24 Mart 2013 Pazar

HAMİDO



 HAMİDO
           

            Diǧer yıllar gibi çokça gün, hafta ve aydan oluşan 1983; ellerimi ve kollarımı baǧlayıp, sürgün-asker olarak, süklüm püklüm uzak diyarlara götüren yıldır. Aman Tanrım ne kadar da sıkıntılı, anlatılamayacak zorluklarla, yüreǧimin cayır cayır yandıǧı, üzerine kalın çizgilerle kahırlanarak kalem çektiǧim, yaşanmamış uzun mu uzun, meşum bir zaman dilimiydi. Aǧalar, beyler ve de tosun paşacıklar; bu süre yaşanmamış olacak dediler, biz de o genç ve çiçeǧi burnunda, bir saniyesini dahi geri getiremeyeceǧimiz zamanı hayıflanarak yaşayamadık. Anlatacaklarıma, nostalji babında, köy odalarında yapılan klasik askeri anılar temalı sohbetlerin bir versiyonu denemez. Yani “ortada çok iyi bir subay olan Çankırı’lı bir yüzbaşı yok. Sizden iyi olmasın elbette. Elin subayı kim, siz kim. Mukayese bile edilemez. Ama, evet subaydı ama iyi bir insandı da demeyeceǧim. Beni de çok sever miydi, sevmez miydi, işte orasını bilemiyorum” türünden anlatımlar olmayacak naçizane aktarımım. Ocak“ olarak da adlandırılan bu mekanda edindiǧim, hiç unutamadıǧım bir dostluǧa, Mardin’li Hamit ile olan arkadaşlıǧıma deǧineceǧim.
            Ben kendisine Hamido diyordum. Malum boyumun kısalıǧını dillerine pelesenk eden arkadaşlarım; hassasiyetim üzerinde büyük bir etki ve aşaǧılık kompleksinin oluşmasına neden olmuş olacaklar ki, askerliǧim boyunca Hamido ile olan (büyük haz aldıǧım), güzel dostluǧum; bana büyük bir moral ve özgüven duygusu verirdi. Öyle ya benim de, bu insan hayatının mücadele etmekle geçtiǧi dünyada, kendisine kuş bakışı olmazsa da, birazcık olsun tepeden baktıǧım birileri vardı, kıyıcıǧımda.
            Hamido’nun benden dahi kısa ve çelimsiz görünümüne bakmayın. Pike dalışlı, birbirine yakın çatık kaşlarının arasından, tüylü çaǧla yeşiline çalan gözlerinden süzülen kartal bakışları ile Hamido, aynı zamanda çok iyi bir “dengbej”di. Nasırlı küçük ellerini nöbetleşerek saǧlı ve sollu olarak kulaklarına götürmeye görsün. Yürek yakan tiz sesi ile sizi aldıǧı gibi, başı her dem bulutlarda şeref misafirliǧinde olan ulaşılmaz, karlı-sarp daǧlarda, geniş ovalarda, ters laleler diyarı da olan, zümrüt yeşili bin bir çeşit bitki ile bezeli, nazlı bir çaǧıldamanın eşliǧinde, yılan kıvrımlı dere boylarında akan billur sularda, kınalı kekliklerin yuva yaptıkları kuytuluklarda, silah zoruyla terk ettirilmiş, yakılmış, viran, boynu bükük ıssız-kimsesiz mezralarda saatler boyu dolaştırır sizleri. Sonrasında bu yürekleri daǧlayan ses, elinizden inatla sımsıkı tutmaya devam eder. Göz açıp kapayıncaya dek, kendinizi  uzaklara ışınlanmış bulursunuz. Metropollerin varoşlarına, zorla göç ettirilenlerin gariplik diyarlarına gidersiniz. Yani utanç veren yoksulluǧa, tek odada onlarca insanın kaldıǧı gecekondulara misafir olursunuz. Yalın ayak, yırtık elbiseli, Türkçe ve Kürtçe lisanları arasında gel gitler yaşayan, gözleri ışıldayan çocuklar ile el ele tutuşmuş bulursunuz kendinizi. Özlerinde olmadıǧı halde, koşulların acımasız dayatması ile her an, suçlu insan olmaya aday insanlara  tanık olur, bir şeyler yapamamanın çaresizliǧinin nahoş, acımtırak tadını tadarsınız. Isınmak nedir bilmeyen, masum çocukların kor alevli yüreklerine dokunur, yanık ellerinizin ürpertisi ile kendinize gelsenizde, başınız dönmeye devam eder. Buǧulanmaya yüz tutan gözlerinizin önünden hızla akıp giden, yoksulluǧun, kimsesizliǧin, horlanmışlıǧın, öteki ve Anadolu‘nun zencisi olmanın film kareleri, duygu yüklü yüreǧinizde kızgın demirler gibi izler bırakır. “Sıtranlarında - türkülerinde” anlatılanlar sizi, kanatlandırır, alıp götürür. Güçlükle yarı baygın kendinize geldiǧinizde, gözleriniz yaşlı, dinlediǧiniz sıtrandan anladıǧınız kadarı ile, olup bitenden dolayı, büyük bir mahcubiyetle, bir beşer olarak suçluluk duygusuna kapılmış, insanlıǧınızdan oldukça utanıyor bulursunuz kendinizi. Akabinde yaşadıǧınız gezegen için, insanlık adına bir şeyler yapmak isteyen bir uǧraşıya, hiç vakit kaybetmeksizin, hemen o anda atlamak ister, bunu yapmak için ne denli geç kaldıǧınızı fark edersiniz.
