18 Mart 2017 Cumartesi

RÜYA


                                                                            Foto: Kesikköprü Dostluklar Diyarı

RÜYA
          
         Belde halkı el birliği ile irili ufaklı kiremit çatılı evleri Kızılırmak’ın hemen yanı başına boylu boyunca serpiştirdiler. Aradan geçen uzun zamanla birlikte, Kesikköprü beldesi İç Anadolu’da Heciban aşiretine bağlı Kürt köylerinin Roma’sı oluverdı. Bütün maviliği ve güzelliği ile kırmızı toprakla sıvalı belde evlerine paralel süzülüp geçen Kızılırmak, bu yerleşim diyarına apayrı bir güzellik ve ihtişam kat. Çevredeki diğer Kürt köylerine kıyasla, Kesikköprülü her bireyin gözünde o dillere destan güzide beldeleri, insanına gurur verir. Çok gelişmişliği ve ihtişamı ile zaten ayrıcalıklıdır. Gün gelir, yolunuz düşer de diğer Kürt köyleri olan Tepe, Küçükcamili, Büyükcamili, Bektaşlı, Dalkıranlar ve Kuyular’a da gelmişken uzanayım derseniz güzergahınız hatırı sayılır bir yükseltiyi kıvrımlı bir yolu aşmakla başlar. “Ziyaret” olarak adlandırılan tepeye çıktığınız vakit, Kesikköprü muhteşem güzelliği ile artık ayaklarınızın altındadır. Evler taştan örme büyük avlular ile çevrilidir. Kızılırmak'tan esen tatlı rüzgar bu geniş avlulardaki zerdali, elma, erik, dut, iğde, badem ve kiraz ağadallarını, taşıdığı ağır meyvelerle gücünün el verdiğince sallar. Onlarca çeşit kuşun cıvıltıları dört bir yanı harmoni halinde bir anda alabildiğine kaplar. Uçsuz bucaksız buğday-arpa-mısır-ayçiçeği tarlaları, güzelim kavun-karpuz bostanlarının gözünüzün alabildiğine görebileceği devasa bir alana yayıldığını şaşkınlıkla görürsünüz.  
         Ziyaret Tepesi' nden elinizi uzatmanız halinde adeta yılan kıvrımları ile süzülen Kızılırmak'ın coşkulu mavi sularını parmağınızın bir hareketi ile dalgalandırabilir, ağaç dallarını çırpabilir, tarlasında herk yapan Süleyman'ın zorlanan traktörüne bir el atabilir,  belki de evlerin kiremit çatılarını usulca okşayabilirsınız. Sokakta top oynayan çocukların kaçan topunu el yordamı ile alıp, verebilirsiniz. Göz hakkı deyip kan kırmızısı bir karpuzu bağdaş kurup, Kesikköprü manzaralı iştahla yiyebilirsiniz. Tandır damında yufka ekmek yapan Döne'nin sönmek üzere olan çalı çırpı ateşini, bütün nefesinizi toplayıp, avurtlarınızı iyice şişirmenin ardından bir üfleme ile yeniden harlandırma işi de payınıza düşebilir.         
         Yeşillik, sıralı boy boy marketler, ırmak, su, baraj, kulüp, postane, gelişmişliğin diğer belirgin göstergeleri bir arada yer alınca, yerleşim yerlerinin ihtişamı Kesikkörülüyü konum gereği diğer köylere göre, haliyle biraz daha mağrur kılar.  Belde insanı güzellikler diyarının bir mensubu olmasının getirisi ile kendisini oldukça ayrıcalıklı hisseder. Örneğin O’nun çişinin üstüne, haşa başka bir çiş yapılamaz. Yapılacaksa da bunun sadece başka bir Kesikköprülü tarafından icra edilmesi gerekir. En büyük Kesikköprü’dür ve başka büyük asla yoktur!
         Her köyde olduğu gibi Kesikköprü’de de belirgin, saygın şahsiyetler mevcuttur. Bu kişiliklerden biri de, zamanın medreselerinde eğitim görmüş İç Anadolu’nun filozoflarından, tartışma götürmeyen bilge kişiliği, bilgisi ve donanımı ile Heseni Qıleri’dir. Kendileri oldukça mağrur bir kişiliktir. O’nun bu gururunun sebebi, Kesikköprü’nün Kızılırmak’ın yanı başında yer alması, zümrüt yeşilliği, marketlerinin  veya postanesinin olmasından dolayı değildir. Bunlar olması gereken ufak teferruatlardır. Heseni Qıleri’nin gözünde, insanların cehaleti, bilgi ve donanım fukaralılığına karşın, kendisinde var olagelen birikimi, ilim ve irfan; O’nun mağrur olması için yeterli bir nedendir.
         Kimseyi beğenmediği gibi, aynı zamanda herkes ile de kavgalıdır. En büyük kavgaları Kesikköprü’ye imam olarak atanan hocalarladır. Hocaların dini bilgileri, Heseni Qıleri’nin nezdinde yok denecek seviyededir. Kur’anı bırakın yorumlamaları, okumaları dahi sorundur. Duaları yanlış okurlar ve anlamlarından bihaberdirler. Hutbeye çıkıp vermeye çalıştıkları vaazın içeriği bir fındık kabuğunu doldurmaz. Devletten ve cemaatten yok yere para alırlar. Devlete ve millete hiçbir getirileri yoktur.
         En çok da Ali Hoca adlı bir hocaya kafayı takmış durumdadır. Hoca ile her konuda alabildiğine ters düşer. Hocadan biti kadar haz etmez. Elinden gelse bir kaşık suda, olmadı Kızılırmak’ın boncuk maviliğindeki sularında bir çırpıda boğar. Ölüsüne de dönüp bakma gereği duymaz.
         Ali Hoca da Heseni Qıleri’ye hasımdır. O da oturduğu her cemaatte kendisini neden sevmediğinden yakınır. Kimi zaman hatırı sayılır insanları Heseni Qıleri’ye aracı olarak gönderir. Aradaki husumetin kalkmasını, kendisine saygısı olduğunu, oturduğu her yerde kendisini karalamasının yakışık almadığını aracıları vasıtası ile iletir. Ancak Heseni Qıleri huzuruna varan aracının saygınlığı ne denli büyük olursa olsun, bildiğinden şaşmazç Bir dirhemlik olsun ödün vermez. Var olan husumetini inatla sonuna kadar sürdürür. Mağrurluğunu insanın gözüne soka soka bir şova dönüştürür. Kendisi dahil olmak üzere, herkes ile kavgalı olmaya devam eder.
         Ali Hoca bunaltıcı bir yaz günü, çevre köylerde yine saygınlığı su götürmeyen bir dostunu elçi olarak Heseni Qıleri’ye gönderdi. Heseni Qıleri gelen ara bulucuya misafirperverlikte kusur etmedi. Allah ne verdiyse ikramlarda bulundu. Fakat Heseni Qıleri, aracı vasıtası ile kendisine iletilen defne dalını elinin tersi ile itti. Dalgalanan barış bayraklarına dönüp bakmadı. Tez elden ziyaretçiyi gönderdi. Hayvan sevgisi çok olmasına karşın, ak güvercinleri sapan taşı yağmuruna tuttu.
         Elçinin çıkması ile Heseni Qıleri de evinden hızlı adımlarla ayrıldı. Meydanda bulunan Demokrasi Parkının yanında yer alan ve siyah taş duvarları ile daha çok bir hapishaneyi andıran camiye doğru acele adımlarla seğirtti. Aklında Ali Hoca ile karşılaşmak vardı. Ellerini kendisine bol gelen kahve rengi kadife pantolonun örttüğü kıçının üst kısmında kenetleyip, cami ile park arasında volta atmaya koyuldu. Ali Hoca çok geçmeden cemaatten Veli ve Qımis ile birlikte karşıdan sökün etti. İki kişinin daha olması da Heseni Qıleri için arayıp da bulamadığı bir ortamdı.
         Ali Hoca karşıdan hasmının kendisine doğru gülümseyerek geldiğini görünce, yüreğine tatlı bir ürperti yayıldı. Yüzünü mutluluk kapladı. Ara bulucu olarak gönderdiği dostu, nihayet kendisini ikna etmişti demek. Aradaki buzlar eriyecek ve kendisi hiçbir muhalifi olmadan bu güzel belde de sorunsuz-gül gibi geçinip gidecekti. Bu kez olmuştu. Artık barış çubuğunu tüttürebilirlerdi. Yanında yer alan Veli ve Qımis ile birlikte hızlı adımlarla hasmına doğru yürüdü.
         Heseni Qıleri kıçının üst tarafında sıkıca kenetlediği ellerini çözdü. Önce selam verdi. Veli ve Qımis’e dönüp hal hatır sordu. Aynı soru kendisine yönelince Ali Hocanın sesi çatallaştı. Şaşırdı. Kulaklarına inanamadı.
         “Allah razı olsun, şükür iyiyim. Siz de iyi misiniz Hasan ağabey?”
         “İyiyim… Sağ ol.” demekle yetindi. Sağ elinin ayası ile Ali Hocanın omuzuna dokundu.
         “Yahu Ali Hoca, ne diyeceğim. İnanmazsın dün gece rüyamda seni gördüm.” Ali Hocanın gözleri parladı. Yüzüne yayılan mutluluk pembeliğini arkadaşlarına göstermek istercesine dönüp onlara baktı.
         “Hayırdır Hasan ağabey. İnşallah iyi bir rüyadır.”
         “Hayırdır… Hayır. Güzel bir rüya. Rüyamda seninle çok sıkı fıkı arkadaş olmuşuz. Aramızdan su dahi sızmıyor.”
         “Ne güzel Hasan ağabey. Neden olmasın ki. Size karşı olan saygımın ne denli büyük olduğunu biliyorsunuzdur herhalde. Bilginiz, ilim ve irfanınıza diyecek yok maşallah. Peki daha sonra ne oldu?” Ali Hoca’nın yanında bulunan Veli ve Qımis de ilginç bir rüya olacak diye, hayli şaşkınlığın ardından Heseni Qıleri’ye doğru kulak kabarttılar.
