14 Şubat 2011 Pazartesi

GUNDİ AYDO

 GUNDİ AYDO*

                                                                                             
         Büyük burunlu, kırçıl pos bıyıklı, boksör çeneli, geniş ve açık alınlı, altmış yaşına merdiven dayamış, ter kokulu şapkasının altında henüz dökülmemiş kıvır kıvır saçları ile gariban bir gundidirAydoAydo gundi gelip, gundi  giden, yirmi dört ayar bir gundi oğlu gundiGundilik Aydo’nun kıçına kırk tane ayağı (iğne sivriliğinde), olanca gücü ve eşek inadı ile kenetlenen, koparılıp atılması kabil olmayan, kendisi ile tinsel, tensel ve her açıdan bütünleşmiş - yapışık kömür karası bir kenedir adeta. Babasından devraldığı bu mirasın çok da kıymeti harbiyesi olmadığı gibi, toplum içinde benliğine mahcupluk ve eziklik veren cinstendi.
         Gundi Aydo’nun köyündeki  dar yaşam alanı, haşır neşir olduğu insan sayısı, yaşamın çeşitliliği ve kalitesi pek de yüksek değildir. Sosyal  ve kültürel faaliyet alanı da haliyle oldukça sınırlıdır. Dünyada insanın başını döndürecek kadar çok, hızlı ve artçı gelişmeler, olaylar olduğu halde, Gundi Aydo bu açıdan diğer gundileri gibi adeta ayrı bir gezegenin insanıdır. Olup bitenlerden bihaberdir. Deyim yerinde ise bu konuda en işitme özürlü “Sağır Sultandır” gundi Aydo. O, yaşananları gundiliğinden dolayı çoğu zaman, sağlıklı değerlendiremez. Yaptığı siyasi tercihler bilimden, çağdaşlıktan ve daha yüksek olan insani yaşamdan yana değildir, çünkü o bunları kavrayıp göremez. Aldığı eğitim sağlıklı düşünebilmesi için oldukça yetersizdir. Gundi Aydo’ların belirleyici çoğunluğunun seçtikleri, bir avuçluk azınlığın borusu öter. Okuma ve yazması olmayan Gundi Aydo’lar; imza yerine mürekkebe batırdıkları parmakları ile insanlığın kaderini belirlerler.
         Üretmekten alıkonulan “milletin efendisi” olduğu vurgulanan gundiliğin bu payesi de inandırıcılığını hepten yitirmiştir. Kendi ihtiyacı olan bir kaç yumurtayı dahi köy bakkalından alan Gundi Aydo’ların, başkalarının efendisi olma özelliği de, büyük bir yalana dönüşmüştür.
         Tek hobisi, boş zamanlarında evinin duvarına sırtını dayayıp, gözlerini kırpıştırarak güneşe yüzünü dönüp, çömelmiş bir vaziyette oturan Gundi Aydo’nun, köylü olmasının avantajları ve dezavantajları birbirinden oldukça farklı ve çoktur. Bunlar sayılmak ile bitmez. Gundi Aydo’lar yaşanan etkinliklerden, dünyada var olan onca olanaklardan ya bi haberdirler, ya da bunu kavrayacak bir yeti veya hayal gücüne sahip değildirler. İnsanlar için olan onca güzellik, kültürel etkinlik, eğlence ve benzeri aktiviteler; onların ayaklarının altından coşkulu bir akarsu gibi akıp, gider. Onlar susamadıkları için, çağıldayan bu berrak sudan bir yudum dahi  içmezler. Metropollerde, şehir ve kasabalarda her gün yüzlerce opera, müzikal, her türden müzik konserleri ve tiyatro gösterileri yapılır, salonlar hınca hınç dolar. Gundi Aydo ne yazık ki tüm bunlardan bir nebze olsun nasibini alamaz. Sinema, konserler, müzikal, opera, bale,  tiyatroya ve resim sergilerine gitmez. Herhangi bir yayın, kitap ve gazete okumaz. Günün birinde eşi, çocukları, arkadaşları veya bir yakını ile birlikte kar beyazı örtülerin serildiği masaların bulunduğu bir restauranta gidip, mum ışığının pır pır ettiği loş bir köşede oturmaz. Bir kadeh rakı veya şarabı yudumlayıp, ne başkalarının ne de kendisinin şerefine kadeh tokuşturup, sevdikleri ile güzel bir yemek yemez. Sevgilisi veya nişanlısı ile bir pasta hanede buluşup, Colaturka** içip, pasta yiyemez. Gundi Aydo’nun buluşma yeri gizli saklı bir samanlıktır.  Nişanlısının elini samanlıkta bulunan, güzel gözlü boz eşeğin mahzun bakışları altında, mis amber kokular içinde tutar. Kırmızı bir elmayı yer gibi, şapur şupur nişanlısının al yanaklarından öper.
