SAKLAMBAÇ
Aah… Canımın
içi, canım, cicim, güzel, tatlımsı, kekremsi, ekşimsi, balımsı, reçelimsi,
gamzeli-gamzesiz, şekerimsi, gül kokulu, çiçek, sevecen, ivecen, sevgili
insanlar. “Karadutlar, çatal karamlar, çingeneler, gülen ayvalar, ağlayan
narlar, kadınlar, kısraklar…” Sevgili, sevgili insanlar. Bir ağaç dalı kırmak
vicdanları sızlatırken; ne kadar da çabuk birbirinizi kırar, yorar, olmadı
marifetmiş gibi hakaretler yağdırır, en dibe vurdurur, düşene bir tekme de siz
atar, size karşı gösterilen onca insanlığın köküne bir anda kibrit suyu çeker
oldunuz. Şaşmamak elde değil. Aman Tanrım bu ne yaman çelişki, bu ne aymazlık,
ne akıl almaz bir durum, bu ne kısır döngü? Ne denir sana bilinmez ki. Dil lal
olur, söylemeye varmaz insan, zavallı insanlık mıdır seninkisi? Oysa alnının
süt beyaz akı ile sana yakışan, heyhat; asaletli büyük insanlıktan olabilmek de
vardı.
Kiminiz, insanlığınız gereği benliğinizde olabildiğince var olagelen
bütün iyi yanlarınızı beraberinizde bir gölge gibi taşırsınız. Yüreğinizden
kopaduran ince duyguların getirisi gereği, karşınızdakine, elinizden geldiğince
iyi davranmaya ve bir dediğini iki etmemek için bir kereye mahsus yeryüzüne
gönderilen tatlı canınızı dişinize takarsınız. Dişinize taktığınız canınız inim
inim acısa da, bir kez, sevdiğiniz kişinin o kutsal ağzından “bir” çıkmıştır.
Bu sayının milim kıpırdamadan, yukarılara çıkmaması gerekir. İnsanlığınız,
sevginiz, kendinizce yaşadığınız coşkulu aşk, kalbinizin pır pırları bunu
gerektirir ve bunu harfiyen yaparsınız da.
Ve gün
gelir, yaptıklarınızın hiç bir kıymeti harbiyesi kalmaz. “Halik bilmezse Malik
bilir” diye yaptığınız iyilikler ile deniz dolup taşar. Nerede bu Halik ile
Malik diye boşuna bakınıp, durursunuz. Bir kez daha hayat size dibin en
derinine vurdurur. Derinlikte ellerinizi yukarı doğru kaldırıp, yalvarır,
debelenir, Tanrı’dan nerede ve nasıl yanlışlıklar yaptığınıza dair aman
dilenirsiniz. Bir yanıt gelir mi, bilinmez. Ama siz yalvarıp yakarmaya devam
edersiniz.
Elbette
diplere vurdurulduğunuzda, tam da içinizdeki derinliğin rengine dönmüşken,
Tanrı’nın da bulunduğunuz derinliklerde yanı başınıza gelmiş olmasını çok
arzularsınız. Belki de size en büyük teselliyi Tanrı’nın kendisi verecektir.
Var
mıdır yumuş yumuş elleri bilinmez ama ola ki var, başınızı okşamasını,
parmakları ile yüreğinize dokunmasını istersiniz. “Yapma oğlum, yapma kızım”
veya akrabalık dereceniz ne ise kendileri ile neyi iseniz artık O’nun, öylesi
bir hitap ile teselli edilmeyi bütün yüreğiniz ile beklersiniz.
Var
mıdır gözleri, yalvaran buğulu gözleriniz ile O’nun gözlerine durmak,
yalvarmak, medet ummak istersiniz. Utanma, sıkılma, mahcup olma duygusuna hiç
kapılmazsınız. Anneniz, babanız, kardeşleriniz, dostlarınız ve
arkadaşlarınızdan önce belki de bu güce aitsiniz, O sizin Tanrınız. Anneniz,
babanızın zamanı geldiğinde size dirsek gösterme ihtimali olduğu halde,
Tanrınızda böylesi bir ihtimale sıfır olasılık tanırsınız.
Var
mıdır bilinmez ama hani varsa kolları kucaklanmak, bağrına basılmak da
istersiniz elbet. Sizi size getirecek olan sıcaklığını hissetmek en doğal
hakkınız gibi görürsünüz.
Var
mıdır bilinmez ama ola ki varsa yüreği, Tanrı’nın yüreğinin kapılarını sonuna
kadar açmasını beklersiniz. Yüreğine sığınıp, oraya kıvrılıp, güven içinde
kıvrılıp kalmak istersiniz. Sığındığınız bu güvenli limanda dilediğiniz kadar
demirleyebilmelisiniz.
Var
mıdır kocaman ayakları bilinmez. Varsa ayakları siz O’na O size doğru koşsanız.
Nefes nefese kalsanız.
En
yakınınız tarafından çelme takılıp, acılar içinde yerlere kapaklandığınızda,
“merdivensiz kör kuyulara” atıldığınızda, “denizler ortasında yelkensiz
bırakıldığınızda” ve dolayısı ile yeniden, hak etmediğiniz halde hayata on
sıfır yenik başladığınızda, gizemin ortadan kalkmasını, Tanrınızın yanı
başınızda olmasını istersiniz ki, bu sizin en doğal hakkınızdır.
Tanrı
bir gizem olmasa, “elma” diye bağırdığınızda ortaya çıksa. Her daim “armut”
duyumlarını algılamasa. Gelip, günah veya sevaplarınızın kabarıklığına
bakmaksızın, beyaz ipek bir mendil ile gözyaşlarınızı silse. Ellerinin, kollarının,
gözlerinin ve yüreğinin olup olmadığını bilmediğimiz Tanrı, Tanrılığını
gösterse.
Oldu olacak karşılıklı oturup, verilen, sizi size
getiren, on sıfırlık yenilginizin üzerine sünger çeken, dibe vuruşunuzu
unutturan tesellinin ardından, karşılıklı oturup, birer köpüklü kahve içseniz
hiç de fena olmaz değil mi?
Bağır
bağıra bildiğiniz kadar: “Elma… Elma…” Belki kulakları vardır, sizi duyar,
aniden çıkıverir ortaya ve akabinde hemen size koşar!
Amsterdam, 7 Ağustos 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder