ÇIKRIKÇILAR YOKUŞU
Çıkrıkçılar yokuşunu
çıkmak hayli zordur. Adı üstünde yokuş. Diğer taraftan inmesi de bir o kadar
kolaydır. Beş asırlık geçmişi ile bir zamanlar Ankara’nın tiftik keçilerinden
edinilen yünlerin, dizili sıra sıra dükkanlarda yer alan çıkrıklarla eğrilip kıymetli kumaşlara dönüştürüldüğü, meşhur yokuştur burası.
Yılın temmuz
ve ağustos aylarında, o bunaltıcı sıcaklarda, aynı zamanda yeri gelmişken bir taraftan da “ Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken, Eskidendi,
eskidendi, çok eskiden…” Sezen Aksu şarkısını da hafiften mırıldanabileceğiniz, bir zamanlar eskiden,
çok eskiden Yahudi esnafının bol olduğu bu dik çarşı yokuşunu tırmananlar, kan
ter içinde kalınacağını da iyi bilirler. Uflamayı puflamayı ve sırılsıklam
terlemeyi göze almalısınız. Bu çıkışın başkaca da uçarı kaçarı yok. Yokuşu
tırmanan öyle veya böyle vıcık vıcık terleyecek.
Hayli zahmetli dik yokuşu çıkma uğraşınıza
karşılık ödülünüz hemen hemen aradığınız her şeyi, şansınız yaver gider ve bir
de pazarlık yapmakta da ustalığınız varsa, diğer yerlerden nispeten daha ucuza alıp kârlı çıkabilirsiniz. O zaman bin bir zahmetle çıktığınız yokuşu adeta koşar
adım inmeniz işten bile değildir. Yaptığınız alış verişin kazancının da takmış
olduğu görünmez kanatlarla Ulus Meydanına kadar bir çırpıda uçabilirsiniz. Tabii sözünü ettiğimiz bu güzellikler sadece yoksullar için geçerlidir. Varsıllar karizmalarına gelecek olan minik de olsa bir çizikten dolayı, bu diyarlara ne uğrarlar ne de adımlarını atarlar. Maazallah, ola ki; kendileri gibi varsıl birileri kazara onları bu “paryaların” arasında görebilir korkusunu bu zatlar her daim yüreklerinde taşırlar. Bu büyük riski göze almak, o nedenle her varsılın
harcı değildir.
Burada ülkenin her
köşesinden insanları bulmak mümkün. Hakkari’den Kürt Hamido, Kırşehirli Zurnacı
Bulduğ'dan tutun da Edirne’deki klarnetçi Roman Hamdi’ye kadar her kesimden insan
sözbirliği etmişçesine ve her birey kendince sebeplerle hep beraber, bu dar
çarşı sokağını tıka basa doldururlar.
On yıldır, artık İstanbul’da
ikamet eden ve kendi halinde bir devlet memuru olarak hayatını idame etmeye
çalışan Okan Bey yıllar yıllar sonrasında nostalji babında, çocukluğunda babası
ile birlikte yolunun çok düştüğü Çıkrıkçılar Yokuşu’nu Ankara’ya gelmişken, bir
kez daha görmek istedi. Anıları tazelenecekti.
Birkaç dallı tek bir ağacın salınmalarla boy göstermediği bu dar çarşı sokağı, onun çocukluğundaki
havayı ve tarihi dokuyu kısmen de olsa yansıtmasına rağmen, eski otantik dükkanların
yerini yüksek yüksek binalar almış, bilinen o küçük esnaf dükkanları devasa büyüklükte
beyaz eşya veya büyük giyim mağazalarına dönüşmüştü. Yokuşta eskiden de var
olagelen hengame, curcuna ve çeşitlilik aynıydı. Bu yönden değişen fazla bir
şey yoktu. Sokak yine hınca hınç dolu. Hani şaka mahiyetinde, Tanrı gökten bir
iğne atsa yere düşeceği şüpheliydi. Sizi dükkanlarından içeri alıp bir şeyler
satıp patronlarının gözüne girmek isteyen tezgahtarlar, parlatılan vitrin
camları, bağırtı, karmaşa ve gırla bir koşuşturmaca eskisi gibi aynen devam
edegeliyordu.
Kaynana ve
kayınbabalarının peşlerinde evlilik arifesindeki nişanlılar, daha ucuza nereden çeyiz
alabiliriz telaşı ile koşuşturma içindeler. Gelinlerin kafalarındaki hinlik
yüzlerinden okunuyor. Tek düşünceleri kayınbaba ve kaynana denilen domuzlardan
ne kadar koparabilirim ve nasıl kâra geçe bilirimdi. Tek dertleri şimdilik bu olsa
gerek. Tabii bir de kaçamaklarla nişanlısının eline dokunmak gibi bir arzuları
da yok değil.
Yokuşun hemen başında gölgelik
bir yerde hepsi de kendisinin Neşet Ertaş’ın yeğeni olduğunu iddia eden davulcu
ve zurnacı Abdallar, evlenecek çiftlerin düğünlerini şenlendirmek için dört
gözle müşterilerinin yolunu gözlerler. Davulcular, davul tokmaklarını kemerlerine takarlar. Zurnacılar ise erik ağacından yapılan zurnalarını genellikle ellerinde tutmayı tercih ederler. Zurna kamışının kurumaması ve icraatları esnasında olur olmaz
yerde “zırt” etmemesi için belli aralıklarla ıslatmak için kalın dudaklarının arasına
götürmeleri gerekmektedir. Her biri kartvizitli ve aynı zamanda cep telefonları ile
kendilerine işadamı havasını vermek için çaba gösterirler. Vaktiniz olur da kendilerine uğrak verirseniz, hiç yadırgamazlar. Aralarına sımsıcak bir karşılama ile hemencecik buyur
ederler. Yaktıkları sigaralarından ikram ederler. Uzattıkları sigarayı benzinli muhtar
çakmakları ile büyük bir saygı ve el çabukluğu ile yakarlar. Genzinizi yakan tütün
dumanı o an hükmeden bunaltıcı havayı ve henüz tırmanmadığınız yokuşun
zorluğunu size tez elden unutturur. Biryantinli, kömür karası bıyıklı Zurnacı Bulduğ emirlerinize her daim amade olduğunu usulca
fısıldarken kartvizitini de titrek ellerle uzatır.
“Ağam hoş gelmişsiniz. Sefalar getirmişsiniz. Size bir ikramda bulunamadık. Kusura kalmayasınız. Gadanızı alırım. Gözünüze köle olurum. Halimiz bu. Duvar dibinde gölgede dikelip ekmek
paramızın yolunu gözlüyoruz. Buyur ağam, bu da benim ve davul ustamız Muharrem’in
kartı. Kırşehrimizin en iyi çalgıcıları alimallah biziz. Bir emriniz olursa ararsınız.”
Okan Bey eşi Suna Hanımla
ihtiyaçları olan pamuklu iç çamaşırlarının en iyisini burada bulabileceklerine
kanaat getirip, ağustos sıcağında yokuşu beraberlerinde çok sevdikleri arkadaşı
Papatya Hanımla tırmanmaya başladılar.
Arkadaşları Papatya
Hanımın tavsiyesi ile yokuşun orta bir yerinde büyük bir mağazaya girdiler.
Klimalarla mağazayı müşterilerini rahat alış veriş yapmaları için serinletmeye
çalışıyorlardı. Mağazada esen serin hava bir anda rahat bir nefes aldırıp iyi
geldi. Kısa sürede kendilerini toparladılar. Yüzü allı güllü bir turbanla kapalı
olan ve kafasının arkasında oluşturduğu garip topuzunu dik tutup, rimelli uzun
kirpiklerini kırpıştıra kırpıştıra tezgahtar bir bayan yanlarına koşturdu.
