27 Şubat 2017 Pazartesi

ATMA AĞAM



ATMA AĞAM

Kırlar şehri Kırşehir’e göç eyledi, bizim Kürt elleri. Salih çocuk on bir yaşında Kuyular Köyü İlkokulu’nu büyük bir başarı ile bitirdi. Köyde ortaokul olmadığı için, oğlunun eğitimini oldukça ciddiye alan babası Şiho bu çocoğun geleceği parlak deyip, tası tarağı topladı. En yakınlarındaki il olan Kırşehir’e yerleşmekte karar kıldı. Salih, kız kardeşi Saliha, annesi Fatma, babası Şiho ve komşuları el birliği ile çok da fazla olmayan eşyalarını bir araya topladılar. Aile dostları Kaman’lı Tüpçü Musa’nın sevgiyle "Kızıl Kızım" dediği kamyonetine yüklediler. Salih, Tüpçü Musa ile birlikte kamyonetle, Şiho, Fatma ve kızları Saliha da arabaları ile önden Kırşehir’e gitmek üzere yola koyulmaya hazır oldular. Kuyular Köyü'ndeki hazin vedalaşmaya bütün komşuları, hısım ve akrabaları da geldiler. Ailecek herkese ayrı ayrı sarılıp, helalleştiler. Sağ olsunlar Kuyular Köyünde sevenleri çoktu. Şiho'nun ailesinin ardından kovalar dolusu sular döküldü. Islak toprağın o anlatılamaz mis kokusu, bir anda uzaklaşan Kızıl Kızın ardında bıraktığı gri toza karıştı.
Şiho Kırşehir’de Ahi Evran Mahallesi'ni boydan boya ikiye bölen Kuyubaşı Caddesi’nde üç oda ve bir salon bir ev kiraladı.
Kuyular Köyünden yaklaşık üç saatlik bir yolculuktan sonra karısı Fatma ve kızları Saliha ile birlikte yeni evlerine geldiler. Usta bir şoför olan Tüpçü Musa ve beraberindeki Salih de çok geçmeden kamyonetle gelip, evin önünde durdular. Tüpçü Musa, Şiho’nun Kırşehir iline bağlı Kaman ilçesinden iyi bir arkadaşı, yılların kadim dostuydu. Aralarından kelimenin tam anlamı ile su sızmıyordu. İyi, kötü ve dar günlerinde birbirlerinin yanında olabildikleri kadar dimdik duruyorlardı.
Musa bebekliğinden beri oğlu gibi gördüğü Salih’i çok severdi. O’na yol boyunca geçtikleri yerleri tanıması, ufkunun genişlemesi için tek tek anlattı. Hirfanlı Köyü’ne gelmeden baraj gölünün en tepesinde durdu. Uçsuz bucaksız mavilikte biriken Kızılırmağın suları alabildiğine devasa bir göl halindeydi. Mavi sular Salih'in köyünde çok rastlanmayan göz kamaştıran yeşilliğin her tonunu koluna takmıştı. Kürt köylerindeki ağaç ve yeşillik fukaralığı olduğu halde, bu Türk köylerinde tam tersine bir zenginliğe dönüşüyordu. Kızılırmak, bir çölü andıran bozkırın bedeninde gök mavisi ile safir taşlardan oluşan uzun bir gerdanlığı, yanı sıra dört bir yanda öbek öbek yer alan ağaçlar, göz alıcı, parıltılı birer zümrüt broş, küpe veya benzeri paha biçilmez birer, alımlı takı görünümündeydiler. Toprak doğanın yeşilliği ve mavilikle adeta kucaklaşmıştı.
Salih’in akıllı ve iyi bir aile terbiyesi aldığı her halinden belli oluyordu. Babası ve annesi özveride bulunup, iyi bir yatırım yapıyorlardı. Bu genç insan bunu hak ediyordu. Musa, arkadaşı ile ne kadar gurur duysa azdı. Salih’in çok başarılı ve aldığı eğitimle de, vatana millete faydalı olacağı O'nun ışıldayan, kara-üzüm gözlerinden belliydi.
Hirfanlı Barajı’nın bu yöreye ne zaman kazandırıldığını, baraja adını veren köyün sakinlerinin de Salih gibi Kürt olduklarını ayrıntılarıyla anlattı. Bölgedeki Kürt köylerinin kendisinin en iyi müşterileri olduğunu, onlardan şimdiye değin hiç bir zarar görmediğini, karşılıklı olarak birbirlerinden çok hoşnut olduklarının altını da çizmeyi unutmadı.
Tüpçü Musa yolları Hacı Bektaş kasabasından geçerken, kamyonetinin fren pedalına bir kez daha asıldı. Araç içindeki yükle hafif sarsıldı. Salih oturduğu yerde ileri doğru gidip geldi ve ne oldu diye merakta kaldı. Tüpçü Musa bu kasabada türbesi bulunan Hacı Bektaşı Veli’yi, O’nun dünyasını, insanlık ve doğa sevgisini, engin hoşgörüsünü, ne denli derin insani bir güzelliğe sahip olduğunu anlatıp, hararetle devam etti.
