20 Aralık 2021 Pazartesi

REBETİKO AŞK





REBETİKO AŞK

 

“Askerler hiç görmedikleri krallar için savaşırlar”  Homeros

 

Deniz, bir anda karşısında kıpırtısız duran Nefeli’nin Ege Denizi’nin maviliğini andıran maviş gözlerinin içine durdu. Gamzelerinin küçük çukurlukları bir anda içini hoş etti. Kendisini kaybetti, uzay boşluğunda olduğu hissi ile nerede ve kim olduğunu unuttu. Kulakları uğuldadı, başı dönmeye başladı. Neye uğradığını kavramakta şaşakaldı. Tüm çabasına rağmen toparlanamadı. Nefeli’nin fersah fersah derinlikteki mavi gözlerinde kulaç attı, üst üste vurgunlar yedi. Bedeni hepten felç oldu. Ayakta duran bir heykele dönüştü. Karşısında bugüne değin görmediği tarifsiz bir güzellik vardı. İlk düşündüğü, kelimenin tam anlamı ile "Hiçbir anne bu güzelliği bugüne değin ne doğurmuş, ne de doğuracaktı." Başka türlüsü olası değildi.

Deniz’in bakışlarından Tanrıça Artemis mi, Afrodit mi, yoksa Hera’nın mı torunu olduğu bilinmeyen tanrıça güzelliğindeki Nefeli de alabildiğine etkilendi. Aynı baş dönmesi, güzeller güzeli on sekiz yaşındaki Yunan kızı Nefeli'yi de sarıp sarmaladı. Karşısında, nereden geldiğini bilmediği, bıyıkları yeni terleyen, filinta gibi genç onun da başının dönmesine ve yüreğinin neredeyse boğazında atmasına, nefes alamaz hale gelmesine neden olmuştu. Yüreğindeki heyecan, kalaylı bakır bir tencerede kaynayan sütün taşması gibi köpürmelerle dolup taştı. Duygularını kontrol altına alamadı. Bütün bu olup bitenlerin apansız nereden ortaya çıktığına anlam vermekte zorlandı. Yaz ortasında soğuktan titreyen bir serçe misali, bütün bedeninin tiril tiril titrediğini hissetti. Süklüm püklüm utandı. Buna bütün gücü ile engel olmaya çalıştıysa da yapamadı. Daha çok bir titreme tuttu. Aynı zorlukları karşısındaki gencin de yaşadığını gördü. Bu onu biraz olsun rahatlamasına yetti. Farkında olmaksızın büyükçe gülümsedi. Deniz de kendisine tatlı tatlı gülümsedi.

Yıllardır yapılageldiğinden, yılın bütün yorgunluğunu sırtlanan yaz aylarında, daha on dokuz yaşına yeni giren, ömrünün baharındaki Deniz, annesi Şule Hanım ve babası Yasin Bey için yaz tatillerinde mutlaka Ege ve Akdeniz tarafında, Türkiye’ye yakın bir Yunan adasına gitmek, bir gelenek halini almıştı. Bu yıl için Sakız Adasını seçmişlerdi.

Karı koca oğulları Deniz ile birlikte Çeşme’den feribotla Sakız Adası’na geçmişler ve Chios’da önceden ayırdıkları mütevazi bir otele yerleştiler. Şehrin birbirine açılan, ancak küçük bir arabanın zorlukla geçebileceği dar sokaklarında, güzel küçük dükkânlar yer alıyordu. Bu dükkânlardan biri de Nefeli’nin babası Spiro’ya aitti. Spiro şarküteri dükkânına mal almak için toptancıya gittiğinden dükkânını kızı Nefeli’ye bırakmıştı. Deniz, ailesinin kaldığı otelin az ilerisinde, Kanalaki sokağındaki Nefeli’nin bulunduğu bu dükkâna bir kaç şey almak için gelmişti. Ama bu geliş öyle sıradan bir geliş olmadı. 

İngilizceyi çok iyi konuştuğu halde kekelemeye başladı. Nefeli de ondan farksız değildi. Sonunda karşılıklı titremeler, kekelemeler ve yüreklerinin gümbürtüleri ile alacaklarını aldı. Tam dükkandan çıkmak üzereydi ki, Nefeli bütün cesaretini topladı ve yine titreyen sesi ile Deniz’e sordu.

“Ada da mı kalıyorsunuz?”

“Eee... Evet az ilerideki Filoxenia Hotelde annem ve babamla kalıyoruz.”

“Ne kadar kalacaksınız?”

“Sanırım iki hafta kadar.”

“Ne iyi. İstersen sana adayı gezdirebilirim. Adayı iyi biliyorum. Ailem adanın yerlilerinden. İlginç yerler göreceğine emin olabilirsin.”

“Gerçekten mi? Çok sevinirim. İstersen aldıklarımı hotele bırakıp hemen gelebilirim. Teklifin için çok teşekkürler. Çok naziksin. Duygulandım!”

