SANCI
"Dürtme içimdeki narı
Üzerimde beyaz gömlek var."
Birhan
Keskin
Yazmak dünyanın en güzel eylemlerinden biridir. İnsanoğlunun dünyayı, hayatı, güzellikleri,
düşüncelerini, yüreğinde barındırdığı umutlarını, aşkı, sevgiyi, barışı, hayallerini, rüyalarını ve
insan olmaya dair ne varsa, dünyanın en güzel sözcüklerini, bir kuyumcu titizliği ile bir
araya getirme sevdasıdır. Böylesi bir sevdalı, bu ahenkli muhteşem sözcüklerin güzelim kombinizasyonunu, kesilmiş bir kavunun buram buram kokusu gibi, olağanüstü bir sihirle, okuyucularına hemen hissettirir. Amatör bir ruhla da olsa,
bu eyleme gönül vermeyegörün, o zaman; geriye dönüşü olmayan bir yola girmiş, kolunuzu da büyük bir çarka kaptırdınız demektir. Oysa ilham perisi o kadar nazlıdır ki, bazılarının başında pır pır edip fır dönerken, kimilerine de
küçümseyen, kısa “geçerken uğradım” uğraklarını verir. O büyük nazlar; rica,
minnet, yalvar-yakar, edilen secde ve olanca ikrama rağmen çoğu zaman
giderilemez. Gelmek nedir bilmeyen, ilham perinizin diyarınıza uğramayı
unutması halinde, peki şimdi ne yazacağım, ne yapacağım diye bön bakışlarla
apışıp kalırsınız. Bu duygu, içinizde amansız bir ağaçkakan gibi, bedeninizi
içten içe tırtıklamadan da öte büyük lokmalı gagalamalarla kemirir, yer bitirir
sizi. Diğer adıyla, başınıza; kovamayacağınız tatlı bir belayı aldınız
demektir. Ne zaman ki, dişe dokunur bir iki sayfacık döktürdünüz, o gün size karada, havada ve suda ölüm yok demektir.
Tam da böylesi, içten içe bir kemirilme duygusu ile baş başaydı. Uzağında olduğu
memleketinin çoğu gereksiz, fındık kabuğunu doldurmayan, ırkçı, şoven
içerikleri ile açık olan televizyon kanallarından birinde, Türk Halk müziğinin
eskimeyen yüzü Bedri Ayseli, “Maçka yollarının taşlı” olduğunun hatırlatmasını,
bilmeyenlere türkü halinde bir kez daha anımsatıyordu. Oysa şimdiye;
Karadeniz’in o ürperti veren doğasında yer alan Maçka’nın yollarının taşları
çoktan didiklenerek ayıklandı. Yapılan duble yol mudur, bu konuda malumatı
yoktu ama, gözleri yaşlı “kalem kaşlı” da neden gelip, kuş tüyü yatağında mışıl
mışıl uyumuyordu. Sonra gözlerindeki o yaşlar nedendi? Mah cemalindeki bu denli
zarif bir güzelliği barındırmasına rağmen, her şeyin güllük gülistanlık
olmasının önündeki engel de neyin nesi idi? Güzellik, bu engelin hepten
bertaraf edilmesi için, kendisine neden bi yol uğrak vermiyordu?
Pencereden, gözlerini hafif kırpıştırmalar ile uzun uzun baktı. Gece gündüz
açık olan perdeyi aralamasına gerek kalmadı. Dışarıda ılık bir hava vardı. Devasa
büyüklükteki ağaçlarda yer alan bahar yapraklarını usul usul sallandıran tatlı
bir rüzgar esiyordu. Çöp kamyonu gürültü ile konteyneri boşaltıyor, yoldan
geçen uzun bir kadın fistanını andıran, “celebe” giyen, yaşlıca, kır
sakallı bir Faslı göçmen yan gözlerle, çöp kamyonuna ilgisizce bakıyordu. Karşı
komşuları eşcinsel iki genç balkonda sevgi ile sarmaş dolaş
duruyor, gülümseyerek etrafı gözetliyorlardı. Uzaktaki, tercihlerini
bu ülkede özgürce yaşayan gençlere baktı. Onlar da bu bakışları anında fark
edip, sarışın olanı sağ elini, kumral ve daha iri yari olanı da aynı anda sol
elini sallayıp, selam verdiler. Mutluydular.
Bahar yapraklarına sahiplik eden, bahar dalları, kıpırtılarla sallanmaya devam ettiler.
Güneş görünürlerde yoktu, o olanca renklerini bir çırpıda toplayıp, kayıplara karışmıştı. Yine küsmüş müydü acaba. Bu kadar çok sıklıkta küsmenin ne alemi vardı? Sorun Maçka yollarının taşlı olması ise, bu da giderilmişti. Oysa yüzünü gösterip, gelseydi, bütün renklerini yükseklerden yeryüzünün bu kısmına da saçsaydı, iyi olacaktı. Olmadı.
Güneş görünürlerde yoktu, o olanca renklerini bir çırpıda toplayıp, kayıplara karışmıştı. Yine küsmüş müydü acaba. Bu kadar çok sıklıkta küsmenin ne alemi vardı? Sorun Maçka yollarının taşlı olması ise, bu da giderilmişti. Oysa yüzünü gösterip, gelseydi, bütün renklerini yükseklerden yeryüzünün bu kısmına da saçsaydı, iyi olacaktı. Olmadı.
Körpe bahar dallarına tüneyen kuşlar karşılıklı ötüşüyorlar. Ne tür
olduğunu ayırt edemediği kuşlardan biri, yukarıdan aşağıya lüks bir arabanın
camını kirletti. Kuş pisliği camda geniş bir yeri kapladı. Hani gariban
birilerinin, özellikle de saçları dökülmüş kel kafasına, “gezden-gözden-kıçtan”
deyip, nişan alsaydı, belki de bundan sonrasında şansı yaver
giderdi. Fakirin çektiği çilenin çözümünü, havadan rahmet olarak düşecek olan
kuş dışkısına umut bağlaması ne kadar da acınası bir durumdu. Kuş dışkısının
oluşturduğu bu boktan durum: gelmeyen, yalvarıp, yakardığınız, kul-kölesi
olduğunuz ilham perisinin uğrak vermemesinden dahi berbat ve sancılıydı.
Allah kimseleri bütün gün sokaklarda dolaştırıp, gökten düşecek kuş
dışkısına umut bağlar hale getirmesindi.
Ağaçların hemen ardındaki geniş kanalda
yeşil başlı ördekler, başlarının yeşilliğini çok da temiz görünmeyen
sulara bir süreliğine daldırıyor ve sonrasında acele
ile ıslanmış olan zümrütlüklerini su yüzüne çıkarıyorlardı. Bir
diğeri kıçını paytak bir yürüyüşle sallayarak karaya çıkıp, yol kenarında gözlerine
kestirdiği iki küçük ağaç dalını alıp, inşaat halindeki yuvasına
götürdü. Görünürde yuva tamamdı ama, belki de kat çıkacaktı. Ruhsat almış mıydı,
kimlerin müsaade etmesi gerekiyordu, bilinmiyordu. Büyükçe kar beyazı, uzun
boyunlu bir kuğu, bahar yapraklarını hafiften sallayan rüzgardan dolayı hafif
dalgalanan suda, muhteşem görüntüsü ile mağrur, kendisinden emin ve
biraz da çıtkırıldım bir eda ile kıpırtısız süzülüyordu.
Açık perdelerin ardındaki oturma odasında, ilham perisinin sesi değil, ama
dünyalar kadar sevdiği, eşinin ve altı yaşındaki minik burunlu, deniz gözlü,
sırma saçlı kızının ayak sesleri geliyordu. Pencere pervazında daimi yerlerinde
duran orkideler narin boyunlarını büküp, pembe, beyaz, kırmızı, turuncu ve mor
renkteki alımlı çiçeklerini aşağılara saldılar. Köklerine salınan su ile her
bir çiçekten “oh be” sesleri yükseldi. Yüreğindeki buğulu sancı yerli yerinde,
köşeciğinde ince ince sızlatmaya devam ediyordu. Periler kanatlanıp gelmez
oldular. Masadaki mumun alevi mavi, sarı, kırmızı renkler alarak, çırıl çıplak
üşür gibi titremeler ile etrafını aydınlatarak tükendi. Fındıklardan biri
çatladı. Televizyon kanalı yeni bir türkü ile fındık kabuğunu doldurdu. Oturma
odasında yer alanların kulaklarını bu türkünün melodisi tırmaladı. “Bozkırın
Tezenesi” avaz avaz bağırdı. Oysa O’nun ölümsüzlüğünü ispatlamasına gerek
yoktu.
“Mezar arasında harman olur mu
Kama yarasına derman olur mu
Gamayı sokandan iman olur mu
Kazım'ım aslanım aman yerde yatıyor
Kaytan bıyıkları gana batıyor
Mezar arasından atlayamadım.
Döküldü cephanem (gulüm) toplayamadım.
Kama yarasını saklayamadım
Kazım'ım aslanım yerde yatıyor
Kaytan bıyıkların (gulüm) kana batıyor.”
Kama yarasına derman olur mu
Gamayı sokandan iman olur mu
Kazım'ım aslanım aman yerde yatıyor
Kaytan bıyıkları gana batıyor
Mezar arasından atlayamadım.
Döküldü cephanem (gulüm) toplayamadım.
Kama yarasını saklayamadım
Kazım'ım aslanım yerde yatıyor
Kaytan bıyıkların (gulüm) kana batıyor.”
Elbette, mezarların arasında harman olmazdı. İnsanlar bu denli küçülmemeliler. Bu büyük bir saygısızlık olur. Mezarlıktakileri
ebedi istirahatlerinde rahat bırakılmalıydılar. Türküler içlerinde ne de çok
sırrı barındırıyorlardı. İmansızın açtığı kama yarasının dermanı olmayabilirdi. Bıyıkları
kana bulanan aslan Kazım da ölmeseydi çok daha iyi olurdu. Eğer böyle ise, dünyadan
bir yiğit daha eksildi demekti.
Sarı saçlı Hollanda’lı genç kızlar, yol boyu pedal çevirip, bisikletleri
ile yorgun argın evlerine döndüler. Akşam olmak üzereydi. Alaca karanlık,
homojen bir dağılımla görülebilen her tarafta yoğunlaşarak yayıldı. Güneş gün boyu saklandığı, nurlu yüzünü çok da göstermediği yerden veda etti. Sokağın iki
tarafında karşılıklı olarak yer alan lambalara, ışıklar saçan sihirli bir
değnek değdi ve aynı anda bütün alan ıpışıl oldu. Evlerin ışıkları domino
taşları gibi bir devamlılıkla art arda yandı. Yoğunluklu olarak
göçmenlerin yaşadığı evlerin allı güllü perdeleri, bir şeyler gizlenmek ister
gibi sıkı sıkıya kapandı. Mutfakların açık pencerelerinden buram buram
yemek kokuları yayıldı. Su, soğan, sarımsak, yağ, et, bulgur, pirinç ve sebzeler ayrı ayrı
tencerelerde ısınarak buluştu. Pul biber, zerdeçal, kekik, nane, tuz, köri, kimyon ve
bilumum tutam tutam baharat özenle serpişti. Dünya alabildiğine dingin de olsa, bütün bu
gelişmelere karşın, sancı inatla “yürek hainliğine devam ediyordu”. İlham
perisi evin bilinmeyen bir köşesinde inatla saklanıyordu.
Amsterdam, 14 Haziran 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder