KÜSTÜM
Son zamanlarda buğusu eksik olmayan, açık yeşil gözlerimi
kırpıştıradururken sarı bukleli uzun saçlarımı çekiştirip, canım anneciğimin
üst tarafı aynalı fırça tarağı ile özenle tarıyor, bir yandan da boydan boya
çirkin bir bant ile yapıştırılmış odamın kırık camından, dışarıda bütün olup
bitenleri, yüreğim ağzımda korku ile izliyorum. On yedi yaşıma daha yeni
girdim. Adım Serdıl. Ardından ürperti ile baktığım kırık camın hemen dışında,
her şeye rağmen bütün güzelliği ile sıcak bir bahar günü hakim. Ama etraf cıvıl cıvıl değil. Bu güzelim bahar
gününe karşın yaşadıklarımız, zemheri ayını dahi mumla aratıyor. Çevredeki çoğu
ev yakılıp yıkıldı. Uzaklarda gece gündüz çatışma ve bombalama sesleri geliyor.
Her patlamada büyük bir korku ile irkilip, üçüncü kattaki evimizin
penceresinden uzaklaşmak zorunda kalıyorum. Dört bir tarafta yağlı kurşunlar
vızıltılarla hızla uçuşuyorlar. Huzur adı ile adlandırılan sokağımızda huzurun
zerresi kalmadı. Annem ve babam, bana ve kardeşime sık sık pencerelerden uzak
kalmamızı tembih etmelerine rağmen, duyduğum meraktan dolayı kırık camın
uzağında kalamıyorum. Çünkü yüreğimde tarifi olmayan, beni benden alıp götüren,
bütün bedenimi kasıp kavuran bir sevda var.
Ansızın mahallenin içlerine doğru,
yine oldukça büyük bir patlama oldu. Pencereme konan zavallı bir ak güvercin
korku ile kanat çırpıp meçhule doğru uzaklaştı. Etrafı devasa bir duman bulutu
kapladı. İnsanlar korku içinde can havli ile binadan çıkıp etrafa dağılıyorlar.
Ağır silahlı askerler etrafta koşturuyorlar. Havada korku saçan patırtılı
helikopter sesleri geliyor. “Eller yukarı, kanun namına teslim olun.”
anonsları. Düşman diyarında, “Ceddin deden, neslin baban…” tüyler ürperten
mehter marşının yükselen sesleri. Küçük yüreğim ürkek bir serçe misali
titriyor. İnsanları, demem o ki, insan görünümlüleri bütün çabalamalarıma
rağmen anlamakta zorlanıyorum. Daha doğrusu anlayamıyorum.
Birileri tarafından çiçeği zorla
burnuna iliştirilmiş ilimiz Şırnak haftalardır bu kaosu yaşıyor ve bunun daha
ne kadar da süreceği belli değil. Böyle giderse, babam var olan pılımızı
pırtımızı toplayıp, İstanbul’a taşınacağımızı söylüyor. Yabancısı olduğumuz,
yolunu izini bilmediğimiz, yaban bir şehir İstanbul. Oralarda nasıl yaşanır,
nasıl tutunulur bilemiyoruz. Ya ölümle günün yirmi dört saati burun buruna yaşayacağız,
ya da yaban ele göç edeceğiz. Babamın bu kararını ilk kez duyduğum zaman,
aklıma okulumda bana büyük bir tatlılıkla bakan, sınıf arkadaşım Roni geldi.
Taşınırsak bir daha Roni’yi göremeyebilirim. O öylesine tatlı ki. Yaklaşık bir
aydır devam eden çatışmalardan dolayı okula gidemiyorum. Bir bakkal dükkanı
işleten babam da kepenkleri kapattı. Sokağa çıkma yasağı var. Küçük kardeşim
Sidar hasta olduğu halde doktora götüremiyoruz. Çok ateşi var ve sürekli
öksürüyor. Annem devamlı çamaşırlarını değiştirip, alnına ıslak bir bez
koyuyor. Bütün kalbimle kardeşimin iyileştirmesi için Tanrıya yalvarıyorum.