“Ah be oğul. Biliyorsun seni kendi çocuklarımdan ayırt etmem. Keşke vaktimiz olsaydı da, seni Hacı Bektaşı Veli’nin türbesine de götürüp, gezdirebilseydim. Oradaki havayı sen de güzelce solusaydın. Bu saygın insanı seninle ziyaret etmiş olmanın iç huzurunu, gönüllerimizin derinliklerinde kalıcı misafir eyleseydik. Söz sana bunu bütün ailen ile birlikte en yakın zamanda gerçekleştireceğiz. Ben de senin baban sayılırım. Biliyorsun amca baba yarısıdır.” Salih, Tüpçü Musa’yı can kulağı ile dinledi. Başını kaldırıp, teşekkür mahiyetinde uzun uzadıya gülümsedi. Tüpçü Musa'nın sevgiyle elinden tutu, Kızıl Kıza doğru yürüdüler. Kamyonet Salih ve ailesinin acı ve tatlı yaşanmışlıklarının belirgin izlerini taşıyan eşyaları ile hızla kalkış yaptı. Hacı Bektaş kasabası bütün mistikliği ve hoşgörüsü ile geride kaldı.
Yeni evlerine yerleşmeleri çok zamanlarını almadı. Tüpçü Musa’nın da yardımı ile eşyaları taşıdılar. Şiho araç ve mazot parası  olarak koltuk altları terli beyaz gömleğinin cebinden çıkardığı iki yüz lirayı Musa’nın pantolon cebine koydu. Musa almamakta direndiyse de Şiho'nun ısrarı daha baskın geldi. Musa parayı çıkartıp, elli lirasını sevgi ile gözlerinin içine bakan Salih’e başını okşayıp, harçlık olarak verdi. Ailecek bir kez daha Musa’nın dostluğuna şahit oldular.
Şiho zamanla Kızılırmak ve Delice ırmaklarının vadileri arasında yer alan Kırşehir’i çok sevdi. Ozanlar diyarıydı, bu şehir. Kimler yoktu ki; Dadaloğlu, Çekiç Ali, Muharrem Ertaş, Neşet Ertaş, Şemsi Yastıman, Aşık Said, Aşık Dursun Kaya, Aşık Musa, Ekrem Celebi ve diğer değerler. Şiho, Neşet Ertaş’ın sesine ve müziğine bayılıyordu. Balkona küçük bir masa atıyor, teybe koyduğu Neşet Ertaş kasetinden en sevdiği nağmeler yayılıyordu. Yudumladığı rakı ve müziğin etkisi ile olduğu yerde sızıp, kalıyordu. Karısı Fatma ve çocukları kolundan tutup, zorlanarak O'nu içeri alıyorlardı.
Televizyon kanallarının arasında gezinedururken, Neşet Ertaş ile ilgili bir röportajın yayımlayacaklarını duydu. Bu habere çok sevindi. Hemen bir video kaseti ayarlayıp, o gün programı kayıt etti. Daha sonraları bu kaseti defalarca izledi. Neşet kendisine özgü o doğal aksanı ile babasına ait anılarını, O'na karşı olan büyük saygısını ve kendilerinin mütevazi yaşantılarını olabildiğince doğal ve içten bir anlatımla tatlı tatlı aktarıyordu. Sürekli var olagelen diz boyu yoksulluk yetmiyormuş gibi, büyük ozan bir de onurunu alabildiğine kıran, hisli yüreğini burkan, insanından küstüren, o kahreden horlanmayı her daim ensesinde hissediyordu.
“Unesco” tarafından “yaşayan efsane” olarak kabul gören bir değere, ülkesi ve kendi insanı tarafından reva görülen elbette bu olmamalıydı. Bu ülkede ne yazık ki aynı akıbeti yaşayan bir birinden daha değerli sayısız insan vardı. Her biri bu uğurda çok büyük bedeller ödeyerek, bu fani denilen diyardan buruk ayrıldılar.
Kayıt ettiği videoda Neşet Ertaş’in söyledikleri Şiho’nun diline adeta pelesenk oldu. Aklına düştükçe mırıldandı.
“Çicekdağı ilçesinin, eski adıyla Abdallar, şimdiki ismi ile Gırtıllar Köyünde dünyaya geldim. Bubam Kırşehir’den çıkmış. Keskin’e gelmiş. Anamınan evlenmiş. Babam saz çalardı. Bana da kemanı verdi. Düğün çalardık. Geçimimiz verilen bahşişlerden olurdu. On dört yaşımda aldım sazımı, İstanbul’a gittim. Aç kaldım, Karın tokluğuna iş bulamadım.
Daha sonraları Ankara’da gazinoda çalışırken Leyla isimli bir kızla tanıştım. Hemen evlendim. İki kız ve bir oğlumuz oldu. Mutlu olamadık. Askerden sonra da boşandık."
