Bu blogda, genelde yöreme ait karakterlerin (büyük saygı duyduğum) kısa hayat öykülerini, zihnimdeki imgeleri kağıt üzerine aktarmaya çalıştım. Yazar ve şair Hulki Aktunç; “yazma eylemi, ölümden bir şeyler koparmaktır” der. Bu “kalleş” olarak da adlandırılan tunç kayadan zerrecikler koparma uğraşısı çok güzel. Umarım "GERÇEK HAYALLERİME DAYANAN" sevda ile nakşetmeye çalıştığım öykülerimden esen tatlı meltem, az da olsa yüreğinize dokunur. Olanca sevgi ve saygımla.
18 Temmuz 2024 Perşembe
NİKARAGUA GÜNLÜĞÜ
11 Mayıs 2024 Cumartesi
KORKU
KORKU
“Elimde değil Olric!
Ne efendimiz?
Elleri Olric elleri…” Oğuz Atay - Tutunamayanlar
Fırtınalı bir denizin dalgalarını andıran kumral saçları, kar beyazı kuştüyü yastığa serpilmiş halde yatağında uyuyan Asuman için kuşların cıvıltılarla bakir sabahı selamladığı bu güzel bahar günü, yoğun geçecek bir gündü. Kuşlar yaprakların ardında gizlendikleri ağaç dallarında yek ağızdan cıvıltılar halinde şarkı söylese de kısmen yansıyan güneş ışınları günün serinliğini daha tamamıyla bertaraf etmemişti.
Asuman’ın erkenden kalkıp İstanbul’a gitmek üzere çarçabuk yola koyulması gerekiyordu. Bilinç altındaki bu telaşla apansız uyandı. Yatağında sağa sola doğru gerindi. Dalgalı saçları bir şelale olup omuzlarından aşağı düştü. Gardırop kapısındaki boy aynasının önünde dikildi, saçı başı alabildiğine dağınıktı. Öyle de olsa, her zamanki kusursuz güzelliğine diyecek yoktu. Özüyle barışık bir insandı ve her halinden de memnundu. Çocukluğundan itibaren edindiği özgüvenle gardırobun kapısını usulca açtı, duş sonrası giymek amacıyla karar kıldığı, üzerinde minik kır çiçeklerinin olduğu gök mavisi uzun elbisesini çıkardı. Her zaman özenli giyiniyor olsa da bugün gideceği yerde daha farklı görünmesi gerekiyordu. Görüşeceği iş insanları üzerinde iyi bir intiba bırakmalıydı. Bu etki geleceği ve kariyeri için çok önemliydi. Ayrıca bu ülkede “ye kürküm ye” olayı her daim oldukça revaçtaydı. Niteliğe hiç bakılmaksızın nicelik çok daha fazla önem kazanıyordu. Yine de her koşulda çok önemsediği bu işe mutlaka alınmak istiyordu.
Bütün bu düşüncelerine bir lahza ara verip, banyoya koşturdu. Yaklaşık üç saat sonra uçağı kalkıyordu. On dakikaya kadar evinden çıkması halinde zamanında havaalanında olurdu. Büyük şehirlerin trafik denilen hengamenin insanları çileden çıkaran yoğunluğu her zaman sorun teşkil ettiğinden, risk almayı göze alamazdı. Biraz daha oyalanması durumunda uçağa geç kalma ihtimali büyüktü. Zaten sürekli var olan uçak korkusundan bütün gece uyuyamamıştı. O nedenle sakinleştirici haplarını cebine koydu. Çok fayda etmeseler de onları unutmamalıydı. Az da olsa kendisine güç verdiğini hissediyordu.
Şipşirin, küçükçe bir bahçesi olan iki katlı evi İzmir Adnan Menderes Havalimanı’na çok da uzak değildi. Tekerlekli kırmızı valizini akşamdan hazırlamış, çıkış kapısının yanına koymuştu. Evin içinde hazırlanmak için telaşla dolanırken, pencerenin camına tıkırtılar halinde vuran yağmur damlalarından havanın yağışlı olduğunu anladı. Yağmur yağması çok da önemli değildi. Tezelden taksi bulursa sorun olmayacaktı.
