13 Temmuz 2018 Cuma

KEZBAN IN ROMA






KEZBAN IN ROMA

Çok güzel değildi o. Doğrusu çirkince de sayılırdı, belki. Üstelik de tepeden tırnağa gundi (köylü). Cahil, ama bir o kadar da ukala. Yoksul mu yoksul bir aileden gelen, deyim yerindeyse meteliğe kurşun sıkan bir babanın beş kızından en büyüğü. Tencerenin kaynamadığı iki göz bir damda yaşamını idame eden, kırk haneli İç Anadolu’nun Köstekli Köyündendi Kezban. Ev işlerinde tam gaz koşturmakla geçerdi bütün hayatı. O iki gözlü ev Allah’ın her günü kırk odalı bir ev olur, yirmi kez süpürürdü yek başına fakir hanesini. Yıkaya yıkaya kalayını çıkarırdı mutfağında naçizane mevcut kap kaçağının. Kezban aşağı, yok yok olmadı yukarı gelmesini buyuruyorlardı, çok sevgili anne ve babası. Böyle dönüyor ve böyle de dönecekti devran. Bütün bu işlerin yanı sıra, bir de kaz çobanlığı eklentisi. Geceleri geç vakitler; ölü yorgunluğunda kendini yatağına zor bela atıverirdi Kösteklili Kezban.
Varlıkları pek de belirgin olmayan, ama var olmasına var olan bir anne ve babası. Ebeveynli bir öksüz veya yetimdi Kezban. “Kara bahtım kör talihim” her yönden sırtının kamburuydu çileli hanımefendinin. Keskin bıçaklarla kazıyamaz, Hazreti Ali’nin Zülfikar’ı da olsa elinde kesip atılamayan, yüreğinin ezinci bir lanet kamburdu, Kezban'ın sırtının yüz okkalık kurşun ağırlığındaki dayanılmaz yükü.
Usunun bütün pencere ve kapılarını sonuna kadar açıverdi. Buyur eyledi, havada-karada uçuşan bütün doğru veya yanlış bilgiye, başım gözüm üstüne, ama ille de beynimin içine hoş geldiniz, sefalar getirdiniz dedi. Hiçbir temel atma gereksinimi görmeden; yığdı üst üste nedir ne değildir bilmeden, kulaktan "zeytinyağlı biber" dolma olanca bilgiyi. Gel zaman git zaman; kimilerine göre limonlu, kimilerine göre de sirkeli bilgi turşusu küpü Kezban; bilir oldu, her şeyi.
Ağlarını bir örümcek titizliği ile ilmek ilmek öredururken kader, apansız pek de albenisi olmayan yüzüne gülüverdi gundi bahtsızın. Kız kurusu olmaya ramak kala, bir keriz çıkageldi deniz aşırı. Dünya evine girdi, süt beyazı gelinlikler giydi zati alileri. Bindiği ak bir atla, dört nala çıktığı uzun yolculuğunun ardından, soluğu bir açık hava müzesi Remus ile Romulus’un Roma’sında aldı, bizim Kezban. Sefaletten uzak yeni bir sayfa açıldı. Karada ölüm “gayrık” yoktu. Onlarca kurt Remus ile Romulus’a gösterdiği cömertliği, Kezban’a da fazlasıyla gösterdiler. Kezban'a süt dolu memelerini sundular. Dizginsiz bir hırsla çar çabuk beyaz sayfayı karaladı. Açlığın yerini kısa sürede alabildiğine zıbarırcasına tokluk aldı. İyiden iyiye semiriverdi, bizim gundi Köstekli.
Kezban artık Roma’daydı.
Leonardo da Vinci’nin Monalisa’nın gülümsemesi ona hiç gibi geldi. Dünyanın en güzel gülümseyen kadınına kısa bir süre sonra burun kıvırdı. Tebessüm de neydi. O kahkahalar atıp Roma gök kubbelerini inletti. Kıçı iki beden daha haşmete erse de, nar kırmızısı rujlar ve allıklar sürüp sürüştürdü. Japon yapıştırıcıları ile ok kirpikler takıverdi. Kaşlar kalem eylendi. "Bir elinde cımbız, bir elinde ayna," ama dünya umurunda. Yakından ilgiliydi her olup bitenle kendileri. Saçlar perma ve ondüle. Ojelerin kırmızılığı aratmadı yamuk dudaklarındaki kızıllığı. Ayakkabılar, çantalar marka ve rugan.
Kezban Roma’daydı.
Ayaklarını Ferrariler, Porscheler değil yerden kesmek, adeta uçurdu onu. Allah düz yolların yer aldığı bu yeni şehirde “koş ya kulum” dedi. Taşsız Roma yollarında en küçük bir taş Kezban’ın tekerinin önünde engel oluşturmadı. Tencereler günün her saati kaynadı, pastırmalar, pastalar gitti, kekler, ballı börekler geldi. Yediği önünde yemediği iki beden genişleyen kıçının bir kol boyu ardında.
Kezban Roma’daydı.
Dilini dibine çekme gereğini hiç duymadı. "Hiç leğende yıkanmamış gibi, geniş geniş konuştu" bütün ukalalığı ile yersiz-ileri geri. Taş kalpli oldu, Romalı Kezban. Çakmak taşlarından yangınlar çıkarıp, Nero’dan sonra Roma’yı yaktı gundi Kezban. Eskidi cehaletin, yoksulluğun ve çirkinliğin yüzü, dönüp bir yol gerilere bakıvermedi hazretleri.
Kezban Roma’daydı.
Her sabah uyandığında kraliçe sandı kendisini. Buyurun efendim kırmızı halı bu tarafta matmazel Kezban. Ukalalıkta al mendiller dahilinde halay başını kimseciklere kaptırmadı. Kürkler giyindi, pırlantalar takındı, havyarlar yedi, kuş sütü ile kahvaltılar yaptı. Buzlu-portakal suyu katkılı vodkalar, whiskyler içer ve kendinden her daim geçer oldu, gundi Kezban.
Kezban Roma’daydı.
“Tüü… kakaydı” akrabaları, tezek kokulu ve de çok salaş bir yerdi Köstekli Köyü. Selam dahi verme gereksizliğini bütün benliği ile benimsedi hanımefendileri. Kıytırıktan bir nohut tanesi iken, Köstekli Köyünde kendileri, Roma’da davetlerden davetlere giden kavrulmuş leblebi oldu kraliçeleri. Sürmeli gözleri görmesindi, elinin tersi ile itiverdi ol fakirleri. Aman da ne çok banal ve asaletten yoksun kişiliklerdi köylüleri. Yanında yöresinde sakın ha olmasalardı, çizerlerdi karizmasını, kırmızı halı bu tarafta buyurun majesteleri.
Kezban Roma’daydı.


Amsterdam, 13 Temmuz 2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...