Anadolu’da söylenegelen ve kıymeti harbiyesi çok olan deyimdir: “Katran kaynatılarak şeker elde edilmez.” Goyime ne yaparsanız yapın, isterseniz allayıp pullayın, altın veya gümüş suyuna batırın, başınıza taç yapıp taşıyın ama goyimle bir yerlere varılmaz. Ancak hepten bir daha belinizi doğrultmamak üzere yok olursunuz. Bahar yüzü göremezsiniz. Güneş yüzünü sizden saklar. Ay küskün bir halde çok uzaklara kaçar. Var etmek çabası içinde olduğunuz lolipop renklerindeki dünyanız kararır. Yüreğiniz sararır. Kanınız durur. Aklınızın suyu çekilir. “Aşil topuğunuzdan” vurulmanız an meselesidir. Hain pusularda bekleyen insanlık düşmanı bu eciş bücüş, sinsi kişilikler ne kadar tez elden keşfedilir ve var olan ilişkide araya ne kadar çok mesafe konulursa, edinilen hasar da o denli asgari düzeyde olur. Dikkat, sağdan, soldan, aşağıdan, yukarıdan, önden ve arkadan goyimler geliyor!
Bu blogda, genelde yöreme ait karakterlerin (büyük saygı duyduğum) kısa hayat öykülerini, zihnimdeki imgeleri kağıt üzerine aktarmaya çalıştım. Yazar ve şair Hulki Aktunç; “yazma eylemi, ölümden bir şeyler koparmaktır” der. Bu “kalleş” olarak da adlandırılan tunç kayadan zerrecikler koparma uğraşısı çok güzel. Umarım "GERÇEK HAYALLERİME DAYANAN" sevda ile nakşetmeye çalıştığım öykülerimden esen tatlı meltem, az da olsa yüreğinize dokunur. Olanca sevgi ve saygımla.
19 Şubat 2011 Cumartesi
GOYİM’ LERİ BEKLERKEN
Anadolu’da söylenegelen ve kıymeti harbiyesi çok olan deyimdir: “Katran kaynatılarak şeker elde edilmez.” Goyime ne yaparsanız yapın, isterseniz allayıp pullayın, altın veya gümüş suyuna batırın, başınıza taç yapıp taşıyın ama goyimle bir yerlere varılmaz. Ancak hepten bir daha belinizi doğrultmamak üzere yok olursunuz. Bahar yüzü göremezsiniz. Güneş yüzünü sizden saklar. Ay küskün bir halde çok uzaklara kaçar. Var etmek çabası içinde olduğunuz lolipop renklerindeki dünyanız kararır. Yüreğiniz sararır. Kanınız durur. Aklınızın suyu çekilir. “Aşil topuğunuzdan” vurulmanız an meselesidir. Hain pusularda bekleyen insanlık düşmanı bu eciş bücüş, sinsi kişilikler ne kadar tez elden keşfedilir ve var olan ilişkide araya ne kadar çok mesafe konulursa, edinilen hasar da o denli asgari düzeyde olur. Dikkat, sağdan, soldan, aşağıdan, yukarıdan, önden ve arkadan goyimler geliyor!
14 Şubat 2011 Pazartesi
GUNDİ AYDO
9 Ocak 2011 Pazar
BİSKÜVİ KUTUSU - KOEKJESTROMMEL
BİSKÜVİ KUTUSU - KOEKJESTROMMEL
Yaşam azmi ile dolu
sımsıcak yüreklerden, güzelim sevgiler, aşklar ve duygular ne kadar da
acımasızca koparılıyor. Mağdur olanların biçare konumları göz önüne
getirildiğinde ise, güzelliklerin yok edilmesinden yana insanın içi bir hayli
acıyor. Üzerinde hep bir koşturmaca ve yaşam telaşı içinde olduğumuz yaşlı
gezegenimizin dört bir yanında, önüne sürekli Çin Seti’ni aratmayan
türden engellerin konulduğu, yer edindiği kalplerin vazgeçilemeyen ince
sızısı “sevgi” konusunda, günümüze değin pek çok şey söylenegeldi.
Hani bir kuş misali olup, ele avuca sığmayan, yer edindiği kalpleri her daim
hoplatıp pırpır ettiren ve büyüleyici bir yaşam isteğini beraberinde
getiren, bir coşku selinden bahsediyoruz. Bu güzelim hisse, ne yazıktır ki;
güzellikleri benimsemeyi başaramayan, son yıllarda adeta yerden mantar gibi
türeyen ve insanlığın bir hayli uzağında bir mesafede yer alan aşırı sağcı -
gerici güçler tarafından, yaşadığımız Hollanda’da da gem vurulmaya çalışılıyor.
Türkçede, “sevgi
emektir” olarak, laf kalabalığına hiç gerek duyulmadan tarif edilir.
Sevgi aynı zamanda “dokunmaktır” da denir . Canlılar
sevdiklerine, içlerindeki bu kıpır kıpır, şipşirin duygularını, karşısında
bulunanlara her defasında dokunurken, bunu bir armağan veya bir çiçek buketi
gibi sunmaya çalışırlar. Her bireyin, bu insanı daha da insan kılan, pek çok
kötülüğün üstesinden kolaylıkla ve güzellikle gelen sihirli duyguyu, sol
göğsünün altındaki cevherden hiç eksik etmemesi gerekir. Sevgiye
ancak emek verildiği, usta bir bahçıvan titizliği ile gerekli özen
gösterildiği zaman, o da insan ruhuna yönelik olan, o büyüleyici hizmetinin
alanını genişletir. Sevgi varlığı ile, aynı zamanda en geniş barış ve
huzur ortamını da sağlar. Yokluğunda, her türlü kötülüğün ve
çirkinliklerin barınağı olan bataklıkların oluşması için büyük fırsatlar doğar.
Oysa, sevgi dolu bir yürekle insanın, renk cümbüşü kanatlarıyla, kendisini bir
kelebek gibi hafif hissedip uçması, bir ceylan gibi sekmesi ne kadar da
güzeldir. Mutluluğun yolu elbette ki sevgiden geçer. Bu nedenle, her emeğe
olduğu gibi belki de en büyük saygıyı “sevgiye” duymak gerekiyor.
Karşılıklı duyulan masumane bir sevginin devamlılığı, bulunulan fedakarlığa
bağlıdır . Gerekli özverinin gösterilmemesi halinde sevgi , yürekte taşınan ağır
bir yük olmaktan ileri gitmez, bu ağırlık altında ezilmekten kaçamayız.
Günümüzde örfler,
adetler, ırkçı ve gerici yasalarla sevginin önüne sürekli büyük
aşılmaz engeller, barikatlar konularak; insanlar berbat bir
yalnızlığa, çaresizliğe, umutsuzluğa ve mutsuzluğa itilmektedirler.
Mahatma Gandi; “Sevginin
olduğu yerde hayat vardır.” derken,
Van Gogh ; “Yaşamayı
sevmenin en iyi yolu, bir çok şeyi sevmektir”. demiştir. Oysa konulan
bu engeller pek çok şeyi, yani yaşamayı sevmenin önünde; hayatımızı sürdürmeye
çalıştığımız ülke olan Hollanda’da ki “delta seti” gibi
aşılmaz bariyerler oluşturuyor. Ülke deniz seviyesinin altında
bulunması nedeniyle, felaketler sunan acımasız tabiatı, insan üstü bir çalışma
ile yenmesini başardı. Şimdilerde akıllara takılan; acaba yenme sırası sevgiye
mi geldi? Dev okyanus dalgalarına karşı kurdukları setlerin benzerlerini,
gerici yasalarla, birer yumruk büyüklüğündeki insan yüreklerine, yani onların
içinde barınan sevgiye karşı oluşturuyorlar. Geçmişte, asırlarca ticaret adı
altında sömürgeleştirdiği denizaşırı ülkelerde, istenmeyen misafir olan
sevgisizlik; o toprakların insanını, bitki örtüsünü, her türlü canlısını yıktı,
yaktı, yağmaladı, yer altı ve yer üstü tüm zenginliklerini gasp edip, kendi
devasa depolarında istifledi. Köleleştirirken, daha iyi kontrol altında tutmak
gayesi ile yerli halkı kişiliksizleştirmeye büyük önem verip,
gerektiğinde kan dökmekten çekinmedi. Son yıllarda; yine sevgi yoksulluğunu
yaşayan bazı kesimler (iyice hortlayıp, zıvanadan çıkan gericilik canavarı, örümcek
bağlamış dar beyinleri ve kömür karası yürekleri ile) edindikleri
tüm olanaklarını seferber edip, bir türlü içlerine sindiremedikleri yabancı
kökenli insanlara dünyayı akıllarına gelen her alanda, yaşanmayacak hale
getiriyorlar. Ve ırkçılık canavarı yuvarlanan bir kar topu gibi, gün geçtikçe
daha da büyüyor. Üzerinde bin bir güçlükle yaşamımızı idame etmeye çalıştığımız
yaşlı gezegenimizde, ülke olarak adlandırılan; her biri ayrı renk ve
şekillerden oluşan, anlamsız bez parçalarının göklerinde dalgalandığı
parsellenmiş her kara parçasında, olanaksızlıklarla kıvranan büyük bir kesimin,
zor olan yaşam koşuları dayanılamayacak bir düzeyde seyrediyor. İnsan olmanın
en büyük göstergesi ve yaşamın en büyük tutanağı olan sevginin
oluşmaması için, tüm güzellikleri barındıran bu duygu, insafsızca kökünden
kesilip, atılıyor.
Gün geçtikçe artan sevgisizliğin ürünü olarak ortaya çıkan aşırı sağcı -
kışkırtıcı partiler, ülkenin en büyük sorunu ve tüm olumsuzlukların
sorumlusu olarak gösterdikleri yabancı kökenli insanları hedef alıyorlar. Çoğu
zaman bilinç düzeyi oldukça düşük olan (ne gariptir ki herhangi bir yabancı ile
göz göze dahi gelmemiş, tek bir kelime olsun konuşma fırsatı veya eğilimi dahi
göstermemiş) yerli halktan hatırı sayılır büyüklükte olan bir kesimin oylarını
alıp, çağ dışı ırkçı ve faşizan fikirleri ile bugüne değin, hoşgörünün diyarı
olarak bilinen Hollanda’nın mavi koltuklu parlamentosunda boy gösteriyorlar.
Aynı zamanda yapılan istatistikler, son yıllarda dünyanın hiç bir metre karesinde,
yabancı kökenli insanlar hakkında Hollanda’da konuşulduğu kadar, çok
konuşulmadığını gösteriyor. Sevgi enerjisine “çakraları” tamamen
kapalı olup, bunun önünde engel oluşturan bu aşırı sağcı ucube kişilikler, hiç
mi mağdur duruma düşürdükleri insanların yerine kendilerini koymazlar.
Empatiden ve insanlıktan böylesine uzak durulması da, doğrusu anlaşılır gibi
değil.
Van Gogh, Vermeer,
Spinoza, Erasmus, Rembrant, Vondel, Multatuli ve daha
pek çok aydın, bilim adamı ve sanatçının ülkesi, renk cümbüşünün en güzel
örneği lale bahçeleri, bir birini kovalayan yel değirmenleri, yılan kıvrımları
ile sıra sıra kanalların yer aldığı bu güzelim ülkede neler oluyor? Oysa
bilinen o ki; Hollanda, farklı olan bu güzelliğini, elbette ki çok renkliliğine
borçludur. Bu topraklarda sadece sarı laleler hakim olsaydı, ülke tekdüzelikten
öteye gidemeyecek ve hiç bir özelliği de olmayacaktı. Var
olan mozaiğin renkliliği bu şipşirin ülkeyi bugüne değin taşıdı ve
alabildiğine güzel kılıp, cazipleştiren en büyük etmenlerden biri oldu.