“Tamam. Babam da zaten birazdan gelir. Dükkânı ona bırakırım. Seni tanıdığıma çok mutlu oldum. Benim adım Nefeli.”

“Benim adım da Deniz. Ben de çok ama çok mutlu oldum. Bekle lütfen. Koşa koşa gidip geleceğim.” 

Deniz bi koşu anne ve babasına gitti. Aldıklarını onlara verdi. Yüreğindeki coşku ve heyecan çok bariz bir şekilde görülüyordu. Meraklı gözlerle bakan anne ve babasına kısaca kesik kesik nefes alıp verdiği cevabına, büyükçe bir gülümseme de ekledi.

“Yunanlı bir arkadaş edindim. Onunla adayı gezmeye çıkacağız. Ben hemen gidiyorum. Sizi ararım, beni beklemeyin.” Şule Hanım ve Yasin Bey oğullarının heyecanına bir anlam veremediler. Ardından merakla bakakaldılar. 

Deniz tez zamanda soluğu Nefeli’nin yanında aldı. Nefeli’nin babası kaytan bıyıklı Spiro da gelmişti. Nefeli dışarıda  Deniz’i bekliyordu. Birlikte Spiro'nun arabasına bindiler ve adayı gezmek üzere yola çıktılar. Yol üzeri bir caféden iki tane frappé  kahvesi aldılar. Deniz bu buzlu soğuk kahveyi daha önce de içtiği için biliyordu. Direksiyonda ehliyetini yeni almış olan Nefeli vardı. Dar sokaklardan dikkatle ilerlediler. Nefeli, Deniz’i Chios şehrinin dışında dağlarda küçük köylere götürmek istiyordu. Ona bu hoş kokulu adada sakız ağaçlarını, ağaçlardan akan reçineleri (mastika) ve damla sakızının nasıl yapıldığını gösterecek ve hoşça vakit geçirmek için elinden geleni yapacaktı, ki elinden gelen başka bir şey daha vardı. Bu duygusunu örtbas edemedi. Hiç çekinceye kapılmadan, sol eli ile direksiyonu tutarken, sağ eli ile de Deniz’in elini tuttu. İkirciklenmeden Deniz’in eline sıkıca yapıştı. Sonrasında yanaşıp yanağına tatlı bir öpücük kondurdu. 

Dağlar alabildiğine sarp ve yüksek, yollar kıvrım kıvrım keskin ve virajlıydı. Ehliyetini yeni almasına rağmen Nefeli bu yollarda oldukça deneyimli gibiydi. Virajlara yaklaştıklarında, o zamanında yavaşlıyor ve yola devam ediyordu. Yol boyunca Deniz de taze sevdiğinin eline sıkıca yapışıyor ve büyük bir hayranlıkla ona bakıyordu. Herşeyin bu denli çarçabuk gelişmesi onu şaşırtsa da durumdan oldukça memnundu. Bir süre sonra şehrin tamamen dışına çıktılar. Gözlerinin gördüğü dört bir yan, altları beyaz topraklı sakız ağaçları ile kaplıydı. Dağ taş sakız ağaçlarından geçilmiyordu. Deniz, dere tepe demeden her tarafa serpişmiş küçük küçük köylere hayranlıkla baktı. Beyaza boyalı şiirsi köy evleri, zümrüt yeşilin arasından beyaz inciler gibi ortaya çıkıyordu. Adanın özellikle yükseklerinde Türkçe radyoların sesi daha çok duyuluyordu. Ve Türkçe bir şarkı tatlı tatlı yeni sevgililerin kulaklarına ulaşıyordu.


"Kuşlar içimden, düşümden uçmuş.

Yani derinden, derinden

Dostlar kafamdan, yaşamdan kaçmış

Yani derinden, derinde..."  (Barış Diri)


Bir tepenin zirvesinde durdular. Arabadan inmeleri ile çabukça yan yana geldiler ve birbirlerinden yıllarca yıl ayrı kalmışlar gibi sıkıca sarıldılar. Sanki bir kaç saat önce değil de onlarca yıldır tanışıyorlarmış gibi bir duyguyla, sıcaklıkla el ele sakız ağaçlarından bir tanesinin altına geldiler. 

Nefeli gösterdiği ağacın erkek olduğunu söyleyince, Deniz oldukça şaşırdı. Arkadaşının az ilerideki ağacın da dişi olduğunu söylemesi ile bu her iki ağacın da birbirinden gerçekten erkek ve dişi misali farklı olduğunu gördü ve Nefeli’ye hak verdi. İlk defa bir ağacın erkek veya dişi olduğunu duyuyordu. Köyleri, oradaki yaşantıyı ve insanları çok merak ediyordu. Her köye gidip Nefeli'nin insanlarını ve kendilerine çok da uzak olmayan Nefeli'nin insanlarının kültürünü daha çok tanımak için sabırsızlanıyordu. Nefeli'nin yanında olması ona güven veriyordu. Onu çok sevmişti.

Deniz akşam geç vakit otele döndü. Şule Hanım ve Yasin Bey her ne kadar oğullarını merak ettilerse de onu rahatsız etme taraftarı olmadılar. Oğullarına güvenleri tamdı. Haliyle Deniz otele ağzı kulaklarında çok mutlu döndü. Olup biteni anne ve babasına coşkuyla anlattı. Nefeli’nin kendilerini sabah evlerine, anne ve babası ile kahvaltıya beklediğini söylediğinde her ne kadar şaşırsalar da bir taraftan da bu hoşlarına gitmedi değil. Adadan yeni insanlar tanımak onlara da iyi gelecekti.

Ertesi sabah yaptırdıkları bir çiçek buketi ile kız istemeye gider gibi, Nefeli’nin evinin yolunu tuttular. Baba Spiro ve karısı Zoe Hanım kendilerini çok candan karşıladılar. Anne ve baba çok neşeli, şen şakrak, hoş insanlardı. Spiro gözlerinin içindeki neşe ve gülümseme ile bıyıklarını burdu, onları sevecenlikle buyur etti. Anne Zoe ise kollarını açtı, yüksek sesle, "Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz." dedi. İnsanlar, özlerinde olması halinde, bu kadar güzel de olabiliyorlardı.

Tokalaşmaların ve tanışmaların ardından geciktirmeden hazır olan kahvaltı sofrasına geçtiler. Şule hanım kahvaltı masasında Nefeli’den gözlerini alamadı. Yasin Bey de gözlerinin altından Nefeli’yi süzmeden edemedi. Onların beklediğinden ve Deniz’in anlattığından çok daha güzeldi o. Deniz de Spiro Bey ve Zoe Hanım’ın yüreğinde yer yaptı. Baba Spiro müstakbel damadı ile durmadan şakalaştı, sırtını sıvazladı.

Olayların bu kadar çabuk gelişmesi her iki aileyi şaşırtsa da diğer yandan, gençlerin bu anlatılmaz mutluluğunu görüp durumdan şikayetçi olmak yerine, bizzat memnun olmuşlardı. Her iki aile de birbirlerini çok sevdiler. Onlar da sanki çok önceden tanışıyorlarmış gibi bir duyguya kapıldılar. Bu güven veren bir duyguydu. Spiro, Zoe ve Nefelie en kısa zamanda İzmir’e gelip onları ziyaret edeceklerine dair sözleştiler.

Deniz ve Nefeli iki hafta boyunca her gün akşama kadar birlikte oldular. Sayılı günler pek çok güzellikle çarçabuk geçti. En nihayetinde ayrılık vakti gelip çattı. Çok hazin bir an olsa da İzmir ve Sakız Adası’nın arasındaki mesafenin çok fazla olmaması, onlar için teselli oldu. 

Homeros’un da söylediği gibi; yüzlerce yıldır, Yunan ve Türk halklarından belli kesimlerin oluşturdukları ve görmedikleri kralları için savaşımları, tanrıçalar güzelliğindeki Nefeli’nin ve filinta delikanlı Deniz’in güzelim aşklarına ne muhteşemdir ki, bu kez engel olamadılar. Onlar görmedikleri kralları için değil, yüreklerini kaplayan güzel aşkları için savaştılar. Görmedikleri krallar ve önyargılılar sakız ağaçlarına sakız aksın diye atılan çiziklerden onlara atamadılar. Yüreklerini kanatamadılar, acıtamadılar. Zafer aşkının oldu. 

Her türlü engeli bertaraf ettiler. Bir araya gelmek için insani duygularla dolup taşan yüreklerini ortaya koydular. Bu aşkın güzelliği karşısında bütün engeller geride kaldı. Her iki tarafın anne ve babaları da çocuklarının muhteşem mutluluklarına gölge düşmemesi için onların arkasında dimdik durdular. Nefeli yirmi iki, Deniz de yirmi üç yaşına geldiklerinde evlenip Sakız Adasına yerleştiler. Aileler dost ve akraba oldular. Bir yıl sonra dünya tatlısı bir kızları oldu. Adını Şule Zoe koydular. Dillere destan birliktelikleri esnasında Nefeli Türkçe, Deniz de Yunanca öğrendi. Çokça bir sıklıkla birbirlerine “segapo ve seni seviyorum” der oldular. Böylelikle dünya iki insanın aşkı ve  mutluluğuyla daha bir renklendi, güzelliğe bezendi. Mutlu oldular.

 

 

Asterdam, 21 Aralık 2021

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CHARLOTTE CAFE Annem, bildim bileli hasta, ömrü böyle geçti diyebilirim. Lakin bu kez hayli ilerlemiş olan yaşı ile artık uzatmaları oynuyo...