19 Haziran 2015 Cuma

İKİ NUMARALI ODA

 İKİ NUMARALI ODA

Balık istifi tıka basa dolu olan, Büyükcamili Köyü’nden Aslan’ın sarı Ford marka minibüsünün yolcularının tamamı Kesikköprü Köyüne aitti. Minibüs şose yolu tozu dumana katarak, Kızılırmak boyunca serpiştirilmiş köy evlerini ardında bıraktı. Aracın tekerleklerinden bulutlar halinde yükselen tozlar, önce en yakındaki evlerin duvarlarına ve çatılarına kondu, uzaklara doğru uçuşabilen zerrecikler ise Kızılırmağın mavi sularında kayboldular. On iki yolcu kapasiteli araçta yer alan, on sekiz Kesikköprü’lünün güzergahı, yeni umutlara doğruydu. Bir hafta önce Muhtar Elo’nun evine, sahiplerine dağıtılmak üzere gelen mektuplar, heyecanla, bu on sekiz köylüye ulaştığında, kendilerinin ve ailelerinin çehrelerine büyük bir gülümseme, mutluluklarının göstergesi olarak gelip, usulca kondu.
Bu evrak, İş ve işçi Bulma Kurumu imzalı ve mühürlü idi. Minibüsün en arka sırasında oturan Gaso, cebine özenle yerleştirdiği ve elini sürekli üzerinde tuttuğu mektubu bir kez daha çıkartıp, heceleyerek okumaya başladı.
“Sayın Gıyasettin Demirci* bey; yurt dışına göçmen işçi olarak gitmek üzere, bir yıl önce kurumumuza müracaat ettiniz. Yapılan araştırmalar ve çekilen kura sonucu Federal Almanya Cumhuriyeti’ne işçi olarak gitmenize kurumumuz tarafından karar verildi. Federal Almanya Cumhuriyeti’den gelen sağlık görevlileri tarafından, gerekli olan sağlık muayenesinden geçmeniz için, 16 Ağustos 1965 tarihinde, Pazartesi günü saat 09.00 da Tınaz Tepe İlkokulu Bala adresinde sizi bekliyoruz.” Evet bir yanlışlık yoktu, gün, saat ve yer doğruydu. Resmi evrakı tekrar özenle katlayıp, cebine koydu.
Mektubu tekrar okuduğunu arkadaşlarına göstermek istemediyse de, minibus’un en arka sol tarafında, sırtını hafiften yanındaki arkadaşı Cemil’e dönerek okuduğu halde, bu durum kader ortağının gözünden kaçmadı.
“Ne o lan Gaso, yüz kere okudun, bin defa da bize sordun. Tamam Almanya’ya gidiyorsun. Çil çil yeşil marklar, sarışın Alman kızları bizim yolumuzu gözlüyor, inan artık buna. Ama senin payına Alman nineleri düşecek. Kaderine küseceksin. Yapılacak bir şey yok.” Cemil minibüs içindeki uğultuyu bastırarak, Gaso’ya bunları söylerken, aracın içinde şoför Aslan da dahil olmak üzere herkes yüksek bir sesle gülüştü. Gaso kafasını önüne eğip, arkadaşlarının kahkahalarını duymazdan gelerek, üzerine yönelen alaycı bakışlarından da gözlerini kaçırdı.
Minibüs şose yoldaki irili ufaklı çukurları inip, çıkarak, çakıl taşlarını hızla yanlara doğru fırlatıp, toz içinde ilerledi. Bala Devlet Üretme Çiftliği’ni geçerlerken, aracın içindekiler, sanki buraları son kez görüyolarmış gibi bir duygu ile gözlerini dışarıya odakladılar. Çiftlikte sabah kahvaltısı olarak da adlandırılacak olan otlanmaya çıkan yüzlerce koyun: hızla geçip giden aracın içindeki yolculara bakarlarken, yolcular da aynı gariplik ve buruklukla, hüzünlü bir ses tonu ile meleşen sürüye baktılar. Herkesin pür dikkat sağa doğru kıvrılan kafalarını fark eden, Aslan da kafasını çevirip, baktı, o esnada yoldan çıkar gibi olduysa da, direksiyonu çabuk toparladı, bu bakışlara anlam veremedi. Ama sormaya da hicap etti.
Aslan hızla Bala’ya ulaştı. Az ileride bir kaç tane kavak ağacı ve bir kaç katlı pembe ve sarı boyalı bina gözüktü. Yol bu kısımda asfalt olduğu için toz kalkmıyordu, ama yama şeklinde yapılan onarımlar, aracın sallanmasına yol açıyordu. Kasabanın girişindeki bir kaç binayı geçtikten sonra, kaptan şoför Aslan minibüsünü hemen sağ tarafta, büyük bir avluda yer alan Tınas Tepe İlkokulu’nun önünde durdu. Umut yolcuları heyecan ve tedirginlik içinde inip, askeri bir sıra halinde ayakkabılarındaki tozları atmak için, ayaklarını yere sertçe vurarak, kalabalıktan sıyrılarak, içeri girdiler. Ellerinde hazır tuttukları resmi evrakları birer birer küçük bir masanın ardındaki görevliye uzattılar. Bekleme salonu doluydu. Boğuk bir havanın hakim olduğu salonda, Sarkık bıyıklı bir görevli bir sandalyeye çıkıp, yüksek sesle isimleri okunanların belirtilen numaralı odalara gitmelerini bağırıyordu. Kesikköprü kafilesi yürekleri ağzında, iliştikleri bir köşede isimlerinin okunmasını heyecanla beklediler.  
Aslan, yolcularının işlerinin uzun süreceğini bildiği için, aracını alıp, yaklaşık altı yüz metre ileride, ilçe merkezindeki bir kahvehaneye geldi. Yüzü sivilce kaplı genç bir garsona, büyük bir bardak çay ısmarladı. Yol üzeri pastahaneden aldığı ve bir gazete kağıdına sardırdığı iki simidi çıkarıp, büyük bir iştahla yedi. Bir taraftan da getirdiği yolcuların akıbetini merak ediyordu. Bildiği kadarı ile Almanya’ya gidebilmeleri için, tepeden tırnağa kadar sağlıklı olmaları gerekiyordu. Daha önce Kuyular Köyü’den getirdiği işçi kafilesi de aynı muayenelerden geçmişlerdi. Anlattıklarına göre, işçi adaylarını çırıl çıplak edip, at satın alır gibi, tek tek dişlerine dahi bakıyorlardı. Genelde beyaz önlüklü yeşil gözlü, sarı saçlı sağlık görevlileri, göçmen işçi adayının etrafında dönüp, mahrem yerlerine dahi bakıp, her şeyin olması gerektiği gibi yerli yerinde, olup olmadığını uzun uzun inceleyip, ellerindeki deftere not düşüyorlardı. Muayene edilenlerin en utandıkları an, kıçlarına yetkililerin gözlerinin iliştiği anlardı. Namus elden gitti deyip, umut vaat eden günler adına, bu utancı sineye çekiyorlardı.
Sandalyedeki kısa saçlı sarkık bıyıklı, cılız görevli, Kesikköprü kafilesinden önce Cemal’i, daha sonra art arda Osman, Süleyman, Hesso, Dağo, Kamil, Fevzi ve en son da Gaso’nun adını cırtlak bir sesle bağırdı. Hepsi birer birer odalara yönlendirildiler. Gaso iki numaralı odada muayyene edilecekti. Heyecandan elleri terlemiş, boğazı düğümlenmiş gibi oldu. Odada üç kişilik, beyaz önlüklü, plastik eldivenli, ikisi gözlüklü bir Alman sağlık heyeti vardı. Gaso da diğerleri gibi, anadan üryan utana utana soyundu. Kalbini, ciğerlerini göğsünden ve sırtından, nefes alıp-verdirilerek ciddi bakışlarla dinlediler. Her defasında Almanca bir şeyler söyleyip, kafa sallayarak masada oturan Alman görevliye bilgi verdiler. Gaso’nun hisleri, her şeyin iyi ve yolunda olduğunu söylüyordu. En son uzun sarı saçlı olan Alman görevli kendi ağzının açarak, Gaso’nun da aynısını yapmasını söyledi. Gaso ağzını olabildiğince açtı. Yine uzun sarı saçlı Alman Gaso’nun ağzına tutulan ışıkla aydınlatılan dişlerine, karısının gün boyu ördüğü dantel tığına benzer, çelik bir aletle bütün dişlerini kontrol etti. Sıra üst çenenin sol tarafındaki azı dişlerine gelince, yüzündeki ifade aniden değişti. Tığı andıran aletin sivri ucunu, en arkadaki iki dişin içlerine batırdı. Gaso büyük bir acı duydu, gözlerini kırpmak zorunda kaldı. Alman görevli masadaki arkadaşına zafer işareti yapar gibi, parmakları ile iki dişinin çürük olduğunu anlattı. Muayyene bitmişti. Muayene sonunda Almanya’ya gidecek olanların listesini, hemen okul panosuna asacaklardı.
Mesai saati bitti. Uğultulu kalabalık meraklı gözler ile listenin asılmasını beklemeye koyuldular. Çok geçmeden sarkık bıyıklı çığırtkan görevli, üç sayfadan oluşan listeyi getirip, toplu iğneler ile sert bakışlı bir Atatürk portresinin altında yer alan, kırmızı kadifeli panoya iliştirdi. Panonun önünde insanlar birbirlerini ite kalka yığıldılar. Adını okuyabilenler, sevinç ve mutluluk bağrışları ile ellerini çırparak, aynı duyguları paylaşan arkadaşları ile kucaklaşıp sevinçlerini paylaştılar. Gaso ayaklarının ucunda yükselerek adını aradı. Hiçbir listede adını göremedi. Üzüntü ile yine ayaklarının ucunda yükselerek, tekrar tekrar baktı. Diğer bütün köylülerinin isimleri listede yer alıyordu. Kalbi duracakmış gibi oldu. Kalabalığı yara yara köylülerinin yanına geldi. Hepsinde bayram havası vardı. Gaso’yu böyle üzgün görünce, olup biteni anlamakta zorlanmadılar. Cemal ürkek adımlar ile Gaso’nun yanına geldi.
“Elo Gaso, te çırkır, listeda nave te tüne? – Ula Gaso, ne yaptın, listede adın yok mu?” diye sordu. Gaso az ilerideki iki numaralı odayı göstererek;
“Te iki numero kıro, te şansi kıro… - Koduğumun iki numarası, koduğumun şansı…” deyip, buğulu gözlerini büyük bir matemle yere eğdi. Üzüntüsü büyüktü. Her şey bitmişti. Bütün hayalleri köyünü baştan aşağı bir yılan kıvrımı ile dolaşan Kızılırmak’ın sularına düştü. Umut yolcuları olan köylüleri de Gaso’nun durumuna üzüldüler. O’na sarılıp. Teselli etmeye çalıştılarsa da nafile.
Aslan son derece mutlu on yedi ve bir o kadar da üzgün olan bir yolcusunu alıp, tekrar Kesikkoprü Köyü’nün yolunu tuttu. Gaso, aracın girip çıktığı çukurları, tozu-dumanı, çiftliğin merasında otlamaya devam eden melul bakışlı koyunları fark etmedi. Sadece;
“Te iki numere kıro, te şansi kıro…” deyip, durdu.
Kızılırmak boncuk mavisi rengini öne çıkarıp, gökyüzüne kimin daha mavi olduğunu sorar gibi nispet yapıyordu. Gaso üzgündü. Cemal, Osman, Süleyman, Hesso, Dağo, Kamil, Fevzi ve diğerlerinin sevinç ve mutlulukları gölgeli idi. Büyükcamili Köyünden kaptan şoför Aslan, mutluluk konusundaki oylamasında çekimserdi. O gün bugün, Kesikköprü’lüler iki numaralı olan her şeye ikircilikle yaklaşır oldular.

Amsterdam, 19 Haziran 2015 

*Gaso, Türkçe karşılığı Gıyasettin.


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...