12 Eylül 2014 Cuma

ZAFER ÇARŞISI


ZAFER ÇARŞISI

Uzaklarda, her geçen gün ile birlikte azalan, bin bir güçlükle sürdürmeye çalıştığımız karmaşalı hayattan yaklaşık beş yıllık bir zaman birimi daha geçti. Dostlar-arkadaşlar arasındaki sohbetlerde, pek çok kişinin, adı geçtiği zaman hafiften yüzünü buruşturduğu (İstanbul’da yaşayanların gözünde, ruhsuz, yeknesak olmaktan öteye geçmeyen) oysa çok sevdiğim; dillere pelesenk olan “Ankara… Ankara seni görmek ister her bahtı kara” sözcükleri ile anlatılan, güzel Ankara’dayım.
Ankara’dan herkesin belirli beklentileri var. En zor, belki de en güzel yıllarımızın geçtiği, ruhi şekillenmemizdeki yeri, olumlu ya da olumsuz tartışmasız büyük olan Ankara. Benim bu şehre olan sayısız özlemlerim arasında sımsıcak arkadaşlıkları, dostlukları, susamlı gevrek simidi, ağızlarda dağılan yaprak döneri ve biz 78 kuşağına dahil olabilmeyi son kertesinde de olsa, yakalama fırsatını bulanlar için de, bir nevi sol mistizim olarak da adlandırabileceğimiz bir havanın bir zamanlar alabildiğine yaşandığı “Zafer Çarşısı” da bulunmaktaydı.
Ankara’ya her gelişimde, en geç ertesi gün soluğu Kızılay’da alır ve hemen Zafer Çarşı’nın her geçen gün daha bir yok olmak üzere olsa da, yıllar sonra kırıntı halinde kalsa da, o büyülü havasını teneffüs etmek üzere ürkek adımlarla dikkatlice dalardım. Bu kez de bu gaye ile Kızılay’a indiğimde bunu yapmak istedim, ama bu mümkün olmadı. Zafer Çarşısı’nın yerinde yeller esiyordu. Yer altında olan çarşı yerle bir edilip ve etrafı inşaat duvarları ile kapatılmıştı. Yeni yapılacak ve adı değişmeyen çarşının, inşaat paravanları üzerine resmedilmiş görünümünü görünce de üzüntüm bir kat daha arttı. Yıllarca kendimizi apayrı bir dünyada hissettiğimiz, dışı Ferdi Tayfur içi Şıvan Perwer olan kasetleri büyük bir gizlilik ve korku ile aldığımız, kitapçılarında abartısız kapakları ile sol yayınlarının klasiklerini, parmaklarımızı özenle dokundurarak, bir sevgilinin gamzeli yanaklarını-bukleli saçlarını okşar gibi elimize alıp, karıştırdığımız, burunlarının altında bir çuval bıyığı olan ağabeylerimizin satır satır ezberledikleri kitapların yerinde yeller esiyordu. Duvarlarında arapça yazıların yer aldığı, görünen o ki; bunun yerine, eski bir Osmanlı yolcu hanının veya çarşısının sahte görünümü verdirilmeye çalışan bir iş hanı geliyordu.
Artık o eski, büyülü çarşıda yönlerini aydınlığa çeviren insanlar protest temalı müzikleri, ülke sorunları ile dolu beyinlerine kazıyarak yürüyemeyecekler, Gorki, Dostoyevsky, Nietzche, Nazım, Ahmet Arif’lerin kitaplarına dokunulmayacak-okunmayacak. Uzun kömür karası saçlarını yana atarak yürüyen kızlar, ellerindeki kitapları kazara yere düşürmeyecekler, o an orada yürüyen genç delikanlılar gelip, yerlere dağılan kitapları toplamalarına yardımcı olamayacaklarından tanışamayacaklar, ardından evlenip mutlu yuvalarında çoluk çocuğa karışamayacaklar.
“Devrimin her günün şafağında yapılacağı” sanılan, o zamanların bütün sol örgütlerin kurtarılmış bölgesi olan Ankara’nın Zafer Çarşı’nın köküne kibrit suyu dökülmüştü.
Ankara’nın nostaljisi Zafer Çarşısı’nın yerine gelecek olan, ne idüğü belirsiz çarşı, çirkin-ruhsuz yüzü ile var olmayacak artık!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...