Değinmeye çalıştığımız,
sevgi önündeki en büyük engellerden biri de, yabancı kökenli insanların aile
birleşimleri konusunda akla hayale gelemeyecek türden ve gün geçtikçe de
zorlaştırılan yasal uygulamalardır. Bu konu göz önünde bulundurulduğunda, insan
hayalinde bir filmin kareleri gibi hareket eden bazı fantezileri kuramadan
edemiyor. Siluet halinde gözlerimizin önünde canlanan filmin karelerinin
birinde, bakın tam ortada bir yerlerde, aşırı sağcı
ekselansları Hollanda Özgürlükler Partisi (Irkçılık için Özgürlükler
Partisi) Genel Başkanı Geert Wilders ve ondan pek gerilerde
kalmamak için büyük çaba harcayan, bir zamanların etkin gerici kişiliklerinden
bayan Rita Verdonk’u baş rollerde görüyoruz. Tesadüf Rita biraz
daha yaşlı olmasına rağmen, karşılıklı büyük bir aşk yaşıyorlar. Damat
adayı Hollanda’nın Tarkovsky’si Geert Wilders, en
nihayetinde Rita’nın aşkı ile yanıp tutuşan kalbinin sesine kulak verip,
Rita’yı zalim babasından istemek için yola düşüyor. Bin bir heyecanla ucuz bir
çikolata kutusunu koltuğunun altına alıp, anne ve babasını da yanına
alan Geert, yol boyunca ne tür zorluklarla karşılaşacağını tasavvur
etmekte zorlanmıyor. Süklüm püklüm olan damat adayı Geert’in hep
göklere bakan o gıcık bakışlarını (Hollanda’daki dağları zat-ı alileri
yarattığı için), film karelerinin bu kısmında mahcup bir edayla
yere indirdiğini görüyoruz. Suçlu gibi duran anne ve babası ile oturma odasında
koltuğun bir köşesine korkuyla ilişirken, kız babasının mübarek ağzını açması
ve sert bir ses tonuyla isteklerini, zembereği kıçından kurulmuş bir oyuncak
gibi sıralaması ve damat adayımızı amansız bir sınava tabi tutması gibi
gelişmeler, bu film karelerine devamla gelip yerleşiyorlar.
Yüz bin lira başlık
istiyorum. Düğünün bütün masrafları size aittir. Ha bu arada
unutmadan sorayım. Ne iş yapıyorsun? Oturmak için tapulu evin
var mı? Kaç lira maaş alıyorsun? İçki ve sigara içiyor musun? Kumar oynuyor
musun? Bak bunları yapıyorsan elbette seninle külahları değişiriz. Uzun lafın
kısası dediğim miktarda başlık parasını vereceksin. Maaş durumunu ortaya
koyacaksın ve sözünü ettiğim kötü alışkanlıkların da kesinlikle olmayacak. Tüm
şartlarımı harfiyen yerine getirirsen, kızım Rita ile evlenebilirsin.”
Soğuk bakışlı Geertcik, oduncu
Gaffur’un oğlu olarak Türkiye kırsalında, yine aynı bölgede doğmuş olan fırıncı
Ramazan Efendinin kızı, güzeller güzeli, Rita’ya ferman dinlemeyen gönlünü
kaptırmıştır. O koşullarda, Rita’nın babası fırıncı Ramazan Efendinin; “ya
tüm bunları yaparsın, ya da sen bu sevdayı unut” demesi
ile Geertcik, Rita’sı için hızla atan kalbinin cam kırıkları ile
dolduğunu hisseder. Anlık bir hayal veya görüntü de olsa, ortaya çıkan manzara
oldukça hazin ve yürek parçalayıcı. (Okuyucuya, bu dram – romantik türden olan
kareleri hayalinde kurup, izleme moduna girdiği zaman, büyük bir
paket patlamış mısır ve kağıt bir cep mendilini hazır bulundurması tavsiye
edilir).
