1 Temmuz 2017 Cumartesi

FELEK



FELEK

    Hayata sıfırdan başlayan bal kokulu minik bebekler de dahil olmak üzere, geçen her saniye ile birlikte ol canlılar yaşlanmanın amansız pençesinden kurtulamıyorlar. Hayatın bilinen güçlükleriyle ardınızda bıraktığınız her saniyeyi süper starımız Ajda Pekkan misali, yaşlanmayı bütün imkanlarınızla ertelemeye çalışsanız da, bu kişinin kendi kendisini avutmasından başka bir şey değildir. Yaşlanmanın getirdiği güçlüklere ek olarak, hayata yenik başlamış olmak da çoğu insanın kaçınılmaz yazgısıdır. Ayarı bozuk kefelerde tartılmanın getirileri insanoğlu için oldukça ağır oluyor. Kimi insan hayata; adil olmayan hakemin haksız yere verdiği penaltılarla ve kendisi adına başkalarının attığı gollerle 10-0 galip başlarken, kimileri de aval aval baktığı, kalesinden içeri giren meşin yuvarlaktan bihaber 10-0 yenik başlıyor.
        Bütün gün dilime pelesenk olan, "gayri ihtiyari" (ihtiyarlamaya doğru yönelen bendenizin) mırıldadığım güzel bir halk türküsünün sözleri aynen devam edegelen satırlardı. 


"Şu yalan dünyaya geldim geleli
Tas tas içtim ağuları, sağ iken
Kahpe felek vermez benim muradım
Viran oldum, mor sümbüllü bağ iken.
                              Karacaoğlan"
         Hal böyle olunca, belki de bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda kültürde köklü bir kavram olan, çoğumuzu inceden inceye yaralayan "amansız felek" hakkında bu bir kaç satırdan oluşan karalamalar ortaya çıktı. Büyük ozanın da yüzlerce yıl önce dile getirdiği gibi; zıkkım ağuları tas tas içtiğimiz dönemler çok oldu. Hele şu kahpe feleğin oburca yediği naneye bakın! Olacak iş mi? Muradımızı her dem neden vermek taraftarı olmaz ki? Haklı olarak dimağımınız bunu bir türlü kavramaz. Acep ne çıkarı ola ki? Mendebur Felek sizi ihya edecek, manevi gidişatınızı düzlüğe çıkaracak olan muradınızı, sürekli içi sürpriz hediyeli çikolatadan bir çocuk yumurtası gibi ardına saklar durur. Bizler telaşla almak üzere ellerimizle çar naçar uzanırız. O da vermemek için olabilecek bütün zorbalığı ve şaklabanlığıyla, olanca zorluğu acımasızca önümüze çıkarır. Bugüne değin, kimi zaman söz konusu, bizi bahtiyar edeceğine pır pır atan kalbinizle inandığınız, toz pembe muradınızı size verecekmiş gibi yaptığı anlar da olmadı değil. Her defasında "işte bu" demenize ramak kala bir kez daha, ne denli yanıldığınızı, aldatıldığınızı görür ve bizimle birlikte yaşlanan, bedenimizde kuş tüyü değilse de, yumuşak bir minder görevini de üstlenmiş olan kutsal kıçlarımızın üzerine otururuz. Üstüne soğuk sularımızı bin bir pişmanlık ve hayal kırıklığı ile içmek zorunda kalırız. Viran olmasına oluruz. Ancak burnumuzun direğini titreten, mor sümbüllerinin rayihaları dört bir tarafı saran bir bağ olup olmadığımız da, altından çıkamayacağımız başkaca bir muamma.
 

"Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı
Beni sensiz bıraktın, beni bensiz bıraktın." der, M. N. Selçuk.
        

          Feleğin ardına sakladığı muradınızı nihayet verdiğini sandığınızda, çoğu zaman yanılgı hayli büyük olur. Bir de bakmışsınız ki; bel bağladığınız, yoluna canınızı koyduğunuz, göklerde ararken yanı başınızda bulduğunuz, canözüm, yarim, yoldaşım, arkadaşım, muradım dediğiniz tarafından atıldığınız kör kuyularda merdivensiz bırakılmışsınız. Dahası denizler ortasına kadar sizi götürüp, yelkeninizi yırttıktan sonra tepenizdeki kavurucu güneşin altında bir başınıza kalakalırsınız. Esen rüzgar sizi hiç bir diyara götürmez. Denizin ortasında çakılı kalır kurda, kuşa, köpek balıklarına yem olur, fırtınalarda hayata elveda edersiniz. İnançlarınız tükenmiş, insanlara olan güveninizin köküne kibrit suyu dökülmüştür gayri. Duyduğunuz o güzelim sevginin getirisiyle, ayrım yapmadan yek vücut olarak gördüğünüz kişilikten, diğer anlamda kendinizden yoksun kalmış olursunuz.
        Feleğin en nihayetinde rıza gösterip, lütfedip verdiğini sandığınız sizi bulutlarda yürütecek, hafiften de olsa çıkıntılı göbeğinizde bin bir renkli kelebekler uçuracak, ayaklarınızı yerden kesecek, düşlediğiniz murat değildir. Yine yapayalnız kalacak ve biçare kollarız yanlarınızda salınacaklardır. Buğu biriktiren kirpiklerinizin ardındaki gözleriniz yere birer kıymık olup çakılacaklardır. Hayatınız boyunca yüreğinizde özenle barındırdığınız umudunuz da, kuruyan bir dere yatağına dönüşüp meçhul bir görünmeze çekilir. Kavun acısı tadındaki umutsuzluk üzerinize karabasan misali abanır. Sonrasında erinç içinde olmanın ve gövermenin çok uzağına düşersiniz. Felaketin varılan bu aşamasında yapılacak tek şey, büyüklerimiz tarafından her zaman sağlık verildiği gibi: "Enseyi karartmamak". Aksi halde; "keskin sirkenin küpe verdiği zarar" hayli büyük olur. Muradınız tez elden ve dilediğiniz gibi olsun!

Amsterdam, 1 Temmuz 2017
   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...