Yardımcı olmak üzere Okan Beyi, eşi Suna ve Papatya hanımı peşine taktı. Bir
üst katta bulunan iç çamaşırı reyonuna getirdi. Hizmetinde kusur yoktu.
Müşterilerine biraz daha serinlemeleri için kağıt bardaklarda su verdi.
“Hoş geldiniz. Size nasıl
yardımcı olabilirim?” Soru üzerine Okan Bey yarım adım öne çıkarak söze girdi.
“Benim ve eşim için
pamuklu iç çamaşırlarınızdan almak istiyoruz. Çeşitlerinizi görebilir miyiz? İyi ve kaliteli olanlardan olsun,
lütfen.”
Tezgahtar bayan allı ve hem
de güllü turbanı ile sıkı sıkıya kapadığı yoğun makyajlı yüzünü ardında
bulunduğu tezgahtan kaldırıp Okan Bey ve Suna Hanıma beden ölçülerini
anlayabilmek için baktı ve anında kararını verdi. Tezgahının üzerine bir tarafa
kadın ve bir tarafa da erkek iç çamaşırlarını göstermek üzere yığdı.
Suna Hanım ve Okan Bey de beğendikleri beşer adet iç çamaşırını, satın almak üzere bir tarafa ayırdılar. Bu
sırada tezgahtar bayan elinde şık kutular içinde bulunan dört adet markalı
pijamayı da tezgaha koydu. Tek tek açtığı kutulardaki pijamaların reklamını
yapmaya çalıştı.
“Böyle, tamamen yüzde yüz
pamuk olan bu pijamalardan da almak ister misiniz? Çok kaliteli, yazın
terletmiyorlar ve kışın da üşütmüyorlar. Arzu ederseniz bu kaliteli ürünleri de
kaçırmayın derim. Düşünürseniz size biraz indirim de yaparım.” Okan Bey
tezgahın üzerinde sergilenen renk renk pijamalara yan gözlerle bakıp, istemiyorum
anlamında kafasına salladı.
“Dediğim gibi efendim pijamalarımız
çok kaliteli ve fiyatları da oldukça uygun ve size söz verdiğim için bu
rakamdan da biraz daha düşeceğim. Yeter ki siz evet deyin.”
“Hayır. Şu an pijamaya
ihtiyacım yok. Teşekkür ederim, ama kalsınlar.” Tezgahtar bayan göz hapsindeki
badem bıyıklı patronunun bakışları altında birbirlerine kenetlenecekmiş gibi bir korku veren
kirpiklerini tekrar kırpıştırdı ve ısrarında direndi. Her ihtimalde bu pijamayı
da satmalıydı. Pes etmek yoktu.
“Efendim bir kez daha
söylüyorum ama bunu kaçırmayın derim. Size de çok yakışacak. İsterseniz
üzerinize şöyle bir tutun eşiniz de görsün.” Okan Beye bir anda edilen ısrardan
gına gelmişti. Bir tarftan da tezgahtar bayana da kaba davranmak istemiyordu.
“Hanımefendi dedim ya
ihtiyacım yok. Ben pijama ile yatmayı sevmiyorum. Ben hem kış ve hem de yaz
fark etmiyor, çıplak yatmayı yeğliyorum. Çıplak yatmayı seviyorum. Eğer sizce
de bir mahsuru yoksa tabi!” Tezgahtar bayan neye uğradığını şaşırdı. Yüzündeki pudraların altından kızardı. Çıkardığı
bütün pijamaları bir çırpıda topladı. Gözlerini yere iyice indirdi.
“Tercih sizin tabii
efendim. Nasıl isterseniz öyle yatarsınız. O zaman kalsın bunlar.” diyebildi.
Çıkrıkçılar yokuşuna tırmananlar terliyor, inenler ise uçuyorlardı. Hava sıcak
ve daha da sıcak olacağı söyleniyordu. Bulduk ve Muharrem ustalar pazarlıkta anlaştıkları bir düğün sahibinin peşine takıldılar. Tanrı gökten iğne atmaya gerek görmedi.
Amsterdam, 2 Temmuz 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder