1 Haziran 2017 Perşembe

EVA






EVA
   
    Ellili yaşları geride bırakmıştı. Ardında bıraktığı tatlı ve acı anılarla dolu onca yıla, güzelliğinden ödün vermeyen saman sarısı kıvrım kıvrım saçlı Eva'nın siyah ayakkabıları düz ökçeliydi. Sıkıca koluna girdiği kocası Gerard'ın bileğini kendisine doğru çekiştirdi ve sonrasında ellerini sıkıca birbirine kenetlediler. Ayaklarını hafiften sürüyerek yürüyen Eva, kocası ile el ele hastanedeki bekleme odasına girdiler. Aynı anda yüzlerinden atmakta bir hayli zorlandıkları ürperti ile diğer bekleyenlere selam vermeyi ihmal etmediler. Yan yana usulca oturdular. Oturdukları yerde de Gerard'ın elini sıcacık tutmaya devam etti.
    Her ikisinin de derin düşünceler içinde oldukları belli oluyordu. Eva başını eğip, tedirginliği belirgin bir şekilde beliren kocasının yüzüne hayranlıkla baktı. Kıvrımlı uzun sarı saçları omuzlarından aşağı, coşkun bir şelalenin suları gibi omuzlarından aşağı apansız döküldü. Gerard eşinin başını sevgi ve şefkatle hafifçe tutup, omuzuna koymasını istedi. Eva'nın boynu hiç direnmedi, kafası bir kuş tüyü olup, eğildi. Olabildiğince büyük bir güvenle kocasının omuzundaki sarsılmaz yerini buldu. Başını kocasının omuzuna değil de, adeta bin bir çiçekten oluşan bir gülistana koymuş gibiydi. Yüreğini tatlı ürpertilerle masmavi bir okyanusun sularına, fırtınasız, rüzgârsız, alabildiğine sakin bir havada, kafasından geçen onca düşünceyle birlikte özgürce bırakmış gibiydi.
    Ben Hollandalı Eva. Hollandalı olduğum söz gelimidir. Yüreğimden geçen; elbette dünyalı olduğumdur. Bugün tanrının bana bir lütfu olan sevgili Gerard'ım ile birlikte kendince öyküler uyarlamaya çalışan, Türkiyeli öykücünün tam karşısında oturuyoruz. Mahcup bakışlı öykücüye acıdım, içim kırıldı. İşi zordu. Yükü hayli ağırdı. Altından kalkabilecek mi, bilemiyorum. Gerard'ın elini bırakmadan karşımdaki utangaç adama baktım. Oysa benim derdim bana yeterdi. Dağlara anlatmaya kalksam kan ağlarlar, dile gelirler ve beni teselli etmeye çalışırlardı. Hoş bulunduğum bu Hollanda düzlüğünde de içimi aktarabileceğim herhangi bir dağ da yok zaten. Uzun uzun baktım acemi öykücüye. Bakışlarımla mesajlar saldım O'na. Yeter artık; annen Kör Zewe'yi, uçsuz bucaksız bir çölü aratmayan İç Anadolu bozkırını, meşhur köyün Camili'yi anlatmayı bir anlık bırak.  Yetiyorsa yüreğin beni anlat derim. Tavırlarım ve mesaj yüklü bakışlarımla çok belirgin bir hal almış olmalıyım ki, dudaklarında belli belirsiz hafif kıpırtılar oldu. Sonrasında yine aynı utangaç bir edayla, ikirciklice de olsa, isteğimi boyun büküp kabul etti.  Ben de bu zor anlatımda kendisine yardımcı olacağımı aynı dost bakışlarımla anlattım.
    Bizimkisi bir sevda. Gerard'ım benden iki yaş daha büyük. Komşu çocuklarıydık. Günümüzün büyük kısmı dışarıda birlikte oynayarak geçerdi. Zaman nasıl akıp gidiyor farkında değildik. Birlikte olmanın ilk anından itibaren, her ikimiz de birbirimizi büyülüyorduk. Anne ve babalarımız da iyi görüşürlerdi. O sıralar ben daha yedi, Gerard ise dokuz yaşındaydı. Daha o zamanlar birbirimizi saf çocuksu duygularla sevdik. Bugün gibi hatırlarım, o çocukluk yaşımızda, şu an olduğu gibi, aman tanrım elimi nasıl da sıkıca tutardı. Ah canım benim. Hayatım, hayatımın biricik anlamı. Yüreğimin biricik sahibi. Her yönü ile insan olan kocam benim.
    Mahallenin bütün sokaklarını el ele dolaşırdık. Gerard mahalledeki yaramaz çocuklara karşı benim önüme geçip, göğsünü nasıl da bir kahramanlık edası ile siper ederdi. Değişen bir şey olmadı. Şimdilerde artık büyümüş olan o yaramazların herhangi birinin zarar vereceğini görmeye görsün, yine o yıllardaki kararlılıkla göğsünü gere gere önüme geçer ve beni savunur. Devasa bir aşk bizimkisi. Elli yılı aşkın bir zamandır, daha doğrusu çocukluğumuzdan bu yana birlikteyiz. O benim ilkim oldu, ben de O'nun. Bizim için her geçen gün bayramdı. Sanırım her ikimiz de biraz deliydik. Karşılıklı var olan sevgi ve saygımız daimdi. Hızla geçen onca zaman, sevgimizden bir zerre olsun alıp götüremedi. Aşkımızı erozyona uğratmadık, çünkü dört bir yana kök salan sevgi ağaçları ektik. Onlar dallanıp budaklandı ve bizleri sevgi dolu yüreklerle ayakta tuttu. Meksika'lı ressam Frida Kahlo sevgilisi Diego'ya yazdığı bir mektupta; "Bir dağın içini, ancak başka bir dağ bilir." diye yazıyordu. Buna ne denir, ancak şapka çıkarılır. Bizim tutkumuzu da ancak bizim gibi bütün kalpleriyle sevenler bilir.
    Bütün hayatımız boyunca Amsterdam'da kanallar boyu yüzümüzde geniş gülümsemelerle, el ele dolaştık. Laleler arasında, onlara zerre kadar zarar vermeden saklambaç oynadık. Sokakta dolaşan kedileri sevdik. Yel değirmenlerinin merdivenlerini tırmandık, durmadan indik ve çıktık. Aşkımızın meyveleri oğullarımız, kızlarımız ve birbirinden güzel torunlarımız oldu. Torun sevgisi anlatılır gibi değil. İki oğlan bir de kız torunumuz var. Çocuklarımız geç evlendiler. Haliyle çoluk çocuk sahibi olmaları da gecikmeli oldu. Anlayacağınız torun sahibi olmamız biraz uzunca sürdü. Kız torunumuzun adını annesi Eva Maria koydu. Biz de böylesi bir gelenek olmadığı halde gözleri, ağzı, burnu ile bana çok benzediği için benim adımı da verdiler. Daha altı yaşında. Güzelliğini anlatmak mümkün değil. Boncuk boncuk-maviş maviş gözler. Tıpkı gökyüzü gibi. İnsanın kanatlanıp içlerinde uçası geliyor. Oğlanlar da öyle. Remko dokuz yaşında. Uzun sarı saçlarını parmakları ile tarıyor. Kızlara şimdiden olmadık kurlar yapıyor. Gerard dedesine çekmiş. O da çocuk yaşta aklımı başımdan almamış mıydı? Paul ise henüz dört yaşında. İşi gücü abisi Remko'yu taklit etmek. Remko onun en büyük idolü.
    Evimizde yankılanan şen şakrak kahkahalarımız hiç dinmedi. Kadehlerimiz hep tiz bir sesle çınladı. Her alaca karanlıkta mumlarımızın gökkuşağı alevlerinin titremesini ihmal etmedik. En güzel filmlere gittik. O güzelim aşk sahnelerinde kendimizi bulduk. Mutlu olduk. Hisli yüreklerimizi hep bir eyledik. Aralarına hiç bir zaman duvarlar örmedik. Bugüne değin evimde en az iki vazom hiç boş kalmadı. Gerard her defasında ilk kez bana çiçeklerle geliyormuş gibi aynı heyecan ve yüzünde beni büyüleyen, beni benden alıp götüren gülümsemesiyle kucağımı dünyanın en güzel renklerine bezeli çiçeklerle doldurdu. Çiçekleri yan tarafımda tutup, kollarına atıldım ve ilk kez öpüşüyormuş gibi uzun uzun dudaklarımız kenetlendi. Gülüşü güzel Gerard'ımın yüzünü her an güler kılmaya çalıştım. Her hareketini izledim. Gözlerinde saklambaç oynadım. Yüzümü ellerine bıraktım. Klasik ve caz konserlerinde en ön saflarda yer alıp, güzelim melodilerle ruhumuza ziyafet çektik. Trenler, arabalar, gemiler, uçaklar ve yürüyerek bütün dünyayı dolaştık. Deliler gibi seviştik. Terlerimiz, nefeslerimiz, ruhlarımız ve bedenlerimiz birbirine karıştı. Aynı güle burunlarımızı dayayıp, mis kokusunu içimize çektik.
    Artık durum çok daha farklı. Yukarıda anlatmaya çalıştığım güzelliklerin, mutluluğun ve huzurun sonuna geldik. Ben Gerard'ıma ihanet ediyorum. O'nu yapayalnız bırakıp gideceğim. İki haftadır bu hastanenin yolunu tutuyoruz. On beş gün önce geldiğimizde yapılan tetkikler sonucu, hastalığın bütün vücudumu sardığını hiç söyleme ikircikliği göstermeden, iletti doktor. Bütün bedenim, içim, kollarım, ayaklarım, ellerim, beynim,  kalbim durdu. Yüreğime doluşan huzmeler, yerini o an zifiri bir karanlığa bıraktılar. En fazla üç aylık bir zamanımın kaldığını, yapılacak tedavilerin bundan sonrasında bir yarar getirmeyeceğine inandıklarını anlattı. Ama yine de ellerinden geleni yapacaklarmış.
    Nasıl bir halde olduğumuzu daha fazla irdelemenin de benim hastalığım gibi pek bir faydası yok. Her şey bitti. Sona geldik. Gerard ile bir eylediğim yüreğimi alıp, gideceğim. Mumlar sönecek, çiçekler solacak, müzikler dinecek, şiirler susacaklar, kadehler çınlamayacaklar, sevişmelerimiz bitecek, gezilerimiz duracak, torunlarım cıvıldamayacaklar, öpücükler havada kalacak, kocamın gülümsemesi donacak, ellerim tutulmayacak, gözlerimin içine bakılmayacak. Bilinen yolun sonu görünüyor. Mutlu ve huzurlu olmasını yaralı yüreğimle istediğim büyük insanlık sağ olsun. Kalın sağlıcakla!

Amsterdam, 1 Haziran 2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...