Ege’nin incisi İzmir’in başka bir semtinde oturmakta olan genç iş adamlarından Sunay da aynı uçağa binmek üzere birlikte yaşadığı, sabah namazına kalkan pamuk saçlı annesi Zehra Hanım tarafından usulca yanağına kondurulan şefkat öpücükleriyle uyandırıldı. Oğlu için önemli bir gün olduğunu biliyordu. Anne oğul bir sitede yer alan üç oda ve salondan oluşan bir dairede birlikte kalıyorlardı. Zehra Hanım otuzuna merdiven dayayan oğlunun üzerine beş yaşında bir çocukmuş gibi titriyordu. Ne kadar büyürse büyüsün oğlu onun gözünde hep küçük bir çocuktu ve görünen o ki, öyle de kalacaktı.
Sunay akşamdan giyeceği takım elbisesini, kravatını ve gömleğini hazırlamıştı. Annesi bütün giyeceklerini jilet gibi ütülemişti. Giydiklerini ne zaman böylesine tertemiz, ütülü görse hemen annesine döner, ona teşekkür eder ve pamuk yanaklarından usulca öpücükler alırdı. Bu defa da aynısını yaptı. O esnada iki derin gamzeyle birlikte annesinin yüzünde beliren gülümsemeye bayılıyordu. Sunay’a göre hiç kimse annesi kadar tatlı gülümseyemezdi. Buna Mona Lisa da dahildi.
Asuman ve Sunay aynı anda birer taksiyle ülke hükümetlerinin önce boynuna yağlı urgan geçirip astıkları, yıllar sonra da adını verdikleri başbakanlarının adıyla anılan Adnan Menderes Havaalanı’na geldiler. Havaalanı hayli kalabalıktı. Dünyanın ve ülkenin dört bir yanına gitmek isteyen yolcular telaş içindeydiler. Ellerinde valizlerle karıncalar misali hareket halindeydiler.
Havaalanına birkaç dakika arayla önce Asuman geldi. Valizini iliklerine kadar yaşadığı uçak korkusu içinde check-in kontuarına doğru çekiştiriyor, bir yandan da titremeyle birlikte duyduğu korkusunu yenmeye çalışıyordu. Ama bu korkuyu bastırması mümkün görünmüyordu.
Sunay ve Asuman’ın girdikleri check-in sırasında aralarında beş yolcu vardı. Sunay’ın gözleri bir anda Asuman’a ilişti. Dalgalı kumral saçları öylesine dikkatleri cezbediyordu ki, bu manyetik çekimden Sunay da kurtulamadı. Onun sırada beklediği sırada yaşadığı korku gözlerinden kaçmadı. Daha önce böylesi korkulara birkaç kez tanıklık ettiğinden yaşanan bu berbat duyguya aşinaydı. Hemen önünde olsaydı, belki kendisiyle konuşur, korkusunun yersiz olduğunu söyler ona destek olmaya çalışırdı. Ama beş yolcuyu ve aradaki onca valizi aşıp ona ulaşmak biraz abes olurdu. Bu isteğinden vazgeçti. Yaklaşık on beş dakika sıra bekledikten sonra her ikisi de valizlerini verdiler. Ve ayrı ayrı uçağa binmek üzere havaalanının içinde kayboldular. Uçağa yine önce Asuman gelmişti. Koltuğu uçağın orta sıralarında bir yerdeydi. Yer hostesinden kendisine cam kenarı bir yer vermesini rica etmişti. Cam kenarındaki koltuğuna geçip oturdu. Çok geçmeden Sunay da kapıda bekleyen hosteslere iyi günler diledikten sonra uçağın içine doğru valizlerini yukarıdaki raflara yerleştirmeye çalışan yolcuları tek tek aşıp ortalara doğru geldi. Gözleri güzelliğiyle dikkatini çeken Asuman’ı aradı. Tam yerine oturmak isterken tesadüfen Asuman ile koltuklarının yan yana olduğunu gördü. Bu inanılmaz bir tesadüftü. Asuman olayın farkında değildi. Yanında yakışıklı genç bir adamın oturduğunu gördü, hafif ve tatlı bir gülümsemeyle Sunay’ın selamına korkudan kabuğuna çekilmiş bir halde cevap verdi. Sunay usulca Asuman’ın yanına oturdu.