         Televizyonda Brezilya’yı aratmayan dizi enflasyonundan, bu sıralar revaçta olan “Fatma Gülün suçu ne?” yi seyreder, daha fazla dayanamaz ve Fatma Gül’ün suçunu üstlenir. “Hanımın çiftliği” dizisinde; kah Kabak Hafız’a, kah Zaloğlu’na acır. Dizilerini seyrederken höpürdederek tavşan kanı çayını içer, yanı sıra kavurga-qelinek (kavrulmuş buğday) yer.
         Nazım, AragonNeruda ve E.A.Poe’dan gürül gürül aşk şiirleri okumaz. Gundi Aydo Figaronun düğününe değil, köyünde üç gün üç gece süren Fadime’nin düğününe gider. Tabanca ile havaya kurşun sıkıp caka satar. Radyo veya televizyonlarda insan ruhunu okşayan Edit Piaf, Louis Armstrong, Nina Simone, Mercedes Sosa, İbrahim Ferrer, Bill Evens, Beethoven, Mozart ve Bach’ın melodileri Gundi Aydo’ya bir şey ifade etmez.
Oysa Ferdi Tayfur onu sığıntı halinde yaşadığı, tutunamadığı şehir yaşantısından köyüne dönmeye, köyünün yağmurlarında yıkanmaya, Fadime’nin düğününde halay çekmeye davet eder. Çeşmenin başına varmanın pişmanlığını yaşar.  Güzelin güzel yüzünü çeşme başında gördüğünden dolayı, hem kendisine, hem de dinleyicisine kahrettirir.
         Hakkı Bulut zar zor bulduğu, gidip gelmeler yaşayan sevgilisine ne köşkünün, ne de sarayının olduğunu saklamadan, dobra dobra severse kendisini köylü olarak sevmesini bas bas bağırır. Adı üstünde bu arabesk melodiler Gundi Aydo’nun tüm damarlarına nüfus edip, onu transa sokar, aklını başından alıp, onu dumura uğratır.
         Gundi Aydo köyünde karşıdan karşıya geçerken, trafik lambasını beklemesine gerek yoktur. O nedenle freni patlayan kamyonun da altında kalmaz. Simitçi, kalaycı, hurdacı, eskici ve her türden seyyar satıcının tiz haykırışları evindeki sessizliği bozmaz. Gundi Aydo’ların kendisi gibi köylü olan karşı cinsleri, balık istifi dolu toplu taşım araçlarında “fortçuların” tacizine uğramaz, cüzdanları çalınmaz. Daha insani bir yaşam için yapılan protesto gösterilerine katılıp, polis tarafından coplanıp, kurşunlanmazlar. Dolmuş, otobüs, ekmek ve diğer bilumum kuyruklarda beklemezler. Ama istediği gibi yerlere tükürür, stres nedir bilmez, canı sıkılmaz, bunalımlara girmez, zamanla yarışma kaygısı olmaz. Olmayan randevusuna geç kalmak gibi bir sorunu zaten hiç yoktur. Her gün ütülü elbise giyme, sakal traşı olma, ayakkabılarını boyama, makyaj yapma gibi bir sorunları yoktur.  Çöp, kanalizasyon ve benzeri vergileri vermesine gerek kalmaz.
        Gundi Aydo’lar bu dünyadan pek çok güzelliği yaşamadan, ömür denilen  bir zaman süresine bin bir yoksulluk ve hastalığı serpiştirerek doldururlar. Bir kaç köylüsünün omuzlarında, ahşap bir tabutun içinde mezarlığa doğru, geriye dönüşün olmadığı bilinen bir yolculuğa çıkar. İmam efendi bilinen sorusunu, sesini gürleştirip, aksini söylemeyin sakın dercesine yükseltip sorar.
“Ey Cemaati müslimin... Merhum Gundi Aydo’yu nasıl bilirdiniz?”
“İyi bilirdik.” Söylenen sanki: “İyi bilirdiniz, o zaman gömün toprağa gitsin” dir.
         Gundileri tarafından iyi bilinen, ama milletin efendisi olup, olmadığı tartışmalı olan Gundi Aydo’ya, işin iyi tarafı hakkı olan da, olmayan da bol keseden “Helal olsun!” der. Böylelikle, yıllarca üstünde koşuşturduğu memleket toprağından, bağrına en sevdikleri tarafından onlarca kilo yığılan Gundi Aydo “seke seke”*** veda etmiş olur.

            *Köylü Aydo
            ** Bu yazıya Colaturka sponsorluk vermiştir. Yazıda rakı ve şarap kelimeleri kullanılmasaydı, ödeme iki katı yapılacaktı. Fakat verilen bir birimlik destek yeterli görüldüğünden, bu haram kelimelerin kullanılması daha ağır bastı.
            *** Can Yücel – Seke seke şiiri.
http://forum.mevsimsiz.net/index.php?showtopic=960  Son derece iyi bir hümanist şair olan Şükrü Erbaş’in bu linkteki şiiri de ön yargısız okursanız, büyük keyif alacaksınız.



Amsterdam, 14 Şubat 2011


                                                      




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...