Haftalar ayları, aylar yılları kovaladı. Salih ortaokulu bitirdi ve liseye başladı. Anne ve babası Salih ile gurur duyuyorlardı. Ama yılların yorgunluğu olsa gerek, geçen zaman karı koca arasında pek gurur duyulacak bir ortam bırakmadı. Sevgi ve saygıyı alıp götürdü. Şiho karısını sürekli dövüyordu. Salih ve kız kardeşi bu duruma çok üzülüyorlardı. Her gün annelerinin bir tarafı yara bere içindeydi. Babalarına tavır koyup, günlerce küs kalmaktan başka ellerinden bir şey gelmiyordu. Saliha babasının yegane eseri olan yara ve şişlikleri, anneannelerinin hatırası, kar beyazı, etrafı renga renk boncuklarla işlemeli tülbendini sıcak sulara batırıp, pansuman yapıyordu.
Güzel bir bahar sabahı Salih ve Saliha okula gitmişlerdi. O günün sabahında da, pek çok defa olduğu gibi tersinden kalkıp, güne başlayan Şiho, kahvaltıda yumurtasının istediği gibi pişmediğini bahane edip, küplere bindi. Tekme tokat Fatma’ya girişti. Fatma can havli ile kendisini balkona attı. Dayak faslı bütün hızı ile balkonda da, komşularının aralanan perdelerinin ardındaki gizli bakışlarına aldırmaksızın devam etti. Ortada büyük bir utanç vardı. Ama bu Şiho'nun umurunda değildi. Kendisini kaybetmişti. Rastgele tekmeliyordu.
O sırada bir düğünden dönen ve yalnızlığı içine artık tak eden bir Abdal,balkonun altından geçip evine doğru yol alıyordu. Balkondaki patırtı ve gürültüyü duyan Abdal başını balkondan yana kaldırıp, sağ elini gözüne siper edip baktı. Şiho pat küt dövmeye devam ediyor, bir yandan da tehditler savuruyordu.
“Atayım mı seni aşağıya? Söyle atayım mı? Vallahi de billahi de atacağım seni. Ölümün benim elimden olacak.” Durumun ciddiyetini gören Abdal bütün cesaretini toplayıp, yukarı doğru yalvarırcasına haykırdı.
“Ağam atma ne olur? Yalvarıyorum, atma O’nu bana ver. Sana lazım değilse, bana lazım. Ne olur atma, bana ver.” Şiho kulaklarına inanamadı. Ayağından çıkardığı terliği Abdalın kafasını nişan alıp hızla fırlattı. Neye uğradığını bir anda kavrayamayan Abdal, kafasına gelen terliğin verdiği acı ile olduğu yerde kıvrandı. Başından rahmetli Muharrem Ertaş’ın hatırası, eskimeye yüz tutmuş, sekiz köşeli şapkası yere düştü. O an kafasındaki acıyı unutup, şapkayı büyük bir saygı ile yerden alıp, sızlayan kafasına tekrar geçirdi. Kendi kendisine söylendi. Ardına bakmadan  sızlayan başını bastırıp uzaklaştı.
"Ağam ne dedim ki? Senin işine yaramıyorsa, atma bana ver dedim. Atma yazık olur. Bana ver. O kadar. Bunda kızacak ne var ki?”
Hiddetinden kendisini tutamayan Şiho komşularının gözünde bir kez daha küçüldü.
O günden sonra kısadan hissesini çıkaran Şiho, ellerini saklı tutup, bir daha karısına ilişmedi. Elinden geldiğince O’nun gönlünü hoş tutmaya çalıştı. Evliliklerinin ilk yıllarındaki güzel mutluluğu tekrar yakaladılar. Fatma’yı balkondan aşağı atmadı. Zamanla Fatma da büyüklük gösterip, O'nu affetti. Ne de olsa kocasıydı.
Salih ve Saliha da başarı merdivenlerini istikrarlı bir şekilde birer birer çıktılar. Tüpçü Musa’nın da kulağına gelen, arkadaşının yaptıklarına dair tatsızlıklar, yerini iyi gelişmelere bıraktı. Hal böyle olunca, Musa sık sık ailecek Şiho ve Fatma’nın ziyaretine geldi. Karşılıklı oturup, Şiho ile kadeh tokuşturdular. Artık yakışıklı, kocaman bir delikanlı olan Salih’in başını okşayıp, harçlığını vermeyi de ihmal etmedi. Ailecek iki kez birlikte Hacı Bektaş Veli'nin türbesine gittiler. Salih iyi bir eğitim aldığından dolayı çok mutluydu. Kırlar şehri Kırşehir, Kuyular köyünden mutluluğu büyük bir yıkıma ramak kala, zor bela yeniden yakalayan Salih ve ailesinin yeni yurdu oldu. Salih'in ağzı kulaklarındaydı.

Amsterdam, 27 Şubat 2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...