17 Nisan 2017 Pazartesi

HÜDHÜD






HÜDHÜD

         Saatler boyu inatla, yılmadan kanat çırpıyorum. Bitap düştüm. Kanatlarımın altı kan ter içinde kaldı. Ama biraz daha ilerleyip, en azından bir yerleşim yerine konmam daha iyi olacak. Havaların Afrika dışında da ısınması ile birlikte annem ve babamla birlikte adını ilk kez duyduğum, Anadolu’ya doğru uzun soluklu bir göçe çıktık. Onlar daha önceleri bu diyara gelmişlerdi. Benim ilk gelişim. Ben de büyüdüm ve artık denizleri, dağları ve ülkeleri aşıp yeni göçlere çıkacak kadar geliştim.
         Afrika’dan yola çıkıp, en nihayetinde Anadolu denilen toprakların semalarında kanat çırpıyoruz.  Bu toprakların güzelliğine ve muhteşem tabiatına bütün benliğimle vuruldum. Büyülendim. Ardımızda inanılmaz güzellikte güzel yerleşim yerlerini ardımızda bıraktık. Daha az ağaçlıklı geniş bir alanı alabildiğine kaplayan bu bozkıra gelmeden önce, ben şaşkınlıkla etrafımı seyre dalmıştım. Kendimden geçmiş bir halde kanat çırpmaya devam ederken, annem, babam, kardeşlerim ve akrabalarımın dahil olduğu büyük göç kafilesinden bıhaber ayrıldığımı fark ettim. Onları kayıp ettiğimi görünce minik yüreğimi büyük bir korku sardı. Yaklaşık iki gündür beyhude bir arayış içindeyim. Bu bölgede, büyük buğday ve arpa tarlalarının genişliğinin görünümü gözlerinizi yoracak bir büyüklükte. Saatlerce aynı manzaraya takılıp kaldım. Artık umudumu tamamen yitirdim. Büyük bir umutsuzluk içindeyim ve kendimi çok mutsuz hissediyorum. Bahtsız başımın çaresine bakmaktan başka seçeneğim kalmadı. Oldum olası üzerimden atamadığım dalgınlığım talihsiz başıma bunu da getirdi.
         Birazdan öyle veya böyle yeryüzüne iniş yapmak zorundayım. İndiğim zaman acaba kaç kişi benim bir Hüdhüd kuşu veya diğer adımla Çavuş kuşu olduğumu anlayacak. Böylesi bir bozkırda tanınıyor olabileceğimi hiç sanmıyorum.
         Annem, babam, kardeşlerim ve akrabalarım büyük bir üzüntüyle şimdi her yerde beni arıyorlardır. Ama sesimi duyuramam. “Hüd hüd” diye ötüp, onları çağıramam. Bu bozkıra kayıp olduğum iki gün içinde defalarca kondum. Fazla ağaçlıklı ve yeşil bir alan olmasa da bizim besinimiz olan böcek, karınca ve diğer omurgasız canlılar açısından zengin bir yer. Bu konuda herhangi bir şikayetim söz konusu değil.
         Şu an büyük bir köyün üzerinde zig zaglar çizerek uçuyorum. Benim gibi renkli bir kuşun bu bölgede yer alacağını sanmıyorum. Başımdaki renkli tepeliğim ve kanatlarımdaki çizgilerimle hayli gösterişliyim. Tam bir asker milleti olan Türkler kanatlarımdaki çizgilerimden dolayı beni “Çavuş Kuşu” veya “İbibik” olarak adlandırmışlar. Çavuşluk öylesi yüksek bir rütbe değil elbet. Asker olmayı hiç yeğlemem. Bunun yanı sıra “İbibik” adımı  içeren türküler de yok değil.
“Kara gözlüm efkarlanma gül gayri
İbibikler öter ötmez ordayım
Mektubunda diyorsun ki gel gayri
Vatan borcu biter bitmez ordayım”
Bana çıkardığım sesten dolayı “Hüdhüd Kuşu” diyenler de var. Bence bu kulağa daha hoş geliyor.
         Sanırım köydeki bu evin önüne insem iyi olacak. Evin bahçesinde birkaç tane ağaç da boy gösteriyor. Ağacın ve yeşilliğin olduğu yerde yiyecek bir şeyler de bulunur. Yere inmek üzere alçaldığımda köy yolunun yanı başındaki tabelada Büyükcamili adı yazılıydı. Şu an bahçesine konduğum ev köy yoluna çok yakın. Ev halkından kimseleri henüz göremedim. Hemen domates fidesinin altında kıvrılarak hareket eden bir solucan ve az ileride karınca yuvasından birkaç tanesiyle karnımı doyurdum.
         Gagamdaki son karıncayı da iştahla boğazımdan aşağı salıyordum ki, otuz metre kadar ileride bulunan evinden, hafif bir aksama ile bahçeye doğru gelen yaşlı bir kadının geldiğini gördüm. Yürüme esnasında dizlerinde duyduğu can alıcı ağrıyı kırışıklıkların sardığı yüzünde hissediliyordu. Bir gözünü de sürekli kısıyordu. Belli ki, o gözü çok iyi görmüyordu. Telaşla dibinde bulunduğum zerdali ağacının en yakın dalına kondum. Yaklaşmakta olan yaşlı kadın görkemli renklerle bezeli kanatlarımı anında fark etti. Çehresine büyük bir şaşkınlık ifadesi yayıldı. Bahçe kapısını aralayıp olduğu yerde durdu ve hayranlıkla alımlı renklerime bakmaya koyuldu. Belli ki bugüne değin benim türümde başka bir kuş görmemişti. Beni ürkütmemek için olacak usulca iki adım daha atıp, iğde ağacına yakın bir yerde toprağa oturdu. İğde ağacından buram buram kokular yayılıyordu. Gördüğüm kadar ile kadından zarar gelmeyeceği güvenini hemen edindim. Ben zerdali dalında, O iğde ağacına yakın toprakta oturduğu yerde karşılıklı uzun uzadıya bakıştık. Kemerli burnunun etrafında benekler var. Kör olduğunu tahmin ettiğim gözü diğerine kıyasla daha küçük gibi.
         Size kendimden yeterince söz edemedim. Kuş olarak, bu denli güzel olunca mütevazi olmanın da pek gereği yok. Kanatlarım ve kuyruğum olabildiğince alacalıdır. Bedenimin diğer bölümleri pembeye çalan açık kahve rengidir. Çok alımlı olan şah şaşalı tepeliğimin uçları ise siyahtır.
         Bir İran efsanesine göre bendeniz Hüdhüd kuşu zamanında çok güzel bir kadınmışım. Günlerden bir gün odamda yarı çıplak, belime kadar uzanan kömür karası saçlarımı tarayadururken, kayınbabam yanlışlıkla odama girince, utancımdan başımda tarağımla aniden bir kuşa dönüştüm. Kanatlanıp, açık pencereden gökyüzüne havalandım. Başımdaki süslü tepeliğim de, o gün uçma esnasında unuttuğum taraktır. İran'lılar bu nedenle beni "tarak başlı" anlamına gelen "Şaneser" diye adlandırırlar.
         Önemli bir özelliğim de yer altında kimselerin göremeyeceği su kitlelerini görmemdir. O nedenle Süleyman Peygamberin oluşturduğu orduda kılavuz olarak  ben de yer aldım.
         İnsanları kötü bakışlardan koruduğum gibi, yapılan büyüleri de anında bozarım. Benim resimlerim evlerde kötü cinlere, kem gözlere karşı duvarlara asılır. Rüyalarınızda beni görmeniz halinde sıkıntılarınızdan kurtulacağınız, suya kavuşacağınız, emniyette olacağınız ve misafirinizin geleceği anlamına gelir. En güzeli de sevgililerden haberler getiririm. Heyecanla atan yürekleri mümkün olduğu kadar rahatlatırım.
         Zorunlu olarak yerleşmeye karar verdiğim Büyükcamili Köyü’nde bir yerde ev sahibim sayılan, ayağı duyduğu ağrılardan dolayı aksayan ve bir gözü görmediğinden kendisine Kör Zewe adı verilen yaşlı teyzemle ilişkilerimizi oldukça geliştirdik. Zewe Teyzem gününün büyük bir kısmını bahçede benimle birlikte geçiriyor. Karşılıklı aşıklar gibi saatlerce bakışıyoruz. Zaman zaman bana içini döküyor. Yaşamın zorluklarını, özlemlerini, yapamadıklarını, keşkelerini, ayrılıklarını, savaşları, fakirliği, hastalıkları, sevgiyi, güzellikleri, umutları ve ne yazık ki, dünya insanlığının o kahreden kötü gidişatını anlatıyor. Ben de her ne zaman sohbete eşlik etmek için “hüd hüd” dememle birlikte, O başındaki eşarbını aralayıp, kır saçlarını karıştırıyor. O an yüzünde mutlu olduğuna dair bir esintinin yayıldığını hissediyorum. Haliyle bu hali beni de mutlu ediyor. Ailemden bihaber aylar geçeduruyor. Tek tesellim, tutanağım dünyalar tatlısı Zewe teyzem oldu. Karşılıklı birbirimizi çok seviyoruz. O’nun tabiatla iç içeliği, yakınlığı doğrusu görülmeye değer. Bütün insanlar tabiata bu denli yakınlık duyuyor olsa, yeryüzü daha yaşanılır bir gezegen olurdu. Tabiata ne denli yakın olunursa, bir o kadar da vicdanlı olunuyor kanaatindeyim.
         Zewe teyzemi bekliyordum. Sohbetini, güneşe yüzünü dönüşünü, dizlerini ovmasını, saçlarını güllü eşarbını aralayıp açmasını ve bana olan o içimi hoş eden, her şeyi unutturan bakışlarını özledim. Çok gecikmeden çıkageldi. Kendisini mutlulukla selamladım. Benim kaldıramayacağım taşların altında, benim için solucanlar aradı. Elindeki çubukla zerdali ağacının kovuğuna yaptığım yuvaya bıraktı. 
         Bugün de hayli dertleştik. Gün alaca bir karanlığa büründü. Kalkıp evine gitme vakti, beraberinde ayrılığı da getirdi. Ayağa kalktı. Eteğindeki tozları çırptı. Sonrasında, biçare halde bir şeyler arandığını gördüm. Anlaşılan evinin anahtarını düşürmüştü. O bahçede dört bir yana bakınırken, ben de telaşla aramaya koyuldum. Gözlerim iyidir. Ben ki, onlarca metre toprak altındaki suları dahi görürüm. Böyle olmasaydı zaten Süleyman Peygamber beni ordusunun kılavuzu olarak tayin etmezdi. Az ileride anahtarın biber fidelerinin arasında toprağa karıştığını gördüm. İki kanat çırpışı ile uçtum. Anahtarın bulunduğu yere toz kaldırmadan indim. “Hüd hüd – Orada… Orada” diye üst üste öttüm. Görseniz nasıl mutlu oldu. O anahtarını cebine koyarken, ben de sağ omuzuna usulca kondum. Uzun gagama ard arda çok tatlı bir öpücükler verdi. Ardından da büyük bir şefkat ve sevgiyle kanatlarımı sıvazladı. Minnet dolu gözlerle tekrar yuvama kanat çırpmamı yine hayranlıkla izledi. Annemi, babamı ve kardeşlerimi O'nunla tanıştırmayı ne çok isterdim. Ağrılar içinde aheste adımlarla evine doğru ayağını sürüyerek uzaklaştı. Bir de kendisinden bir kaç yaş büyük, ama çok daha dinç görünen kocası var. O bize hiç takılmıyor. Çocuklarının her biri bir yerdeler. Onları bir başlarına yapayalnız bırakmışlar. Ömürleri bol olsun, sağ olsunlar. Ah... Benim Büyükcamili Köyü’ndeki biricik Zewe teyzem.

Amsterdam, 17 Nisan 2017









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...