MIRMIR
IN HOLLAND
Bin
bir türlülüğünün yanı sıra, bir o kadar da ihtişamlı rengi
barındıran lalelerin, kanalların ve yel değirmenlerinin ülkesi
Hollanda’da yaz mevsimi yok denecek kadar az sürüyor. Temmuz
ayının ortaları olmasına rağmen, sıcak ve ışıl ışıl bir
güneşin hakim olduğu gün yüzünü bu yıl da görmedik. Yaz
aylarında böyle olduğu halde, kış mevsiminde de sabahın
olmadığı da başka bir gerçek. Bugün Temmuz ayındaki o sıcak
ve pırıltılı ender günlerden biri. O nedenle günü bir kuş
misali elimden kaçırmaya hiç niyetim yok. Kahvemi aldım ve yirmi
metre kareden oluşan bahçeme gelip, emektar hasır sandalyeme
kendimi attım. Çok önemli değil elbette, nasıl desem, kahvemi
nasıl içtiğimi merak ettiğinizi sanmıyorum, ama belki de bilmek
istersiniz diye, kulağınıza fısıldayayım mı? Sade. Kahvemi
merak etmiyor olabilirsiniz, ama beni yavaş yavaş merak ettiğinizi
sezinliyor gibiyim. Kimim, erkek miyim, kadın mı, kaç yaşındayım,
adım ne ve takip edegelen sorular. Belki de “Hayır canım,
nereden çıkardınız, ne diye merak edeyim.” de diyebilirsiniz.
Hakkınız var.
Bahçem
rengarenk ve yemyeşil. Kutu gibi olsa da, var olan alanın uygun
yerlerine kuytu ve köşelere olabildiğince çok birbirlerini
etkilemeyecek, bir renk harmonisi ve ahengi oluşturacak şekilde
çiçekler ektim. Çiçekleri de merak ettiniz değil mi? Evet, şimdi
çiçekleri fısıldama sırası. Malumunuz Hollanda’da olduğumu
ilk başlarda söyledim. Laleler ilk akla gelenler tabi. Yüzlerce
lale, ben pek çoğunun adını öğrenemedim. Bakın burada kapı
yanındaki sol köşeden itibaren pembe ve kırmızı olanları var.
En sevdiğim lale türü ise papağan dedikleri tür. Diğer adı ile
“parrot” lalesi. Değişik renk ve şekillerde. Çiçeği
tırtıllı, tam açılmamış ama büyük bir yumru gibi, dolu dolu.
Bahçemdekilerin rengi pembe. Papağan lalesinin yanı sıra benim
favori lalem, endemik süs bitkilerinden olan Hakkari’nin başı
karlı ve bulutlu dağlarında yetişen “ters lale”. Ne yazık
ki, bahçemde bunlardan yok. Onları yetiştirmek diğerlerine göre
zor olsa gerek. İsimleri genelde latince ama size burada bulunan bir
iki tane de kırmızı lalemi tanıtayım. Bakın gördünüz mü bu
“Brunello”. Kıpkırmızı değil mi? Bence laleden çok bir gülü
daha çok andırıyor. Ve bu da “cefè noir,” yani benim siyah
kahvem. Ne güzel değil mi? Gelin gelin sizi ilginç bir lale ile
daha tanıştırayım.
Ukalalık
gibi algılamayın lütfen. Niyetim salt bu güzellikleri, bu
gökkuşağını andıran renk şölenini sizinle paylaşmak. Şimdi
sıra sarı kızlarımda. Siyah kahve lalesinin yanındaki sarışın
da, bir papağan cinsi. Adı Hamilton. Çiçek yaprakları ne kadar
da dikenli dikenli. Dokunun dokunun korkmayın, elinize batmazlar,
sadece oldukça sivri tırtıllılar. Ama nasıl da güzel ve sarılar
değil mi? Bu sarışın da mı kim? Bunun adı Texas Flame, yani
Texas alevi. Sarı gibi görünse de, saçlarına yer yer kırmızı
röfleler attırmış gibi değil mi?
