15 Mayıs 2018 Salı

ARMAĞAN








ARMAĞAN

SOBE

Söyle á mutluluk,
Abidin' in dahi çizemediği,
Keskin bıçak sırtında raks eden,
Tutarsız,
Elde, avuçta tutulamayan,
Binnaz mutluluk.
Saklambaç mı oynuyoruz seninle.
Bağırıyorum öyle ise,
Çıktığı kadar avazım;
‘Elmaaa... Elmaaa...'
Yeter, yeter artık,
Çık ortaya,
Ortaya çık.
Sobe! 


          Yorgun kambur sırtları güvenle birbirine yaslı tepelere yerleşik gecekondu mahallesindeki kırmızı kiremitli binlerce evi, ağaçları, saksılardaki bin bir renkli çiçekleri, taşı, toprağı, kaldırımı, yeni yapılan asfalt yolu, akşamın menevişliğinde ipil ipil yanan sokak lambalarını mehtabın tumturaklı kurşuni şavkı sardı. Peşi sıra, bir salyangoz misali kabuğunu ardında bırakıp, altı yüz dişi gözükecek şekilde tatlı bir esneme ile aheste aheste çıkagelen gün, görünen o ki, pek çok bakir sergüzeşte gebeydi.   
          Kuşluk vaktiydi. Hercai rüzgâr; serde var olagelen hoyratlığını fütursuzca sürdüreyim derken, hangi yönden eseceğini hepten unutuverdi. Yaşadığı büyük şaşkınlıkla elleri ve ayakları acemice birbirine dolandı. Lakin bir süre sonra, iş işten geçmeden ahengini bulmakta da gecikmedi. Sarsılmaz-kararlı hâkimiyetini yeniden ele aldı. Yüksek taş avlularla çevrili bahçelerdeki kavak, zerdali, dut, iğde, erik, ceviz, nar ve elma ağaçlarının dallarını alabildiğine sarmalayan, yeşilin çeşitli tonlarındaki parlak yaprakları ile birlikte dans etsinler deyi, kaytan bıyıklarının altından tatlı gülümsemelerle gerdan kırdı. Nezaketle diz çöküp el uzattı. Kıvrak dansa, bütün tabiatı davet etti. Rüzgârın dört bir koldan ihtimamla oluşturduğu muhteşem senfoni orkestrasının icra ettiği müzikten uğultu halinde gelen melodinin eşliğinde göz kamaştıran, debdebeli bir vals başladı. Gecekondu mahallesinde yaşayan bütün canlıların kulaklarına düdük, panflüt, piyano, saksafon, gitar, çello, keman, vurmalı çalgılar ve bilumum müzik aletinin sihirli sesleri doluştu. Guk Guk Baykuş tünediği zerdali ağacının dalına pençesini daha sıkı geçirip tutunmaya devam etti. Pamuk Kirpi meşin bir top gibi yuvarlanıp yuvasından içeri aktı. Rüzgâr ulumaya devam ediyordu.
          Tepelere serpiştirilmiş bu evlerden yeşile boyalı olanların birinde; yetmişli yaşları ardında bırakmaya ramak kalan bir kadın, ürkek bir kuş misali sığındığı pencerenin ardında dışarıda olup biteni izlemeye koyuldu. Düşünceleri her ne kadar alabildiğine darmadağın olsa da, tez elden kendisini toparladı. Şenay Hanım doğanın baş döndüren koşturmasına bütün benliği ile pür dikkat kesildi. Penceresinin ardından geniş boşluğa her şeyi alaya alırcasına gülümsedi. Kuş kanatlarından farksız kalp çırpıntılarını derin nefes alıp-vermelerle dindirdi. Yüreğini derinlemesine çimdikleyen acılar sığ bir su misali duruldu. Gamı bir çırpıda olmasa da def eyledi. Bir kirpi misali savunma içgüdüsü ile toparlanmaktan vazgeçti. Kuğu boynu dikeldi. Kalaylı iki tas dolusu balı andıran buğulu-derin gözleri iyice belerdi. Bir ara elleri isyan edercesine düzeltmek umuduyla kar beyazı yüzünde yer alan acımasız çizgilerde bir müddet gezindi. Bunun beyhude bir çabalama olduğunu anladığından, ellerini yorgun dizleri ile buluşturdu. 
          Art arda irili ufaklı bin bir boğumla bir top pıtrağa dönüşen ağaç dallarının, zümrüt yeşili yapraklarla olan raksına bayıldı. Dallar ve yapraklar öylesine muhteşem bir uyum ve ahenk içindeydiler ki, şaşakalmaktan kendisini alıkoyamadı. Pek çok sayıdaki narin dal ve yeşilin her tonunu özünde barındıran yapraklar nasıl da birbirlerine dokunmadan bir aşağı bir yukarı doğru hareket halindeydiler. Rüzgâr; katıksız bir yalnızlık içindeki kendisine ve Tanrıya ıslık eşliğinde şen şakrak şarkılar söylüyordu. Yarı yarıya açtığı pencereden doluşan esinti ak buklelerini savurdu. Yaşlı bedenini şerbetli bir ürpermedir aldı. Tüyleri diken diken oldu. Yuvarlak çehresi pul pul pembeleşti. Islak kirpikleri kaşlarına değdi. Sızlayan derin yaralarına boncuk gözyaşlarını merhem olsun diye sürdü. Yumuk elleri önceleri pır pır titredi, sonrasında duruldu.
Rüzgâr yoruldu. Şenay Hanım ardına yumulduğu penceresini biraz daha araladı. Yağmur çiseliyordu. İçeri doluşan yağmur taneleri ile buğulanan toprağın mis kokusu genzine doluşuyordu. Hafiften ıslansa da o aldırmıyordu. Bugün doğum günü. Böylelikle geçen zamana kocaman bir çentik daha atmıştı. Şenay Hanım üç oğlu ve onlardan dokuz torun sahibi bir nine olarak, her an buharlaşıp uçacak, bir yonca yaprağına konan çiy tanesi gibi yapayalnızdı. Hüznü boğazında düğümleniyordu. Bir armağanmış gibi onun doğum gününde ölen ve mavi göğünde artık güneş olmayan, hayatındaki tek eşsiz dayanağı kocası on yıldır yoktu. Son yudumunu aldığı çay bardağını sehpaya usulca koydu. Bal gözlerini kapadı. Koltuğuna iyice yaslandı. Akşam karalığının sönük rengi sokakta yer yer biriken yağmur sularına indi. Yeşile boyalı duvar boyunca ekili süsenler durulmayı unuttular. Bin bir nazla salınmaya devam ettiler. Çakır gözlü hayat arkadaşını dehşetli özlemişti.

Amsterdam, 15 Mayıs 2018























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...