Çok geçmeden uçağın motorları çalıştı. Kaptan pilot İzmir Adnan Menderes Havaalanı’ndan İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanı’na olan uçuşlarının hava koşullarının uygun olması halinde yaklaşık elli dakika süreceğini söyleyip iyi yolculuklar dileğinde bulundu. Ardından da uçuş hostesleri emniyet tedbirleri dahilinde rutin açıklamalarını bizzat yarı uygulamalı yaptılar.
Asuman uçağın pistte harekete geçmesiyle daha çok titremeye başladı. Camdan dışarı bakmak da korkusunu dindirmedi. Başı dönmeye başladığı gibi, korkudan yüreği neredeyse göğsünü yarıp çıkacaktı. Bir anda yanında oturan Sunay’ın ellerine sıkıca sarıldı. Ama kendisi bunun farkında değildi. Farkında olsa utancından ölürdü. Sunay’ın ellerini öylesine sıkıyordu ki, adamcağızın yine de gıkı çıkmıyordu. O da bir o kadar şaşırdı ama, Asuman’ın bunu neden yaptığını hemen anladı. Yaptığının ayırımında olmasa da ellerini sıkıca tutan kadın oldukça güzeldi. Ellerini çekmeden Asuman ile göz göze gelip onu teselli etmeye çalıştı. Asuman biraz olsun kendisine geldiğinde ise yardımı olacaksa ellerini tutmasında bir mahsur olmadığını tekrar tekrar söyledi.
Elele kaptan pilotun anons ettiği uçuş süresi çabukça geçti. Şimdi de kendi halkını savaş uçağıyla bombalayan kadın bir pilotun adının verildiği Sabiha Gökçen Havaalanı’na inmek üzereydiler. Uçağın inişe geçmesiyle Asuman’ın korkusu daha da arttı. Dolayısıyla Sunay’ın ellerini daha çok acıtarak tutmaya devam etti. Uçak piste indiği zaman ellerini Sunay’ın ellerinde bulan Asuman utancından ve mahcubiyetinden ne yapacağını şaşırdı. Sunay kendisini anladığını ve bunun hiç önemli olmadığını, bizzat yardımcı olabildiyse kendisini mutlu hissedeceğini söyleyip durdu.
Her ikisinin sadece kabin valizi olduğu için beklemelerine gerek yoktu. Sunay Asuman’a döndü.
“Merhaba, benim adım Sunay.”
“Benim adım da Asuman. Çok memnun oldum. Tekrar çok teşekkür ederim. Her defasında uçak korkusundan ne yapacağımı şaşırıyorum. Kendimi kaybediyorum. Aklım başıma geldiğinde ellerimle hiç tanımadığım bir adamın ellerini sıkıca tutuyordum. İstemeden size büyük rahatsızlık verdim. Utancımdan ne diyeceğimi bilmiyorum, yere girsem yeridir. Ne olur kusuruma bakmayın lütfen. Hiç kendimde değildim.”
“Yok… Yok öyle bir şey, dedim ya korkunun giderilmesinde biraz olsun yardımcı olabildiysem kendimi mutlu hissedeceğim. İstanbul’da nereye gideceksiniz? Ben havaalanında araba kiralamıştım. Onu aldıktan sonra isterseniz sizi istediğiniz yere götürebilirim.”
“Ben karşıya, yani Avrupa yakasına geçeceğim. Yarın orada bir iş görüşmem var. Ama önce otele gitmem gerekiyor.”