            Hamido’ya her konuda güvenebilirsiniz. Kendisi, ben misali küçükçe bir adam olsa da; insanlık, duygu, paylaşım ve güzellik dolu yüreǧi devasa büyüklükteydi.  Dengbejlikte görsellik için kullandıǧı kısa parmaklı nasırlı elleri, etrafındaki bütün insanların en hafif bir tökezlemesinde Hızır A.S.’ın uzattıǧı ellerdi. Zor anınızda, kim olursanız olun, O ne yapar eder, bir kuş misali çırpınır, çözümsüzlüǧünüze çare oluncaya dek, rahat etmezdi. Aǧzına götürdüǧü son lokmasını, gözleri size iliştiǧinde, anında size uzatırdı. Saygıda kusur etmez, dünyaya gülen zümrüt gözlerle bakardı. Anlatacak bir hikayesi her zaman vardı. Bu insani güzelliǧi, doǧallıǧından mıydı, acaba. Okuma ve yazması dahi yoktu. Ama dünyaya baktıǧı pencere oldukça genişti. Mardin ve belki de askerlik yaptıǧı Siirt şehrinden başka bir yeri görmemişti. Ne iki harfi yan yana getirip, okuyabilmiş, ne de yazabilmişti. Şehre indiǧi zaman , yakın bir akrabasının evini bulmak için sokak adlarını okuyamıyordu. Karşı cinsten birinin, çift kurnalı pınar sularının aktıǧı köy çeşmesinin başında, deǧil elini tuttuǧu, gözlerinin içine bir saniyelik de olsa bakamamıştı. Gönlüne söz geçiremeyip, duygu yüklü yüreǧini birilerine kaptırmış mıydı? Bütün ısrarlarına raǧmen, yalvar yakar olsan da hiç bir şey anlatmaz, bütün ketumluǧu ile bu gibi konularda hicap ederdi. Aǧanın kızı olmazsa da, belki köyde komşuları Osso’nun kızına, anne ve babası boyunlarını büküp, talip olabilirlerdi. Sonuç ne olurdu bilinmez. Sülün boylu, bir Kürt Alain Delon‘u olduǧu söylenemezdi. Lakin, varsın olsundu. Kim bilir O’nun da pamuk yüreǧini fark eden birileri de çıkabilirdi. Hamido’nun paha biçilmez insanlıǧı da, bir sırma saçlının gözünde para edebilirdi.
            Günümüzde var olan dostlukları uzun süreli, karşılıklı olarak hissedilen bu muhteşem güven duygusunu aynı güzellikte korumak için büyük özveri ve efor gerekiyor. Yaşadığımız dünyada dostlukların kolay kazanılmadıǧı bilinen bir gerçektir. Bu güç edinilen kazanımın, bir de yıllar yılı izini bulup da, kaybetmeye gör, aradan yüz yıl da geçse, insan bir yanının buruk eksikliǧini sık sık hisseder oluyor. Hissedilen eksiklik durmaksızın dürtüp, rahatsızlık vermeye devam ediyor. Güzel insanların yitip gitmesi, insanın yüreǧini alabildiǧine burkuyor.
             Hamido’yu, sesinin güzelliǧini, saf ve temiz yüreǧini, şefkat dolu çaǧla yeşili bakışlarını, nasırlı ellerini özenle kulaklarına götürüşünü ve zaman zaman yardım için o el uzatışını özlüyorum. Hamido’yu gördünüz mü? Kendisini gören, bilen, tanıyan var mı? Acaba Hamido şimdi nerelerdedir, ne yapıyor, kimlerledir, iyi midir, mutlumudur, sihhati yerinde midir bilemiyorum. Umarım saǧ ve salimdir. Kendi doǧallıǧında mutlu ve umutludur. Kuşlardan buruk yüreğimin rıcası; Hamido’ya olan bin selamımı kanatlarına yükleyip, götürmeleridir. Hamido'ya selam olsun!


Amsterdam, 13 Şubat 2013

1 yorum:

  1. Merhaba, yazının konusu, geçtiği mekan; tam da anlattığın zamanda orada olan beni çok etkiledi. Konu ve anlatım güzelliğin harika dostum.. Sen devam et can arkadaşım, an ları betimlemeye. Dağarcığındaki güzellik anlayışına o zaman da bayılırdım. Seninle gurur duyuyorum AYDINIM.
    Aydınlık huzur sağlık eksilmesin pencerenden..

    YanıtlaSil

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...