2 Ağustos 2012 Perşembe

CUF... CUFF...





CUF...  CUFF...


         Kara tren gecikecek ve belki hiç gelmeyecek. Kör olası demiyorum, ama böyle olmadan, beni görmesini istediǧim bu demir yıǧınıolur á gelmezse, vaziyet kötü ve aynı zamanda, nadide bir yiyecek olan gülüm keten helvanın yandıǧı anlamına gelir. Bin bir tatlı edası, nazı, işvesi ile can alıcı dudaklı yarin, güzelim buǧulu gözleri yollarda, sevgi dolu yüreǧi buruk, elleri çarnaçar ǧründe kalakalır. Can sevgili bir yay esnekliǧi ile hop oturur,  hop kalkar. Dayanılmaz hasret ve özlemlerine ilaveten, dört deǧil on dört göz ile her gün fecre kadar beklenen, büyük aşkını özen ile barındırdıǧı gönlündeki tahta, Muhteşem Süleyman gibi sarvan salıp, baǧdaş kuran, insafsız yar gelmez olur. Tek istediǧi kara trenle gelecek olan sevdiǧi, bir mektubu veya kendisinden bir muştudur sadece. Olmazsa da olur,  hani kendilerinin bizzat tanık olamadıkları, lakin Muhteşem olduǧu söylenegelen Süleyman gibi haremleri, hurileri ve de Nuri’leri. Canından çok sevdiǧi, gözünün bebeǧi yari, yeter de artar; O’nun acılar içinde biçare kıvranan, daǧlanmış yüreǧini hoş etmeye. Kalplere düştükten sonra, bulunduğu yeri kasıp kavuran aşk belasının keskin dişli çarkına yüreǧinizi kaptırmaya görün, ağlasanız da hıçkırıklarınız kimsecikler tarafından duyulmaz, mısralarınıza, gözyaşlarınıza elleri ile artık kimseler dokunamaz. Şarkıların bu kadar güzel, kelimelerin bu kadar kifayetsiz olduğuna şaşırıp kalırsız, diliniz tutulur bir tek kelime dahi anlatamazsınız. 
         Allah göstermesin; ya kara tren, kömürü biter, arıza yapar, uykuda kalır, elde, belde, yolda, daǧda kalır, kurda kuşa yem olursa. Apaçilerin  hiç görülmediǧi bu diyarda, yoǧunluǧu o sevimli caretta caretta kaplumbaǧalarının sayısına bir türlü indirilemeyen, ama dünyaya da çok şükür hükümdar olamayan sevimsiz eşkıyalar , art arda sıralı vagonları durdurup, el koysalar ve gelmezse kara tren! Gönderilen, kutsal aşkların kargacık burgacık yazıldıǧı, şairin cömertliǧine denk gelip, verdiǧi kızıl güllerin kurutularak,  arasına konduǧu mektuplar, titreyen yumuş yumuş ellere ulaşmaz olur. Yüreǧi göǧsünü yırtıp, yerinden fırlayamaz.Yardan haber gelmediği için, dağlar kardan ağarır. Ne gelen ne de bir haber gönderilmediğinden, gözleri fettan güzel, derde dert katan sevgili her daim darda kalır. Bırakın salını salını gelsin kara tren, bir o yanına bir de bu yanına takmazsanız da olur, şairin kızıl güllerini.  
Tren gelir öterek

Kömürünü dökerek

Ben yarimden ayrıldım

Gözüm yaşım dökerek

         Geldiǧi zaman da; yaz kış, gece gündüz demeden ne zahmetler, ne oflayıp puflamalar ve acı acı inlemeler eşliǧinde, onca engeli nasıl aşıp, uzaklara ulaştıǧı bilinmez. Yorgunluktan bitap düşmüştür. Ama ardında yüzlerce el sallanıp durmuştur. Üzerinde, kır çiçekleri, kalın mavi veya açık kırmızı çizginin yer aldıǧı, özenle katlanmış onlarca mendil; hüzünlü mavi, kestane, ela, yeşil ve kahve rengi gözden akan, ipi kopan boncuk boncuk gözyaşı ile ıslandı. Elem dolu damlacıklar, O‘nu dehşetli kederlendirdi. Üzüntüden, tüm şevki kaçmış olsa da, gideceǧi yerde de, yine yüzlerce el sallanıp, kendisini buyur edecekti. Bin bir kucak açılıp, sevilenler baǧırlara basılıp, hasretlik giderilecekti. Duyduǧu yorgunluǧun tadı, baklava kadar deǧilse de, en azından kazandibini aratmazdı, herhalde.

Tren geliyor tiren

dağlara dalıp giden

kara tren değil mi

yârimi alıp giden

         Büyük bir özlem ve merakla beklenen kara tren ile gelecek olan yare, sevgililer; iki  gözüm seneler geçti, diye, su misali akıp giden zamanı hatırlatırlar. Ektiǧini biçen gönül olsa da, bir selamın lütfedilip, çok görülmemesi yalvar yakar istenir. Küslüǧün artık bitmesi gerektiǧi, barışın zamanı olduǧunun kulak ardı  edilmemesi adeta haykırılır. Görmüyor musun, dalları kiraz bastı, Canözüm memleketimizin daǧlarına dahi bahar geldiǧinden bihaber misin?. Yedi kat eller yakınım olurken, bu küslük  niye, gel kavuşalım derim. Aman Allahım bu ne çok hasret, bu ne deli hasret.
         Kara trenin nedenini anlamadığı; yolda öküzün durup, kendisine  uzun uzun bakmasıydı.  Ne var kardeşim, açıkta bir şey mi gördün? Yok, her tarafımız, kara çarşaflı, burkalı, dini oldukça bütün olan müstesnalar gibi kapalı ve üstelik kömür karası. O halde böyle bön bön bakmanın anlamı ne?" Cufcufuna kurban olayım" gibi laf atmalar falan. Ne kadar banel, tam bir arabesk. Var, git işine, gücüne. Bu saatten sonra sevda ile uǧraşamam. Benim kaderim sevdalıları taşımak. Ateşten gömlek giyemem, benim kaynayan kazanımla, zaten içim yanıyor. Öküz de olsa, kimseleri kırmak istemem. Zat-ı alileri kusura kalmasın, bakışlarından da rahatsız olduǧumu, bilsin istiyorum.
         Zengin çocuklarının ne ise de, fakir çocukları, harçlık olarak aldıkları demir paraları, neden tekerleklerinin altına koyup, ezdirirler diye düşünür ve bu çok da garibine gidiyor. A be akılsız çocuk, o parayla gidip, kendine gazoz veya dondurma alsan, daha iyi olmaz mi? Kara trencik, iş başa düşünce, istemeyerek de olsa yoksul çocukların paralarını da, içi acıyarak ezmek zorunda kalırdı.

         Aynı zamanda demirden korkanlar da, kendisine binmiyordu. Bunu ilk duyduǧunda; gülmekten kendini alamamış ve  tıssılayarak altına kaçırmış, ele güne karşı yapayalnız, böyle de olmaz ki, dese de, olan olmuştu. Korkak nasıl da bırakıp gitmiş, insafsız terk etmişti kendisini. Binmezsen, böyle kaçırırsın işte treni. Sevdiǧine kavuşamadan, dört duvar arasında, evde kaldın da, daha mı iyi oldu, sanki?  Oh olsun demeye dili varmaz yine de, kendisi kara olsa da, yüreǧi aktı trenin. Daha ne mi olur, evde kalınca? Yaşamayanların bilemediǧi korkuları yaşar, sessizlik korku verir, ödü kopar. Kimileri O korkaǧın ödünü, bir şeylere karıştırsa da, kendisi kara olmasına raǧmen, böyle bir pisliǧe karıştırmaz adını. Çeker bu tür bezlerden taraǧını, çünkü  kalbi, Ararat’ın ulaşılamayan doruklarındaki karların beyazlıǧındadır. Korkak kendi kendisi ile konuşur, bir cana hasret kalır, kırık, sineklerin kirlettiği aynalara koşar. Ya sev, ya terk et kadar aǧır olmazsa da, bundan sonraki yaşamı; işte kapı, işte sapından ibaret olacaktır. Rehber istemeyen, görünen köy, oldukça yakındır. Oysa korkmayıp, binse trene; tren hoş gelecek, odaları boş gelmeyecekti. Ley ley leylim ley gibi abuk sabuk, ipe sapa gelmeyen lakırtılar da edilmeyecekti!

Tren geliyor tiren
dağlara dalıp giden
kara tren değil mi ?
yârimi alıp giden

         Cufcuflamalar eşliǧinde geldiǧi zaman da; aheste aheste durur, aşınmış olan tekerleklerini çevirip, yılan kıvrımları ile akıp giden raylarda, olanca eşyayı, yüzlerce insanı ve yükte hafif, paha da oldukça aǧır olan, hani biz diyelim on, siz deyin otuz tane kalbin çizili olduǧu aşk mektubunu, sırtladıǧı gibi alıp, getirir. Yol boyu, başında bulutlar misali dumanı hiç eksik olmaz. Düdüǧünü acı acı öttürüp, amansız daǧlara yol ver deyip, destur ister. Doǧrusu zor iş; aşması gereken daǧdır, taştır, ovadır, ırmaktır, dere ve tepedir. İşlevi kolay olmadıǧı gibi, üstüne üstlük rengi de karadır.  Kendi kömürünü seçme gibi bir lüksü dahi yoktur.  Tüm bu engelleri aşabilmek için, yine de sunulanı kabul etmek zorunda kalır. Kazanı kendi seçiminin dışında bir kömür ile, gönülsüz fokurdar. Başka bir istasyonda, farklı yükleri ve insanları yüklendiǧi gibi yeniden yollara koyulur.  

Kara tren gelmez mi ola düdüğünü çalmaz ola

Gurbet ele yar yolladım mektubumu almaz ola

         Cuf.. cuf… cufff... Yol verin, bu kez de, bütün engelleri aşarak, gelmemezlik etmedi kara tren, karada ölüm yok, enseleri çok gerekli ise kaşıyabilirsiniz, ama karartmayın, lütfen. Geliyor, sevda yüklü kara tren.   


Amsterdam, 01 Aǧustos 2012





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...