4 Mayıs 2013 Cumartesi

BUGÜN 24 NİSAN, NEŞE DOLMUYOR İNSAN


  

BUGÜN 24 NİSAN, NEŞE DOLMUYOR İNSAN
         
Daǧlar piri Ararat'ın nazlı eteklerine bahar; var olan  bütün renklerin yelpazesi, cümbüşü ve tonlarıyla, pır pır eden minik bir serçe misali gelip, kor dudaklı genç bir kız güzelliǧindeki muhteşem yükseltiyi, incitmeden, yumuşacık kondu. Öyle ki birbirini kıskandıracak albenideki bin bir çeşit çiçek, kol kola girip, binlerce yıldır pek çok bu medeniyetler yorgunu toprakları, büyük bir direnç sergileyerek patır patır çatlatıp, soluǧu yeryüzünde aldılar. Dört bir yanı narin kelebekler ve her türlü börtü böcek sardı. Yazları dahi serin olan bu diyara,  bahar mevsimi; nisan ayının son günleri  olmasına raǧmen, daha bir acele ile gelince, “tabiat ana” milyonlarca yıl süregeldiǧi gibi, olanca maharetini gösterip,  o şaşkınlıkla, bu güzelim- maǧrur coǧrafyada yer alan yeryüzüne cömertçe bahşedilen bütün bitkileri, binlerce elin yordamı ile serpiştirerek, en usta ressamın dahi çizemeyeceǧi tablolarını bir çırpıda çizip, en nadide- mis amber kokularını da ekleyip, kutsal Aǧrı Daǧının eteklerinde sergiledi. Kuşlar, durmaksızın bir aǧaç dalından, diǧerine konarlarken, en güzel şarkılarını civildiyorlardı. Oldukça yukarılardaki başının, bir türlü kurtulamadıǧı duman ve çarşaf beyazı karı; nasırlı elleri ile hafif aralayan bu büyüleyici tabiat yükseltisi, göz kırpıp, gülümseyerek baharın bu güzelim sunumundan  olan, memnuniyetini belirtiyordu.
Yukarıda okuduğunuz bahar betimlemesi, benim anlatımımla, söylediklerimi bu satırlardan sonra kaleme alan kişiye ait. Bundan sonrası benim yüreǧimin olanca ezikliǧi ile aktaracaklarımın,  yazıya dönüşmesi olacak. Kesin bir yıl vermekte zorlanacaǧım ama, Aǧrı Daǧı’nın eteklerindeki yaklaşık yüz haneli köyümüzde, yüzlerce yıldır birlikte huzur ve barış ortamı içinde yaşadığımız Ermeni komşularımızın hunharca canlarına kıyıldıǧı yıl ben yaklaşık altmış yaşındaydım. Şimdilerde kullanılan yeni takvimi pek bilemiyorum. Doǧum tarihim, tevellüdüm bin iki yüz yetmişe tekabül ediyor. Bana bu Aǧrı Daǧı eteklerinde Seyfo Dayı derler. Kalem ve de kaǧıdını alıp, söyleyeceklerimi yazan  genç adam; senin de gördüǧün gibi iyice yaşlandım artık. Seksenli yaşları devirdiysem de, elden ayaktan düşmedim henüz. Saçlarım bütünü ile kar beyazı olsalar da, şuurum yerinde. Lakin yıllardır, beni yiyip bitiren, altından kalkılmaz bir utançla kıvranır dururum. Bu biçareliǧin utancı, bir şey yapamamış olmanın, içimi gün be gün kemirmesinin hicabı. Birilerine dilim döndüǧünce anlatıp, yazılı haliyle, daha sonraki kuşaklara, kör olası gözlerimin şahit oldukları, benim biçaresizliǧim aktarılabilse, bu arlanmanın getirmiş olduǧu yükten bir nebze de olsa kurtulurum, diye düşünüyorum.
