14 Haziran 2015 Pazar

SANCI



SANCI

"Dürtme içimdeki narı
Üzerimde beyaz gömlek var."

                            Birhan Keskin

Yazmak dünyanın en güzel eylemlerinden biridir. İnsanoğlunun dünyayı, hayatı, güzellikleri, düşüncelerini, yüreğinde barındırdığı umutlarını, aşkı, sevgiyi, barışı, hayallerini, rüyalarını ve insan olmaya dair ne varsa, dünyanın en güzel sözcüklerini, bir kuyumcu titizliği ile bir araya getirme sevdasıdır. Böylesi bir sevdalı, bu ahenkli muhteşem sözcüklerin güzelim kombinizasyonunu, kesilmiş bir kavunun buram buram kokusu gibi, olağanüstü bir sihirle, okuyucularına hemen hissettirir. Amatör bir ruhla da olsa, bu eyleme gönül vermeyegörün, o zaman; geriye dönüşü olmayan bir yola girmiş, kolunuzu da büyük bir çarka kaptırdınız demektir. Oysa ilham perisi o kadar nazlıdır ki, bazılarının başında pır pır edip fır dönerken, kimilerine de küçümseyen, kısa “geçerken uğradım” uğraklarını verir. O büyük nazlar; rica, minnet, yalvar-yakar, edilen secde ve olanca ikrama rağmen çoğu zaman giderilemez. Gelmek nedir bilmeyen, ilham perinizin diyarınıza uğramayı unutması halinde, peki şimdi ne yazacağım, ne yapacağım diye bön bakışlarla apışıp kalırsınız. Bu duygu, içinizde amansız bir ağaçkakan gibi, bedeninizi içten içe tırtıklamadan da öte büyük lokmalı gagalamalarla kemirir, yer bitirir sizi. Diğer adıyla, başınıza; kovamayacağınız tatlı bir belayı aldınız demektir. Ne zaman ki, dişe dokunur bir iki sayfacık döktürdünüz, o gün size karada, havada ve suda ölüm yok demektir.
Tam da böylesi, içten içe bir kemirilme duygusu ile baş başaydı. Uzağında olduğu memleketinin çoğu gereksiz, fındık kabuğunu doldurmayan, ırkçı, şoven içerikleri ile açık olan televizyon kanallarından birinde, Türk Halk müziğinin eskimeyen yüzü Bedri Ayseli, “Maçka yollarının taşlı” olduğunun hatırlatmasını, bilmeyenlere türkü halinde bir kez daha anımsatıyordu. Oysa şimdiye; Karadeniz’in o ürperti veren doğasında yer alan Maçka’nın yollarının taşları çoktan didiklenerek ayıklandı. Yapılan duble yol mudur, bu konuda malumatı yoktu ama, gözleri yaşlı “kalem kaşlı” da neden gelip, kuş tüyü yatağında mışıl mışıl uyumuyordu. Sonra gözlerindeki o yaşlar nedendi? Mah cemalindeki bu denli zarif bir güzelliği barındırmasına rağmen, her şeyin güllük gülistanlık olmasının önündeki engel de neyin nesi idi? Güzellik, bu engelin hepten bertaraf edilmesi için, kendisine neden bi yol uğrak vermiyordu?
Pencereden, gözlerini hafif kırpıştırmalar ile uzun uzun baktı. Gece gündüz açık olan perdeyi aralamasına gerek kalmadı. Dışarıda ılık bir hava vardı. Devasa büyüklükteki ağaçlarda yer alan bahar yapraklarını usul usul sallandıran tatlı bir rüzgar esiyordu. Çöp kamyonu gürültü ile konteyneri boşaltıyor, yoldan geçen uzun bir kadın fistanını andıran, “celebe” giyen, yaşlıca, kır sakallı bir Faslı göçmen yan gözlerle, çöp kamyonuna ilgisizce bakıyordu. Karşı komşuları eşcinsel iki genç balkonda sevgi ile sarmaş dolaş duruyor, gülümseyerek etrafı gözetliyorlardı. Uzaktaki, tercihlerini bu ülkede özgürce yaşayan gençlere baktı. Onlar da bu bakışları anında fark edip, sarışın olanı sağ elini, kumral ve daha iri yari olanı da aynı anda sol elini sallayıp, selam verdiler. Mutluydular.
Bahar yapraklarına sahiplik eden, bahar dalları, kıpırtılarla sallanmaya devam ettiler. 
Güneş görünürlerde yoktu, o olanca renklerini bir çırpıda toplayıp, kayıplara karışmıştı. Yine küsmüş müydü acaba. Bu kadar çok sıklıkta küsmenin ne alemi vardı? Sorun Maçka yollarının taşlı olması ise, bu da giderilmişti. Oysa yüzünü gösterip, gelseydi, bütün renklerini yükseklerden yeryüzünün bu kısmına da saçsaydı, iyi olacaktı. Olmadı.
Körpe bahar dallarına tüneyen kuşlar karşılıklı ötüşüyorlar. Ne tür olduğunu ayırt edemediği kuşlardan biri, yukarıdan aşağıya lüks bir arabanın camını kirletti. Kuş pisliği camda geniş bir yeri kapladı. Hani gariban birilerinin, özellikle de saçları dökülmüş kel kafasına, “gezden-gözden-kıçtan” deyip, nişan alsaydı, belki de bundan sonrasında şansı yaver giderdi. Fakirin çektiği çilenin çözümünü, havadan rahmet olarak düşecek olan kuş dışkısına umut bağlaması ne kadar da acınası bir durumdu. Kuş dışkısının oluşturduğu bu boktan durum: gelmeyen, yalvarıp, yakardığınız, kul-kölesi olduğunuz ilham perisinin uğrak vermemesinden dahi berbat ve sancılıydı. Allah kimseleri bütün gün sokaklarda dolaştırıp, gökten düşecek kuş dışkısına umut bağlar hale getirmesindi.
Ağaçların hemen ardındaki geniş kanalda yeşil başlı ördekler, başlarının yeşilliğini çok da temiz görünmeyen sulara bir süreliğine daldırıyor ve sonrasında acele ile ıslanmış olan zümrütlüklerini su yüzüne çıkarıyorlardı. Bir diğeri kıçını paytak bir yürüyüşle sallayarak karaya çıkıp, yol kenarında gözlerine kestirdiği iki küçük ağaç dalını alıp, inşaat halindeki yuvasına götürdü. Görünürde yuva tamamdı ama, belki de kat çıkacaktı. Ruhsat almış mıydı, kimlerin müsaade etmesi gerekiyordu, bilinmiyordu. Büyükçe kar beyazı, uzun boyunlu bir kuğu, bahar yapraklarını hafiften sallayan rüzgardan dolayı hafif dalgalanan suda, muhteşem görüntüsü ile mağrur, kendisinden emin ve biraz da çıtkırıldım bir eda ile kıpırtısız süzülüyordu.
Açık perdelerin ardındaki oturma odasında, ilham perisinin sesi değil, ama dünyalar kadar sevdiği, eşinin ve altı yaşındaki minik burunlu, deniz gözlü, sırma saçlı kızının ayak sesleri geliyordu. Pencere pervazında daimi yerlerinde duran orkideler narin boyunlarını büküp, pembe, beyaz, kırmızı, turuncu ve mor renkteki alımlı çiçeklerini aşağılara saldılar. Köklerine salınan su ile her bir çiçekten “oh be” sesleri yükseldi. Yüreğindeki buğulu sancı yerli yerinde, köşeciğinde ince ince sızlatmaya devam ediyordu. Periler kanatlanıp gelmez oldular. Masadaki mumun alevi mavi, sarı, kırmızı renkler alarak, çırıl çıplak üşür gibi titremeler ile etrafını aydınlatarak tükendi. Fındıklardan biri çatladı. Televizyon kanalı yeni bir türkü ile fındık kabuğunu doldurdu. Oturma odasında yer alanların kulaklarını bu türkünün melodisi tırmaladı. “Bozkırın Tezenesi” avaz avaz bağırdı. Oysa O’nun ölümsüzlüğünü ispatlamasına gerek yoktu.

