15 Ekim 2021 Cuma

ŞAİRDEN ALINTILAR VE EDİNİLEN İZLENİMLER



ŞAİRDEN ALINTILAR VE EDİNİLEN İZLENİMLER

 

 “Nereye gidersem gideyim seni yürüdüm hep.” der, bir yerlerde memleketlim şair Şükrü Erbaş. İnsanın hep ona, yani, sevdiceğine yürüyor, güzele doğru gidiyor olması gibisi var mı? Yolunuz nereye çıkar veya gideceğiniz yer neresi olursa olsun, gönül ister ki; yöneliminizin sevdiğiniz, canınızdan öte canınızdan yana olmasıdır. İşte o zaman insanın gözüne ne yol görünür, ne de üzerinize çöreklenen yorgunluğu. Düşünüzün hep aşka erişim olması halinde yaşayacağınız güzelliğe diyeceğiniz olmayacaktır.

        Devamla memleketlim aynı şairin bu paragrafda ve ilerleyen satırlarda da dile getirdiği başka güzelliklerde ortaya çıktığı gibi; “Sevincini bir barış, bir bayram sabahı gibi taşıdım içimde.” Koyulduğunuz aşka vuslat yolculuğu esnasında taşıdığınız sevinci aynen şairin belirttiği şekilde yüklenirsiniz.

         “Ağzımdaki meneviş sendin insanlara şiirler okurken.” Güzergahınız esnasında ağzınızdaki meneviş yârin tam da kendisi olduğundan, dilinizden aşk ve coşkuyla sevda şiirleri art arda dökülür. Tam anlamı ile gıpta edilecek bir şölen yaşarsınız. Ruhunuz, ol bedeniniz ve yüreğiniz mest olur.

         “Dönüp dönüp sana geldikçe anladım özgürlüğün aşk olduğunu. Çocuklar dünya karşısında yenik büyüyordu.” Sana doğru sevinç ve coşkuyla koşa koşa gelirken, elbette en büyük aşkın özgürlük olduğunu beyninizde depremler yaşayarak, çok geçmeden fark edersiniz. Ama dünya karşısında yenik büyüyen çocuklar, boynunuzu bir günebakan çiçeği misali bükmeye yeter. Neden kirlenmemiş, kar beyazlığında tertemiz yürekli bu küçük insanların dünya karşısında yenik başlamasına şaşakalır ve onlar için bir şeyler yapma arzusu bir kuş tüyü misali gelir hassas vicdanınızda bir köşeciğe konar. Bu uğurda vermeniz gereken mücadeleye bir Bursa çakısı gibi bilenirsiniz. Büyük insanlığın saflarında, ellerini yüreklerinin üzerinde tutan çok ama çok fazla insanın olması için yüreğinizin umutla çarpmasının önüne geçemezsiniz. Buğulu gözlerinizde Abidin Dino’nun yapamadığı mutluluğun resmini büyük bir güzellikle zorlanmadan ortaya koyarsınız.

        “Kaba adamların kalın sesi örtmüştü ülkeyi.” Ne de çok kalın sesli kaba insanlar vardı bu ülkede. Dört bir yanı ayrık otu gibi sarmışlar, her yanda iğrenç böğürtüleri duyuluyor. İnsanlar böğürenlerin önünde diz çöküyor ve bir bir kaba adamların ardında sürüye katılıyorlar.

        “Güzellik, insanların gelecek düşlerinden çıkmıştı.” Çünkü sürünün gelecek düşleri olmadığı gibi olmayan düşlerde zaten güzelliklerin zerresine rastlanamazdı. Gelecek zifiri karanlıktı.

        “Kimsenin ortak türküsü yoktu ve kimse türküsünü bir başına söyleyemiyordu.” Sürüye katılım yoğundu ve tek ortak türküleri olmadığından, yedi-yirmi dört, koyunlar misali meliyorlardı.

          “Bir yere gitmeden, gelecek birisini bekliyordu herkes.” Sürü dışında kalanlar ise, inisiyatif alıp bir yerlere gitmek ve böğürenlere karşı mücadele etmek yerine, yerlerinde mıhlanıp gelecek birilerini, Godot’yu beklercesine bekliyorlardı. İbrahim Peygamber oğlu İsmail’i gözleri bağlı kurban ediyor, ama göklerden gelip onun kurban edilmesinin önüne geçenler yoktu. Haliyle birilerini beklemek nafileydi.

   “Koro halinde susuluyordu ve yalnızca yüksek sesle konuşanlara inanır olmuştu insanlar.” Kocaman ülkede koro halinde yığınlar, kitleler halinde susuyor, suskunluğun günlerden bir gün onları da bekledikleri sırada derdest edip enselerinde boza pişireceklerinin bilincinde değillerdi. Yüksek sesliler, böğürtüleri ile hak etmedikleri saygıyı görüyordu. Şimdilik sürüye katılanlara dokunmanın uzağında olan yılanlara, binlerce yıl yaşamaları reva görülüyordu.

           “İncelik yalnızlığa dönüşe dönüşe bitmişti.” İnceliğin bu topraklarda mum misali bir anda bitmesi, böğürtü halinde bağıran kaba insanlardan geçilmemesi, incelikli insanların dudaklarını uçuklatıp hayal kırıklığına uğratıyordu. Kaba sabalık diz boyuydu.

           “Kararan gümüşler gibi duracağım.” Kararan gümüşler gibi Godot’yu veya birilerini beklemenin hiçbir faydası olmadığı halde bekleniyor… bekleniyordu. Kararan sadece gümüşler değildi. İnsanların yürekleri de kararıyordu.

           “Kalkıp pencereden hayata bakacağım.” Pencerenizi açtığınızda evinize taze hava doluşsa da yaşadığınız toprakların hayat manzarası aynen böyleydi. Değişen olmuyor, hamamda tas da tarak da farklılık göstermeksizin yerlerini koruyorlardı.

           “Bütün bir ülke özür dilemeyi öğreneceğiz. Lunapark palyaçolarından başka üniforma kalmayacak dünyada. Güzel anılar kadar güzel olacak ölüm…” Ne zaman ki bütün insanlık beş yaşındaki çocuktan, kurttan, kuştan, çakıl taşından, karıncadan, kirpiden, börtü böcekten özür dilemesini bildiği-öğrendiği zaman, insanların üzerlerindeki üniformalara gerek kalmayacak, onlardan bir çırpıda arınacaklar ve ölüm dahi güzel anılar kadar güzel olacak. Yeryüzü, Tanrı tarafında peşinen sunulmuş bir cennete dönüşecek ve öngörülen veresiyeye umut bağlanmayacak. O zaman enselerin karartılmasına gerek kalmayacak!

 

Amsterdam, 15 Ekim 2021


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...