Bahar mevsimi tam da yukarıda anlatıldıǧı gibiydi. Köyümüzde hiç tanımadıǧım adamlar dolaşıyor, evlere girip, çıkıyorlar , gizlice müslüman olanlarla konuşuyor ve sık sık Ermeni kardeşlerimizin evlerini işaret ediyorlardı. Komşu köylerde de çevrede bulunan gayri müslümlere saldırıların olduǧunu, pek çok insanın katledildiǧi söyleniyordu. Bizim köyümüzde böyle bir şey elbette olamazdı. Ama bu adamlar neler anlatıyorlardı, sakın aynı tezgahı burada da kurmaya çalışmasınlar. Kuşkularım iyice arttı. Oǧlum Mısto ile de hararetle konuştuklarını gördüm. Komşularımız Hasan, Kazım, Memo, Hüseyin, İbo, Mehmet Ali ve Sülo de telaşlı bir şekilde koşturuyorlardı. Ermeni komşularımız Bızdık* Nerses, tombulca ve neşe dolu, sürekli kıkır kıkır gülen karısı Tatuş, çocukları dünyalar güzeli Gumaç ve Jivan, pos bıyıklı Alek ve sarı bukleli karısı Rime, demirci ustası Nubar ve karısı Sosi, Zangoç Kevork, Deli Gabi ve diǧer hiristiyan köylülerimiz, adeta ölüm sessizliǧi ile  evlerine kapanmışlardı. Hepsinin kapılarını, tek tek hızla çalıp, hal ve hatırlarını sorup, neler olup bittiğini öǧrenmek istedim. Ama sahiplerinin coşkulu bir sevecenlik ve gülümsemeyle açtıǧı kapılar, yüzüme kapalı kaldı. Bütün yalvarmalarım ve ısrarlarım kar etmedi. Komşularımdan bir ses çıkmadı. Kirvem Tevos kapının ardından beni kovarken, karısı Mari, O’na;
“Seyfo Dayının ne suçu var?”  diye sertçe çıkıştı. Kızları Peruz, oǧulları Suren ve Ohan’ın kapının ardından aǧlama sesleri geliyordu. Benimle konuşmak istemedi.
“Artık ne akraba, ne de kirveyiz. İyi günler geride kaldı. Bir daha da kapımıza gelme.” diye, çok üzgün bir sesle baǧırdı. Boynu bükük Tevos’un kapısının önünde yıǧıldım kaldım.  Çocukların aǧlama sesleri hala geliyordu. Tevos onları yatıştırmaya çalışıyordu. Güneş bütün öǧle sıcaklıǧı ile üzerimdeydi. Evin etrafında kömür karası kargalar, çirkin sesleri ile gaklayıp, kah evin avlu duvarına, kah çatıya konuyorlardı. Onları kovmak için ellerimi sessizce havaya kaldırıp, salladım. Ama kargalar hiç oralı olmadılar. Bahçedeki elma ağacının bütün çiçeklerini yere döktüler. Büyük bir felaketin adımlarını duyuyordum. Bir şeyler yapmalıydım. Tevos ve Mari gözlerimin önüne geldi. Birbirlerini ne çok seviyorlardı. Onların aşkı bütün Aǧrı Daǧı eteklerinde bir efsane gibi anlatılırdı. Köy içinde zaman zaman el ele tutuşup, dolaşırlardı ki, bu bizim yöremizde pek uygun karşılanmazsa da, insanlar zamanla aşıklara gülümseyerek bakacak kadar, hoşgörülü hale geldiler. Bu tevazunun oluşması için az çabalamadım. Derken art arda bir birbirinden güzel üç tane çocukları oldu. Tevos’a ricada bulunup, torunum İsmet’in sünnetinde kirvemiz olmalarını istedim. Köyde büyük bir sünnet düǧünü yaptık. Tevos ve Mari düǧünden iki  gün önce Doǧu Beyazıt’a gidip, kocaman bir altın almışlar. At arabasını da pek çok yiyecek ile istifleme doldurup geldiler. Ailecek çok mahcup olmuştuk. Tevos;
“Seyfo Dayı, sen bizi kirveniz, akrabanız olma şerefi ile onurlandırdın. Benim yaptıǧımın lafı mı olur, bu bahşettiǧin şerefin karşısında." deyip, eǧilip hürmetle elimi öptü. Ardından şipşirin allı güllü elbisesi ile gelin kızım Mari salınarak gelip, saygıyla elimi öptü. Tevos’u iki defa öpmek yetmemişti.
“Gel Tevos, içimden geldi seni bir daha öpeyim.” diyerek çıkık elmacık kemiklerinin yer aldıǧı yüzünü şefkatle  avuçlarımın arasına alıp, iki defa daha öptüm. Mari eǧilip, gözlerimin içine bakarak;
“Barev** Seyfo Dayı. Hani Mari kirveni öpmek yok mu?“ diye sitem etti. Kirvemiz Mari geline de kollarımı açıp, sevgiyle sarıldım. Mari hemen Misto’nun karısı ile evde büyük bir temizliǧe girişti. Her tarafı kısa zamanda tertemiz yaptılar. Tevos hazırlıklar için koşturup, durdu. Evimizin avlusunda büyük bir şenlik oldu. Halayın başından Tevos ve Mari eksik olmadılar. Halaya ara verdiklerinde de, gelen misafirlere hizmet etmek üzere koşturup durdular. Mari büyük tepsilere  dizdiǧi nar kırmızısı şerbetleri, büyük bir gülümseme ile gelen misafirlere ikram ediyordu. Tencereler dolusu meşhur Ermeni yemeǧi “aylazan” hazırladı. Aman Allahım tadı hala damaǧımda. Ne kadar da çok yemiştim. Beǧendigimi görünce, düǧün sonrası, kapılarının önünde oturduǧum bugün, bir hafta öncesine kadar, aylazan yemeǧini yaptıǧında, benim payımı büyükçe kalayı ayna gibi parlayan bakır bir kapta getirip, hanımım Ayşe’ye verdi.
Komşularımız Tatuş, Nerses, Rime, Tigris ve diǧerleri de, hepsi el pençe karşımda durup, bir yardımlarının olup, olamayacaǧını soruyorlardı. Bütün komşularımız ile bir aile gibiydik. Onların bayramları bizim, bizim bayramlarımız da onlarındı. Yasımızda da, şenliǧimizde de ayrı gayrımız hiç yoktu. Bir hayli güzel, insanlık dolu yıllardı. Görünen o ki, insanlık hayatımızdan el etek çekeceǧe benziyordu. Ansızın ortaya çıkan bu garabeti anlamak mümkün deǧildi. Şaşılacak derecede beceri sahibi insanlardı. Hepsi birer zanaatkardı. Ellerinden gelmeyecek iş yoktu. Tahtayı ustalıkla oyar, demiri tam tavında döver, insanda hayranlık bırakarak, bütün nesnelere adeta can verip, anlam katarlardı. Bizim konuştuǧumuz Kürtçeyi ve aynı zamanda Türkçeyi çok güzel konuştukları halde, ne garip ki; bizler onlarca  yıldır birlikte yaşadıǧımız bu güzelim insanlardan, neden tek kelime Ermenice öğrenememiştik?     
Kargalar gaklamaları ile akşam karanlıǧını getirdi. Yarım saat daha bekledim. Karnım acıkmaya başlamıştı. Gitsem iyi olacaktı, Ansızın uzaktan garip seslerin geldiǧini duydum. Bütün köylü bir araya gelmişti. Ellerindeki meşalelerin aydınlıǧında tüfek namluları, satırlar, kazma ve baltalar ışıldıyordu. Guruplar halinde başlarında köyümüzde dolaşan o garip yabancılar vardı. “Allahu ekber” sesleri birbirine karışıyordu. “Kafirlere ölüm”diye  avazları çıktıǧı kadar baǧırıyorlardı. Ne yapacaǧımı şaşırdım. Oǧlum Mısto da aralarındaydı. Mısto’nun yer aldığı grup, Tevos’un evine doǧru hızla geldiler. Tevos’un çocuklarının aǧlama sesleri tekrar gelmeye başladı. Mari korku ile çıǧlıklar atıyordu. Pencereden meşaleleri görmüş olmalıydılar. Beklenen utanç anı gelmişti. Tevos’un kapısına geldim. Ellerimi açıp, kendimi siper etmeye çalıştım. Oǧlum olacak o deyyus beni görünce baǧırdı.
“Baba çekil oradan. Git o kafirlerin evinin önünden. Sakın bize engel olma.” diye baǧırıyordu. Başlarındaki yabancı da;
“Hucum... Ümmeti müslimin. Kafirlere ölüm. İslamiyet adına ileri. Kafirlere ölümmm. Allahu ekber... Allahu ekber...” diyerek gırtlaǧını yırtarcasına haykırıyordu. Engel olmak için ileri çıktım. Yalvardım yakardım. Mari’nin bahçesinde ektiǧi maydanoz, yeşil soǧan, domates fideleri, menekşe ve kasımpatı çiçeklerini ayakları ile çiǧnediler. Merdiven kenarında dizili tenekeler içindeki küpe, aǧlayan gelin, Arap sümbülü, cam güzeli, açelya ve aslanaǧzı çiçeklerini tek tek kökünden koparıp, bahçe dışına fırlattılar.