“Benim de aynı şekilde yarın bir iş görüşmem var. Teklifim hala geçerli. İsterseniz birlikte karşıya geçeriz. Hem bana da İstanbul’da arkadaşlık etmiş olursunuz.”
Asuman bu konuda biraz bocalasa da daha yeni tanışmış olduğu bu yakışıklı genç adama karşı hem mahcuptu hem de onu kırmak istemedi. Sunay’ın cazip teklifini kabul etti.
Sunay işlemleri hallettikten sonra havaalanından kiraladığı arabayı aldı. Birlikte arabaya bindiler ve Avrupa yakasına geçmek üzere yola çıktılar. Çok geçmeden binlerce Alevi vatandaşını katleden padişahın adının verildiği Yavuz Sultan Selim Köprüsünü geçip Avrupa yakasına geldiler. Yol boyu aralarında koyu bir sohbete girmişlerdi. Böylelikle birbirlerini daha iyi tanıma fırsatı da bulmuş oldular.
Sunay arabayı İstanbul’a her gelişinde gittiği restoranın önüne çekip durdu. Arabadan inip, diğer tarafa geçip Asuman’ın kapısını açtı. Asuman şaşkınlık içindeydi. Aslında gidişattan memnundu. Bu hoşnutluk yüzüne de vuruyordu.
“Asuman Hanım, sanıyorum siz de en az benim kadar acıkmışsınızdır. Burası güzel bir restoran, isterseniz önce bir şeyler yiyelim.”
“Tabii. Olur. Doğrusu acıkmadım desem yalan olur. Çok teşekkür ederim.”
Sunay yemek esnasında en uygun ani kollayıp önce Asuman’ın elini tuttu. Karşı taraftan herhangi bir memnuniyetsizlik gözlenmedi. Uzun uzun birbirlerinin gözlerinin derinliklerinde durmaktan kendilerini alıkoyamadılar. Ve iştahla yenilen yemeğin ardından, başlarını döndüren hızda geçen zaman, bu birlikteliğin olgunlaşmasını, karşılıklı yaşadıkları derin ve incelikli bir sevgiyle sağladı. Birbirlerini tanıdıkça güzelliklerle dolup taşan yürekleri birbirlerine karşı hep çırpıntılı, elleri her daim uçak korkusu varmış gibi elele ve gözleri göz göze kalakaldı. Aynı zamanda Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” adlı eserindeki karakteri “Olric” de musmutluydu. Hiç ilgilenmediği ellerle ilgili soruları ona yöneltenler yoktu. Yaşanan büyük bir aşktı. Uçak korkusundan dolayı sıkıca buluşan ellerin ait oldukları iki insanın, birbirinden güzel bir kızları ve bir de oğulları oldu. Soğuk ve aynı zamanda ürperti veren korku duygusunun bu denli sıcak güzelliklere vesile olması inanılır gibi değildi. Onlar muratlarına erdi, siz okuyucular kerevetine çıkın. Mutlu sonlanan ol güzel hikâyet buraya kadardı. Kalın sağlıcakla!
“Hayat kısa, kuşlar uçuyor”du. (Cemal Süreya)
Kudelstaart, 8 Mayıs 2024
KIPRAŞMA
KIPRAŞMA Yıllar önce köyü Camili’den Ankara’ya göç eden, eğitim hayatının ardından da oraya yerleşen Halis Bey, geldiği yörede...
-
HECİBANLARIN HİCRETİ Çetin geçen bir kış mevsiminin ardından; tüm güzelliği ve bereketiyle kendisini iyiden iyiye hisset...
-
VELVEL DERESİ Yıllar önce köy irisi, kasaba küçüğü büyüklüğünde, Bâlâ ilçesine bağlı bozkırın meşhur beldesi Kesikköprü ’ye ko...
-
MORUK MERKEP Sahibim Kuyular Köyü’nden (Gundê Emera) Ömeri Sor’du. Ömeri Sor maddi durumu kötü olmayan, hayat dolu, şen şakrak...