“Mezar arasında harman olur mu
Kama yarasına derman olur mu
Gamayı sokandan iman olur mu
Kazım'ım aslanım aman yerde yatıyor
Kaytan bıyıkları gana batıyor

Mezar arasından atlayamadım.
Döküldü cephanem (gulüm) toplayamadım.
Kama yarasını saklayamadım
Kazım'ım aslanım yerde yatıyor
Kaytan bıyıkların (gulüm) kana batıyor.”

Elbette, mezarların arasında harman olmazdı. İnsanlar bu denli küçülmemeliler. Bu büyük bir saygısızlık olur. Mezarlıktakileri ebedi istirahatlerinde rahat bırakılmalıydılar. Türküler içlerinde ne de çok sırrı barındırıyorlardı. İmansızın açtığı kama yarasının dermanı olmayabilirdi. Bıyıkları kana bulanan aslan Kazım da ölmeseydi çok daha iyi olurdu. Eğer böyle ise, dünyadan bir yiğit daha eksildi demekti.

Sarı saçlı Hollanda’lı genç kızlar, yol boyu pedal çevirip, bisikletleri ile yorgun argın evlerine döndüler. Akşam olmak üzereydi. Alaca karanlık, homojen bir dağılımla görülebilen her tarafta yoğunlaşarak yayıldı. Güneş gün boyu saklandığı, nurlu yüzünü çok da göstermediği yerden veda etti. Sokağın iki tarafında karşılıklı olarak yer alan lambalara, ışıklar saçan sihirli bir değnek değdi ve aynı anda bütün alan ıpışıl oldu. Evlerin ışıkları domino taşları gibi bir devamlılıkla art arda yandı. Yoğunluklu olarak göçmenlerin yaşadığı evlerin allı güllü perdeleri, bir şeyler gizlenmek ister gibi sıkı sıkıya kapandı. Mutfakların açık pencerelerinden buram buram yemek kokuları yayıldı. Su, soğan, sarımsak, yağ, et, bulgur, pirinç ve sebzeler ayrı ayrı tencerelerde ısınarak buluştu. Pul biber, zerdeçal, kekik, nane, tuz, köri, kimyon ve bilumum tutam tutam baharat özenle serpişti. Dünya alabildiğine dingin de olsa, bütün bu gelişmelere karşın, sancı inatla “yürek hainliğine devam ediyordu”. İlham perisi evin bilinmeyen bir köşesinde inatla saklanıyordu.

Amsterdam, 14 Haziran 2015



  

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...