Yıllarca
öncesinin Türkiye kırsalında; damat adaylarından istenen başlık parası ile
bugün sevginin önüne çekilen “delta setinin” koşulları aynı paralellikte. “Uçurtması tellere takılan” çocuğun
yaşadığı burukluğu, Hollanda’da, ekonomisine büyük katkıları olan, yerli halkın
yapmak istemediği pis ve ağır işleri yapan, yabancı kökenlilerin sevgisi de,
aşırı sağcı ve gerici partilerin çıkardığı çağ dışı yasalarına takılıyor. Sol
partiler; dayatılan tüm gerici yasalar karşısında gıklarını çıkartmadıkları
gibi, zümrüt yeşili olanlar da partilerinin başkanlığından “mutfaklarını boyamak”
için istifa ediyorlar.
Bir
yanda Türkiye kırsalının yıllarca önceki hali ve diğer tarafta sözüm ona, iki
bin on bir yılındaki çağdaş Hollanda. Arada herhangi bir ayrım yok.
Tek fark; eğer Geert Wilders, Rita Verdonk’a o zamanların
Türkiye kırsalında gönlünü kaptırıp talip olsaydı, kahve ve çay sunumunun
akabinde, ev sahibi fırıncı Ramazan Efendi (Rita’nın babası) bisküvi kutusunun
kapağını açık bırakacaktı. Gerici ve ırkçı yasalar ile kırsallaşan Hollanda da
ise meşhur kutu hemen kapanacaktı. Ne yazık ki acele ile kapatılıp, kapalı
kapılar ardında dolaba saklanan kutu ile birlikte, insan yüreğinin sevgi
kapıları da yüzlerine acımasızca kapatılıyor. Bisküvi kutusu kapalı, aç
açabilirsen, sihirli bir çubuk kullanmanın, sanırım hiç faydası yok.
Dünyada var olan sevgisizlik; bütün kötülükleri, örf, adet ve gerici yasalarla
hayatımızın bir parçası haline geldiğine göre, biz yine de bisküvi kutusunu bir
tarafa bırakıp (bisküviler zaten bayattı), başka bir kutuya yönelelim. Mitolojik
Pandora’nın Kutusunun dibinde kalan umudumuzu hiç bir zaman
kaybetmeden, yüreğimizde yaşattığımız sevgiye, olabildiğince itina
gösterip, emek verelim ve bu yazıyı muhalif ve anarşist ruhlu bir şairin, güzel
bir şiirinin bir kaç mısrası ile taçlandırıp, noktalayalım.
“Yan yana yürümeyelim diye
dar yapılmıştı kaldırımlar...
Ve yine yan yana
yürümeyelim diye dar kafalıydı insanlar...
Ve sırf dardı
diye kafalar
Düşünmeyi bırakıp
sevmeyi denedik.
Henry
Charles BUKOWSKI”
Amsterdam, 5 Ocak 2011
15 Kasım 2010 Pazartesi
MORUK MERKEP
KORKU
KORKU “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…” Oğuz Atay - Tutunamayanlar Fırtınalı bir denizin da...
-
HECİBANLARIN HİCRETİ Çetin geçen bir kış mevsiminin ardından; tüm güzelliği ve bereketiyle kendisini iyiden iyiye hisset...
-
VELVEL DERESİ Yıllar önce köy irisi, kasaba küçüğü büyüklüğünde, Bâlâ ilçesine bağlı bozkırın meşhur beldesi Kesikköprü ’ye ko...
-
TOHUM Camili Köyü'nde ve dünyanın diğer pek çok diyarında tan yeri bir kez daha aynı anda ağardı. Şafakla birlikte sök...