“Yapmayın, etmeyin, onlar bizim köylülerimiz, akrabalarımız, kirvelerimiz, hısımlarımız. Allah aşkına yaptıǧınız doğru deǧil. Bu insanlıǧa sıǧmaz. Bizim inancımıza saygı duyuyorlar. Bizler de onların inancına saygı duymalıyız. Bugüne deǧin bizlere iğne ucu kadar olsun, bir zararları olmadı. Yalvarırım yapmayın” diye yakarırken, beni tekme tokat yara bere içinde kenara attılar. Ardından Tevos’un o maharetli elleri ile oyarak işlediǧi tahta kapıyı kırdılar. İçeri daldılar. Kısa aralıklarla inlemeler halinde, önce Mari’nin, ardından, Tevos ve çocuklarının çıǧlıkları yüreǧime saplandı. Evden çıkan boyu devrilesi, olmaz olasıca, oǧlum demeye hicap duyduǧum Mısto en önce çıktı. Elindeki baltadan kanlar damlarken göz göze geldik. Kendimi toparlayıp, kalkamıyordum. Var gücümle kendisine doǧru, büyük bir tiksinti ile tükürdüm. Diǧer evlere doǧru acele ile gittiler. Sürünerek açık olan kapıdan girdim. Kirvelerim, akrabalarım, dostlarım, kardeşlerim kanlar içinde yatıyorlardı. Sürünmeye devam ederek, Tevos´a ulaştımKızıla çalan bıyıkları kana bulanmıştı. Az ileride Mari ve çocukları da kanlar içinde yatıyorlardı. Tevos’un cansız bedenine sarılıp, hıçkıra hıçkıra aǧladım, aǧladım. Ciǧerim alevlenip, yanmıştı. Bu nasıl bir vahşetti. İnanılır gibi deǧildi.
Onlara engel olamamıştım. Kirvemiz, akrabamız olmayı onur olarak gören, Tevos’un katledilmesinin önüne geçememiştim. Bu insanlık dışı katliamın önüne geçerek insanlarımızı, Kirvem, oǧlum, akrabam Tevos’un duyduǧu onura erdirememiştim. İnsanlarımız soysuzluǧa dört nala, koşar adım gitmişlerdi.
O vahşette altmış yaşlarındaydım. Cennetin cehenneme çevrildiǧi o günü aktarmaya çalıştıǧım şimdilerde seksenli yaşlardayım. O günden sonra hanımım Ayşe’yi alıp, ardıma bakmadan Doǧu Beyazıt’a taşındım. Kör olası, oǧmayası Mısto deyyusunun, katliamın ardından Tevos’un evine taşındıǧını duydum. O gün bugündür, kendisini ne gördüm, ne de tek kelime konuştum. Kendisine haber saldım. Ha bugün, ha yarın hakkın rahmetine kavuşurum. Mezarıma kesinlikle gelmesin. Gelirse, yattıǧım tabuttan kalkar, dirilir ve O’nu kendi ellerimle boǧarım. O’nu boǧamayan ellerimin yerine, babalık hakkım zehir-zıkkım, haram olup, boǧsun o deyyusu.
İkamet ettiǧim Doǧu Beyazıt’ta her 23 nisanda, çocukların şiirler ezberlediǧini, coşkuyla neşe ile dolduklarını heyecanla haykırdıklarını duyuyorum. Oysa ben deǧil 24 nisan, altında ezildiğim bu utançla geçen hiç bir günde neşe ile dolamıyorum.  Tabiatta yer edinen bütün canlıları sevmeme raǧmen, kargalara da artık sıcak bakamıyorum. Ah… İçim kan aǧlıyor. Gözlerimden fışkıran yaşam sevincimi; yüreǧimden, bedenimden, beynimden ve benliǧimden, o kahrolası günde söküp aldılar. Kalbimi acıtan bu ar duygusuyla, neşe dolamıyorum!

 Amsterdam, 24 Nisan 2012

*Ermenicede kısa boylu, bodur anlamanda.
 **Ermenicede merhaba anlamında.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...