Dışarıya çıkan ölüm ile cezalandırılıyor. Var olan erzaklarımız da suyunu
çekmek üzere. Büyük acıların yaşandığı komşumuz Suriye’yi aratmaz hale geldi
şirin şehrimiz. Ne olacağı hiç belli değil ve işin en kötü yanı da, Roni’yi çok
ama çok özledim. Telefonlar çalışmıyor, internet kesik ve elektrik düzenli
verilmiyor. Roni’ye ulaşmam, O’nu görmem, çatışma ortamı böyle devam ederse
imkansız gibi görünüyor.
Evet, ben Serdıl bölgedeki pek
çok çocuk gibi, “ağzımda gümüş kaşık ile dünyaya gelmediğim” gibi, ne yazık ki,
gözlerimi büyük bir cıyaklama ile açtığım hayata, iki sıfır yenik olarak
başlayanlardanım. Mahallenin dört bir tarafında yeşil kurbağa görünümlü
askerler; şalvarlı başlarında çefyeler bulunan kızlı erkekli gençler ile
ölümüne çarpışıyorlar. Bütün bu çatışmalar nedendi. Her kafadan farklı sesler
çıkıyor. Kimisi vatanı böldürmeyeceğiz, kimileri de haklarımızı alacağız,
hendekler ve benzeri gibi söylemlerde bulunuyorlar. Roni olmadıktan sonra, ne
yapayım vatanı. Sevdiğim, küçük yüreğimi hoplatan, tir tir titreten Roni. O
benim yalnızca vatanım değil, aynı zamanda her şeyim. Roni’yi özledim.
Çatışanlara kızıyorum. Onların çatışmalarından dolayı, bu genç yaşımda amansız
bir şekilde gönlümü kaptırdığım o tatlı bakışlı, kıvırcık saçlı, ince çeneli
Roni’yi göremiyorum. Yüreğimdeki bu ezikliği, dayanılamayacak derecede olan
eksikliği, bilmem hangi bölünen-bölünmeyen vatan, al veya yeşilli, sarılı
bayrak, olmadı istenen daha fazla haklar giderebilir. O fırtınayı kim
dindirebilir. Cehennem ortamına kim huzur ve barışı getirip, diyarımızı cennet
eyleyebilir. Günlerdir açık yeşil gözlerim Roni’nin çizik çizik kestane rengi
gözleri ile buluşamadı, birbirimize tatlı tatlı bakamadık. Acaba durumu nasıl?
Şu an ne yapıyor? O da beni bu kadar çok ve artık dayanamayacak kadar özledi
mi? Odamın penceresinden sürekli Menzil Cami yanında evleri bulunan Roni’nin
mahallesini gözlemliyorum. Şimdilik sakin gibi gözüküyor. El ele tutuşma gibi
bir lüksümüz olmasa da, bir daha Cizre Caddesini boydan boya gözlerden ırak
birlikte adımlayabilecek miyiz?
Hiç ama hiç bir şeyi biçare kalakalıp,
bilmiyorum, anlamıyorum. Kurbağa görünümlü askerlere ve şalvarlı gençlere için
için kızıyorum. Bütün bu acıları çekmemize, aç-susuz kalmamıza, evlerimize
günlerdir hapsedilmemize, kuytu bir yerde Roni’nin elini gizliden tutmaya,
gözlerinin içine durmaya ve bütün bunlara engel olmalarına, kimin ne hakkı var.
İnsanların öldürülmesi, kanlarının büyük bir acımasızlık ile oluk oluk
akıtılmasına, çoluk çocuk, genç yaşlı ve kadın demeksizin yoksul insanları
öldürme hakkını kimin için, ne için ve hangi kutsal görünen amaçlar için
kendilerinde buluyorlar. Elbette hayatta hiç ama hiç bir olgu, bir damla insan
kanından daha kıymetli olmamalı. İnsan olabilmenin gerekliliği; bir karıncanın
tek bir ayağını dahi incitmemek ve bir ağacın dalını koparmamakken, yıllar yılı
kardeşçe barış içinde yaşamanın yerine, karşı karşıya gelip, düşmanlık, kin ve
nefretle can almak nice bir insanlıktır, şaşırıp kalıyorum.
Roni’yi çok özledim. Saçları kıvrıla
kıvrıla daha da uzadı mı acaba? Yer yer çıkan sakalı ve bıyıkları gürleşti mi
acaba? Hala heyecanlandığı zaman gözlükleri buğulanıyor mu? İnce uzun parmaklı
elleri titriyor mu? Küçük Prensi ve Dostoyevsky'nin İnsanciklar'ını bir kez
daha hayranlıkla okudu mu? Bu çatışma ortamı en kısa zamanda bitmeli. Eskisi
gibi tekrar Roni’nin güzel gözlerinde kaybolmalıyım. Bu coğrafyada dünyaya
gelmeyi ben seçmedim. Tamamen benim istemim dışında gelişti. Bu diyarda doğmuş
olmak suç olmamalı. Roni ile Cizre Caddesini, yüreklerimizde tatlı ürpertilerle
adımlayabilmeliyiz. Buna ne kurbağa görünümlü askerler, ne de şalvarlı gençler
engel olmalılar.
Okuluma gidemiyorum. Babam dükkanını
açamıyor. Evlerimiz yıkılıyor, bombalanıyor ve her gün yoksul insanlar toprağa
al kanlarını akıtıyorlar. Bunun önüne geçilmeli. Daha fazla bu cehennem hayatı
devam etmemeli. İnsanlar yerlerinden, yurtlarından oluyorlar. Açlık ve sefalet diz
boyunun çoktan daha üstlerine tırmanıp, insanlığı ahtapot gibi sarıp
sarmalıyor. Okullar, hastahaneler, evler, camiler yıkılıyor, insanlar ve
hayvanlar ölüyor, taş taş üstünde kalmıyor. Boncuk boncuk dökülen göz yaşları
dinmiyor. Anne ve babaların yürekleri parçalanıyor.
Ben on yedi yaşında, açık yeşil gözlü,
Roni’ye gönlünü kaptırmış olan, Şırnak’lı bakkal Hüseyin’in ve güzeller güzeli
annem Asiye’nin yüreğinin yükü sevda olan kızı Serdıl. Ben insan görünümlülere,
bütün bu gayri insaniliğe neden olanlara ve sus pus seyirci kalan Tanrıya
küskünüm. Belki de buradan, kendi toprağımızdan göçüp gitmek zorunda kalacağız.
Hayatım, arkadaşlıklarım, çocukluğum, cümlelerim, okulum, gamzeli gülüşüm,
yüreğimin atışı, mutluluğum, karnımdaki kelebeklerin uçuşu yarım kaldı.
Kardeşim Sidar’ın saklambaç oyunu yarım kaldı. Saklandığı evimizden bir daha
çıkıp, arkadaşlarını sobe yapamadı.
Sarı bukleli saçlarımı korkusuzca
taramak, bahçeye çıkıp ters lalelere su vermek, bütün çiçekleri tek tek
okşamak, aralarındaki yaban otlarını temizlemek istiyorum. Kimseler yerinden
yurdundan olmasın. İnsanlar perişan. Artık kırık olmayan bir camın ardından
doğayı, doğan güneşe gülümsemek, sokaktaki kedi ve kopekleri doyurmak, komşumuz
Sultan Nene'nin alış verişini yapmak, tomurcuklanan ağaç dallarını, açmaya
başlayan çiçekleri, renga renk kuşları, kelebeklerin kanat çırpmalarını, bir
uğur böceğinin balkonumuzdaki açelyaya konuşunu, karıncaların askeri bir
nizamla yüklü bir ganimete doğru yönelişlerini, ayın doğuşunu, güneşin
batışını, sokakta huzurlu bir yaşamı, simitçileri, çığırışları ile seyyar
satıcılarını ve insanların yüzünde gülücükleri gözlemlemek istiyorum.
Güzellikleri hiç bir güç gasp edip, elimizden almamalı. Kimseler bu güç ve haklılıkta olmamalı. Bu
derin yara daha fazla deşilmeye gelemeyecek durumda. Aslında, sevginin kendisi
hem vatan, hem de bayrak. Ve ben Roni’yi çok ama çok özledim. Kalbim hüzün
dolu. Roni’yi çok seviyorum. Beni mazur görün lütfen, Şırnak’lı genç bir
aşığım.
Amsterdam, 24 Mayıs 2016