Lale
bölümümüz bitti. Bundan sonrası hem renk hem de çiçek türü
olarak karışık. "cemali güzeller" ile başlayalım mı?.
Gördüğünüz gibi sarı, mavi, beyaz bütün renklerden varlar ve
iç içeler. Ya bu mor mor "hanım düğmelerine" ne
demeli. Nasıl da alımlılar değil mi? Hanımlardan bahsetmişken,
bunlar da “hanım sallandı” çiçekleri. Renklerindeki canlılığı
görüyor musunuz. Bu güzellik anlatılamaz ki. Gel gelelim
“mümüdük” çiçeğine. Aman Tanrım nasıl da mor mor ve
salkım salkımlar. Şaşırıp hayran kalmamak elde değil. Baş
döndürücü kokuları ile yaseminler, ballı babalar. "Fare
kulakları" çiçekleri, masmavi ve dimdik. Daha sonra "ak
yıldızlar, çan çiçekleri," ah güzelim "süsenler",
muhteşem "peygamber çiçekleri," kar misali bembeyaz
dökülen "çoban yastıkları." Bakın bu "kır
sümbülünü" mutlaka görmeli ve koklamalısınız. Safir taşı
gibi, derin mi derin bir mavilik, okyanusa dalar gibi bir şey.
Kırların sümbülü olur da, koca dağların sümbülü olmaz mı?
İşte bunlarda başlarında ihtişamlı taçları ile kraliçeleri
andıran, "dağ sümbülleri." Pembiş "sütleğenler."
"Hanım elleri;" bembeyaz, narin, ince, estetik, hoşlar ve
insanın içini bu kadar çarçabuk ısıtmasını kim öğretti
bunlara? "Newroz" çiçekleri. Bunların çizimini tanrı
mutlaka ressam Van Gogh’a yaptırmıştır. Yapraklarına serpişen
sarıya bakarsanız siz de bana katılırsınız. Nasıl sizce de
değil mi? Yine sarı sarı "karahindibalar." Minik minik
beyaz "müge" çiçekleri. "Aslan ağzı"
çiçeklerine ne dersiniz. Krem rengini andırsalar da, daha çok
açık sarı değil mi? Ve son olarak da benim canım “unutmabeni”
çiçeklerim. Maviliklerinde pek iddialı olmasalar da, güzellikleri
unutulacak gibi değil.
Umarım
sizi sıkmamışımdır. Size bir kahve dahi sunmadım. Çiçeklere
daldık gitti, yani güzelliklere. Kusuruma bakmayın ne olur. Ne
kadar kötü bir ev sahibiyim. Buyurun şöyle oturun, yordum sizi.
Biraz önce unutmabeni çiçeklerini gösterirken, kendimi tanıtmayı
unuttuğumu hatırladım. Ben Sude hanımın kedisi “Mırmır”.
Yalanlarıma aldanmayın. Öyle sade kahveler falan da içtiğim yok.
Sude hanım çok içiyor, ben de O’na özeniyorum. Hatta bir
keresinde Sude Hanım mutfağa gitmişti ve fincanın dibinde çok az
kahve kalmıştı. Güzel sahibem bu kadar çok sevdiğine göre ben
de şuracıkta tadına bakayım dedim. Bakmaz olaydım, kahvenin
berbatlığına mı yanarsınız, Sude Hanıma yakalanmama mı. Sude
Hanımdan ne kadar çok memnunum bilemezsiniz. O kadar hanım
hanımcık ki. Kahve içmeme kızıp, terlik falan da atmadı tabi.
Sadece garipsedi ve şaşkınlıkla baktı. Telaşlandım, fincanı
devirdim. Kalan kahve olduğu gibi kar beyazı tüylerime döküldü.
Tüylerimden söz açmışken, kendimi çok beğenirim. Güzelliğim
Allah vergisi. Gözlerimin güzelliği dünyanın dört bir yanında
konuşulur. Çünkü ben bir Van kedisiyim. Vaktimin çoğunu ya
bahçedeki çiçeklerin arasında, ya da cımbızım olmasa da
aynanın karşısında geçiririm. Pembe, uzun, ince dilimi çıkarır,
bütün tüylerimi tek tek tarayıp, temizlerim. Sude hanım gibi
gözlerime sürme çekmeme gerek yok. Güzellikleri malumunuz. Bu
konuda mütevazi olmamı beklemezseniz sevinirim. Sude Hanım
gözlerine sürmeler çekse de, O’nun da gözleri oldukça güzel.
Masmavi derin denizler gibi. Baktığınız zaman bu deryalara, eğer
yüzme bilmiyorsanız daha fazla bakamazsınız. Boğulacağınız
hissi çok geçmeden gelir sizi bulur. Ardından kendinizi mahcup bir
eda ile yere bakar bulursunuz.
Yıllarca
önce Türkiye’den buralara kaçmak zorunda kalmış. Şimdilerde
altmışlı yaşlar da. Dedim ya hala çok ama çok güzel, "cami
de mihrap da yerinde duruyor," hem de dimdik. Hiç bir deprem
çatlak dahi oluşturmamış. Ülkesinde gazetecilik yapıyormuş.
Bana anlattığı kadarı ile; bir eylül günü asker postallarının
sesi ülkenin dört bir yanında duyulur olmuş. Ardından tank
sesleri ve her yeri ölüm kusan silahların gölgeleri kaplamış,
bütün ülke topraklarında bir şiddet sarmalı hakim olmuş. Sude
Hanım şanslıymış bir yolunu bulup, bu laleler, kanallar ve yel
değirmenleri ülkesine gelmiş. O barbarca işkencelere maruz
kalmamış. Beni beş yıl önce bir arkadaşı ile daha ben yavru
iken getirtti. Hayal meyal hatırlıyorum. Uçak denen o devasa
kuşlardan birine bindiğimizi ve midemin berbat bir halde
bulandığını hatırlıyorum. Ben bildim bileli her gün ve her an
yazıyor. Bu yüreğini yıldızlara asmış olan kadın, bütün gün
ne yazar ben de bilmiyorum. Yazdıklarından bazılarını bir gün
olsun bana okumadı, fikrimi sormadı. Oysa beni ne kadar da çok
sever. Yazarken çoğu zaman beni alıp, masasına bilgisayarının
yanı başına oturtur. Gözlerime bakarak yazmaya başlar, tabi ben
de baygın baygın O‘nun gözlerine.
Size
bahçede bir sürü birbirinden alımlı ve mis kokulu çiçek
gösterdim, sizleri onlarla tanıştırdım. Ama asıl çiçeğim ile
henüz tanıştırmadım. Evet benim en güzel çiçeğim. Bakın dış
kapıyı açıyor ve içeri giriyor.
“Mırmır…
Neredesin kızım? Ben geldim.”
“Miyav…
miyav.” Evet bu gelen Sude Hanım. Çok güzel değil mi?
Anlatımımın ne kadar da eksik kaldığını gördünüz mü? Size
bir sır da vereyim mi? Galiba son zamanlarda sevdiği bir adam da
var. Kıskansam da, O'nun hayatta daha da mutlu olmasını istediğim
kadar, hiç bir şeyi istemiyorum. Sude Hanım mutluluğu hak ediyor,
çok mutlu olsun. Lalelerin arasında, kanal boylarında, yel
değirmenlerinin etrafında, sevdiğinin kolunda ve tabi ben de
kucağında olayım ve sülün gibi dolanan çok mutlu bir kadın
olsun.
Tüylerimi
okşar mısınız? Korkmayın, tırmalamam. O kadar da vahşi
değilimdir, Övünmek gibi olmasın, Van'liyim dedim ya. Sizi
öpebilir miyim?
Amsterdam,
16 Aralık 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder