylül 2016 Pazartesi

“FİGARONUN DÜĞÜNÜ”


“FİGARONUN DÜĞÜNÜ”
         İstanbul Üsküdar’da sevgili Roman akrabalarımın düğünündeyim. Tekdüze hayatın getirisi çekilmez olanca sıkıntı, bir anda bilmediğim zulalarına çekildiler. Büyük bir yükten kurtulmanın geçici rahatlığını bütün bedenimde hissettim.  Üzerinde yaşamımızı idame ettirip, bir yandan da kısa ya da uzun olacağını kestiremediğimiz miadımızı doldurma uğraşımızı sürdürdüğümüz yaşlı gezegen, apansız prizden fişi çekilmiş gibi durdu. Dünya alabildiğine nasıl da toz pembeliklere bürünüverdi. Roman akrabalarımın kınalı ellerinde şavkı apartmanların duvarlarında oynaşan  “aynalar ve cımbızlar.” Ne hüzünle düşen yaprağın, ne de Marmara depremi fobisinin önemi var. Denilen o ki, yaşanacaklar bugün ve şu an yaşanmalı. Düğünse; krallara layık bir düğün bütün ihtişamı ile eylenmeli, renga renk elbiseler giyilip, çıkarılmalı diye düşünüyor sevgili akrabalarım.
         Mahallede Roman düğününü görünce kıpır kıpır eden içimin dizginini elimden kaçırdım. Hayatım boyunca var olagelen mahcup, çocuksu utangaç ve çekingen hallerimi nasıl olduysa, bir taraflara atmayı benden beklenmeyen bir ustalıkla becerdim. Bir anda bu güzel insanların arasında buluverdim kendimi. Böylesine muhteşem bir şölene ilk defa tanık oluyorum. Adeta Tony Godlief’in büyük beğeni ile izlediğim Romanları anlatan filmlerinin birinde sıradan bir figürandım. Aman Tanrım, nasıl bir sihirdir bu, inanılır gibi değil. Bu insanlar Dünyayı ne kadar da yaşanır kılıyorlar. Tam anlamı ile “vur patlasın-çal oynasın.” Renkler o kadar göz alıcı ki. Tesadüf bu ya, ben de bugün pembişlerimi üzerime geçirdiğimden, akrabalarımın yanında, bir nebze de olsa soluk kalmadığımdan dolayı, kendimi mutlu hissediyorum. Gelin ve damat öylesine güzeller ki, sormayın gitsin.
         Davul ve klarnet eşliğinde oynanan oyunlar ara sıra es veriyor. Ansızın bir kavgadır başlıyor. Güzelim küfürler sıcak havada kanatlanıp uçuşuyorlar. Öyle vurma, kırma türünden şiddet söz konusu değil. Ardından hiç bir şey olmamış gibi, Roman havası kaldığı yerden devam ediyor. Tekrar rastık çekili albenili gözler süzülüp, kıvrak göbecikler atılıyor. Gerdanlar kırılıyor. Zarif hareketler ile eller bir çırpıda havada uçuşuyor. Kaynanalar karşılıklı raks edip, aynı zamanda da atışıyorlar. Çocuklar kafalarını yukarılara kaldırıp, anne ve babalarını izlemeye koyuluyorlar. Dünyanın tek sahibi Romanlar. Yer yüzü yuvarlağının dört bir yanını yurt edinmişler. Gülümsemeler dünyayı gülistanlığa ve bayram yerine çeviriyor.
“Oynamaya geldik oynamaya
Düğün dernek göbek atmaya
Limoncu derler adıma
Kimseler doyamaz tadıma
Ayılana gazoz bayılana limon
Ayılana gazozu da bayılana limon.”
         Ve çok geçmeden yeni bir kavga için davul ve klarnet kısa bir ara veriyor. Eller bellere sıkıca konulup, meydan okunuyor. Söz düellosu tam gaz bastırıyor. Karşılıklı küfürleşmeler başlıyor. Bacaklar “caarrrtt” diye ayrılıyor.
         Gelinin o dillere destan, göz kamaştıran güzelliği, anlatılması güç asaleti, genç delikanlı dayım-damat Figaro, gururlu, vakur, mağrur duruşlu, nasıl da yağız bir delikanlı kendisi. Sağ olsunlar, gelin ve damat, her Romanın sol göğsünün altında yer aldığı gibi; onların gönüllerinde de taht kuran sönmeyen, harlı özgürlük ateşi, “an”ın ve kuralsızlığın tadı çıkarılarak alabildiğine yaşandığı yürekleri ile mutluluklarına doğru yol alan arabalarının şoförlüğünü (tekin olmayan İstanbul trafiğinde) yapmam için beni onurlandırdılar. Güzeller güzeli zarif Zarife ve hüsnü cemali bir o kadar güzel olan Hüsnü’ye sonsuz mutluluklar dileği ile… Onlar ersinler muratlarına, biz çıkalım kerevetine!
  

İstanbul, 30 Ağustos 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...