         “Ne diyordum? Evet çok iyi iki arkadaşız. Gece karanlığında birlikte güle oynaya bir yere gidiyoruz. Sohbetimizin ise tadına diyecek yok. Biraz daha yol aldık ve karanlıkta her ikimiz de yan yana kazılmış iki ayrı kuyuya düşüyoruz. Hayli telaşlanıyoruz. İlk paniklemenin ardından kendimize geliyoruz. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz. Tabi birbirimizi de merak etmiyor değiliz. Çok geçmeden sen bulunduğun kuyudan bana bağırıyorsun. Tıpkı şimdi dediğin gibi: Hasan ağabey… Ben bir bal kuyusuna düştüm. Lakin benim halım hal değil. Nasıl söylesem bilemiyorum. Utancımdan sana söylemeye dilim varmıyor. Ali Hoca ben de bir bok kuyusuna düştüm diyemiyorum.” Bu sırada Heseni Qıleri heyecanlı anlatımına biraz ara verip soluklandı. Ali Hoca ve yanındakilerin yüzlerinde yer alacak olan ifadeyi çok merak ediyordu.
         Ali Hoca’nın yüzündeki gülümseme iyice büyüdü. Gözlerinin derinlerine doluşan mutluluk al bir mendil alıp, halaya durdu. Kendi kendisine duyulmayacak şekilde söylendi.
         “Gördün mü? Etme bulma dünyası. Sen misin bana bu kadar kötülük yapan. Allah’ın sopası yok ya. İşte seni böyle alır, bok kuyusuna atar. Oh olsun.” Bütün bu mırıldanmaları duymayan, ama O’nun neler düşündüğünü anlamakta zorluk çekmeyen Heseni Qıleri rüyasını kaldığı yerden yeniden anlatmaya koyuldu.
         “Bulunduğumuz kuyulardan her ikimiz de çıkmak için uzun süre çabalayıp durduk. Uğraşılarımız sonuç verdi ve kuyulardan en nihayetinde, dışarı çıkmayı her ikimiz de başardık. İşin şaşılası tarafı; çıkar çıkmaz sen gelip, benim üstümü başımı yalamaya başladın, ben de senin. Hayırlara vesile olsun ama dün gece böyle bir rüya gördüm.” Heseni Qileri sözünü bitirmek üzereydi ki, Ali Hoca olayın nereye vardığını hemen anladı. Yüzünün ifadesi tamamen değişti, allak bullak oldu. Çehresine mutluluktan yayılan allığın yerini kömür karalığı aldı. Hiddetlendi, ama kendisine bir hoca olarak hakim olması gerektiğinden güçlükle sakin olmaya çalıştı. Veli ve Qımis ellerini çırpa çırpa gülmekten kendilerini alamadılar. Bu sırada neredeyse günün yirmi dört saati çalışmaktan yılmayan Ömeri Hemo da, yeni aldığı nar kırmızısı Massey Ferguson marka traktörü ile motor gürültüleri eşliğinde tarladan geliyordu. Ortada ilginç bir şeylerin olduğunu sezmekte gecikmedi. Selam verip traktörü onlara yakın durdurdu. Merakla gelip, Qımis ve Veli’ye neden güldüklerini sordu. Heseni Qıleri hiç bir şey olmamış gibi istifini bozmadan, mağrur başını iyice gökyüzüne dikti. Gözlerini cami minaresinin zirvesi ile buluşturdu. Ellerini bu kez biraz daha kıçının yakınında koruma altına alırcasına sıkıca kenetledi. Ömeri Hemo’ya selam verip, evine doğru aheste aheste yürüdü. Yine 2-0 öndeydi.
         Görünen o ki; Demokrasi Parkına sahip bu güzel beldenin yer aldığı ülkeye gerçek demokrasinin gelmesi, Ali Hocanın da yüreğine; kendisini daha huzurlu hissedeceği bir mutluluğun konuşlanması, oldukça uzun bir zaman alacağa benziyordu.
         Demokrasi Parkında banklarda oturan Kesikköprülüler eli kulağında olan hasat zamanını, tarlalarından ne kadar ürün alacaklarını, gübre ve mazot fiyatlarının dur demeyi bilmemesini ve evlendirme çağına gelen çocuklarına yapacakları düğünleri konuşuyorlardı. Dar boğazdaki ekonominin getirisi gırtlaklarına kadar olan borçlarını düşündüklerinden, düştükleri girdaptan başlarını kaldıramıyorlardı. Heciban köylerinin Roma’sı Kesikköprü’de ne yazık ki, o şen şakrak “Mediterrane” coşkusu yoktu. Pizza, pasta, lamburusco şarapları ve espresso kahveleri Hecibanların Roma’sında tüketilmiyordu.

Amsterdam, 18 Mart 2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...