7 Aralık 2012 Cuma

MAÇ


  
MAÇ
        
         Eriştiǧimiz zaman diliminde, büyük şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın “otuz beş yaş” şiirindeki ömür belirlemesi geçerliliǧini yitiriyor. Hayat dediǧimiz amansız karşılaşma, otuz beşerlik, taş gibi sert yeşil bir Grandy Smit elmasının iki yarısından oluşmuyor, artık. Kan ter içinde oynamakta olduǧumuz maçın uzatmalarının da, insan denilen müthiş makinanın ömrüne katılması ile, aǧır aǧır çıktıǧımız merdivenlerin sayısı olan yarı yol, ortalama kırklara ve daha üstlere yükseldi. İştahla ısıra durduǧumuz elmamız daha da büyüye dururken, daha çok 'faul', hata yapıyor, aciz durumda olanları iliklerine kadar sömürüyor, doymuyor, birbirimize çelme takıyor, başkalıkları tanımıyor, kuyruklu çirkin bir maymun oluyor; görmüyor – duymuyor – susuyor, insan olmanın temel taşlarından olan hoşgörümüzü sıfırlıyor, kimseyi insan yerine koymuyor, oluşturduǧumuz mozayiǧin güzelim farklı renklerini, alabildiǧine bir kabalık ve zorbalıkla kendi tekdüze rengimize boyamaya çalışıyoruz. O denli gayri insani davranıyoruz ki; haliyle akıllara olur olmaz soru işaretleri gelip, yerleşiyor.
         Sizce de, yukarılardaki hakem midir acep, avurtlarını şişirerek, düdüǧünü tiz bir uǧultu ile uzun uzun öttürüp, bizleri cezalandıran.  Belki de: A. Huxley’in söylediǧi gibi: “Bu dünya, başka bir gezegenin cehennemidir.” Patronlar ve bilumum varsıllar, fakir  insanların ‘zebaniliǧini’ üstlenip, savunmasızlara her türlü cefayı reva görüyorlar.  Dünya haricinden gelen bizler, sadece peşimiz sıra gelen sessiz gölgelerimizi alıp gideceǧimiz, cehenneme çevirdiǧimiz “kavanoz kıçlı” gezegenimizde, kıyasıya birbirimizin daha çok canını yakarak, verilen uzatmaları oynuyor, insanlıktan ve asıl cennet kılınması gereken yeryüzündeki cennetten, her geçen gün daha da uzaklaşıyoruz.
         Varsıllar olarak da bilenen tufeyli zümre; rakipleri olan yoksullar, tam gol ataǧına geçtiklerinde, kendilerine ya haksız yere penaltılar veriliyor veya ‘offsite’ denilerek, bu eylemleri yok sayılıyor. Kalelerin arka taraflarını dolduran milyonlarca yoksul, yaşanan onca haksızlıǧı, adaletsizliǧi, baskıyı ve dipsiz uçurumlar oluşturan eşitsizliǧi yuhalayarak protesto etseler de, olup biten yine küçük bir azınlıǧın; “dediǧim dediǧi”  oluyor. Kırmızı kartlar yine, diǧer zümre ile oransız çoǧunluǧu oluşturanlara gösteriliyor. İnsanlar hak etmedikleri, iç acıtan, dramatik - perişan sürdürdükleri bir hayatı, doǧduklarına pişman, çocuklarına ve büyüklerine karşı olanaksızlıklarından utanç duyarak yol alıyorlar.
         İşin diǧer boyutu da, çekilen onca sıkıntı yetmezmiş gibi, sökün eden yaşlanma ile birlikte gelen, hastalıklar ve yetmezlikler, atalarımızın 'Cizlavat' marka soǧuk kuyu' da denilen, vıcık vıcık terleten lastik ayakkabılarla, günümüzde ise yırtık kunduralarla, ürkekçe ayak bastıǧımız gezegenimizi, daha da çekilmez hale getirmesidir. Bedenlerdeki milyonlarca hücrenin yok olma tehlikesi ile yavaş yavaş büyük bir dinginliǧin hissedildiǧi bu aşamada, kıpırtılar yok denecek bir seviyeye inerken, ‘sönmüş kireç’ olma dönemi başladıǧı zaman, en küçük kıpırtılar, kabarcıklar ortadan kalkar. “Oyun bittiǧinde, şah da piyon da aynı kutuya girse”  de, aradaki farklılık kıyaslanamaz. Kimilerinin, “cinsel yolla bulaşan ölümcül hastalıǧın adı, hayattır” dedikleri süreç, kale arkasındaki seyircileri için, çoǧu zaman onur kırıcı olabiliyor.
         “Ömür üç gündür.” diyenler de yok deǧil. Dün yaşanmış, yarın muǧlak, yaşanacaksa , bugün yaşanmalı. İnsanca yaşandıǧında, gelin güzelliǧinde olan hayat, alımlı bir gokkuşaǧının bütün renklerini barındırmalı. Biz yine de “sol memenin altındaki cevheri”  ve çeşitli modellerde traş ettiǧimiz “enseleri karartmamak” lehimize olsa gerek.

Amsterdam, 7 Aralık 2012
        





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...