KEZBAN IN ROMA
Çok güzel değildi o. Doğrusu
çirkince de sayılırdı, belki. Üstelik de tepeden tırnağa gundi (köylü). Cahil,
ama bir o kadar da ukala. Yoksul mu yoksul bir aileden gelen, deyim yerindeyse
meteliğe kurşun sıkan bir babanın beş kızından en büyüğü. Tencerenin
kaynamadığı iki göz bir damda yaşamını idame eden, kırk haneli İç Anadolu’nun
Köstekli Köyündendi Kezban. Ev işlerinde tam gaz koşturmakla geçerdi bütün
hayatı. O iki gözlü ev Allah’ın her günü kırk odalı bir ev olur, yirmi kez
süpürürdü yek başına fakir hanesini. Yıkaya yıkaya kalayını çıkarırdı
mutfağında naçizane mevcut kap kaçağının. Kezban aşağı, yok yok olmadı yukarı
gelmesini buyuruyorlardı, çok sevgili anne ve babası. Böyle dönüyor ve böyle de
dönecekti devran. Bütün bu işlerin yanı sıra, bir de kaz çobanlığı eklentisi.
Geceleri geç vakitler; ölü yorgunluğunda kendini yatağına zor bela atıverirdi
Kösteklili Kezban.
Varlıkları pek de
belirgin olmayan, ama var olmasına var olan bir anne ve babası. Ebeveynli bir
öksüz veya yetimdi Kezban. “Kara bahtım kör talihim” her yönden sırtının
kamburuydu çileli hanımefendinin. Keskin bıçaklarla kazıyamaz, Hazreti Ali’nin
Zülfikar’ı da olsa elinde kesip atılamayan, yüreğinin ezinci bir lanet
kamburdu, Kezban'ın sırtının yüz okkalık kurşun ağırlığındaki dayanılmaz yükü.
Usunun bütün pencere ve
kapılarını sonuna kadar açıverdi. Buyur eyledi, havada-karada uçuşan bütün doğru veya
yanlış bilgiye, başım gözüm üstüne, ama ille de beynimin içine hoş geldiniz,
sefalar getirdiniz dedi. Hiçbir temel atma gereksinimi görmeden; yığdı üst üste
nedir ne değildir bilmeden, kulaktan "zeytinyağlı biber" dolma olanca
bilgiyi. Gel zaman git zaman; kimilerine göre limonlu, kimilerine göre de
sirkeli bilgi turşusu küpü Kezban; bilir oldu, her şeyi.
Ağlarını bir örümcek
titizliği ile ilmek ilmek öredururken kader, apansız pek de albenisi olmayan
yüzüne gülüverdi gundi bahtsızın. Kız kurusu olmaya ramak kala, bir keriz
çıkageldi deniz aşırı. Dünya evine girdi, süt beyazı gelinlikler giydi zati
alileri. Bindiği ak bir atla, dört nala çıktığı uzun yolculuğunun ardından,
soluğu bir açık hava müzesi Remus ile Romulus’un Roma’sında aldı, bizim Kezban.
Sefaletten uzak yeni bir sayfa açıldı. Karada ölüm “gayrık” yoktu. Onlarca kurt
Remus ile Romulus’a gösterdiği cömertliği, Kezban’a da fazlasıyla gösterdiler.
Kezban'a süt dolu memelerini sundular. Dizginsiz bir hırsla çar çabuk beyaz
sayfayı karaladı. Açlığın yerini kısa sürede alabildiğine zıbarırcasına tokluk
aldı. İyiden iyiye semiriverdi, bizim gundi Köstekli.
Kezban artık Roma’daydı.
Leonardo da Vinci’nin Monalisa’nın
gülümsemesi ona hiç gibi geldi. Dünyanın en güzel gülümseyen kadınına kısa bir
süre sonra burun kıvırdı. Tebessüm de neydi. O kahkahalar atıp Roma gök
kubbelerini inletti. Kıçı iki beden daha haşmete erse de, nar kırmızısı rujlar
ve allıklar sürüp sürüştürdü. Japon yapıştırıcıları ile ok kirpikler takıverdi.
Kaşlar kalem eylendi. "Bir elinde cımbız, bir elinde ayna," ama dünya
umurunda. Yakından ilgiliydi her olup bitenle kendileri. Saçlar perma ve
ondüle. Ojelerin kırmızılığı aratmadı yamuk dudaklarındaki kızıllığı.
Ayakkabılar, çantalar marka ve rugan.
Kezban Roma’daydı.
Ayaklarını Ferrariler,
Porscheler değil yerden kesmek, adeta uçurdu onu. Allah düz yolların yer aldığı
bu yeni şehirde “koş ya kulum” dedi. Taşsız Roma yollarında en küçük bir taş
Kezban’ın tekerinin önünde engel oluşturmadı. Tencereler günün her saati
kaynadı, pastırmalar, pastalar gitti, kekler, ballı börekler geldi. Yediği önünde yemediği
iki beden genişleyen kıçının bir kol boyu ardında.
Kezban Roma’daydı.
Dilini dibine çekme
gereğini hiç duymadı. "Hiç leğende yıkanmamış gibi, geniş geniş konuştu"
bütün ukalalığı ile yersiz-ileri geri. Taş kalpli oldu, Romalı Kezban. Çakmak
taşlarından yangınlar çıkarıp, Nero’dan sonra Roma’yı yaktı gundi Kezban.
Eskidi cehaletin, yoksulluğun ve çirkinliğin yüzü, dönüp bir yol gerilere
bakıvermedi hazretleri.
Kezban Roma’daydı.
Her sabah uyandığında
kraliçe sandı kendisini. Buyurun efendim kırmızı halı bu tarafta matmazel
Kezban. Ukalalıkta al mendiller dahilinde halay başını kimseciklere kaptırmadı.
Kürkler giyindi, pırlantalar takındı, havyarlar yedi, kuş sütü ile kahvaltılar
yaptı. Buzlu-portakal suyu katkılı vodkalar, whiskyler içer ve kendinden her
daim geçer oldu, gundi Kezban.
Kezban Roma’daydı.
“Tüü… kakaydı” akrabaları,
tezek kokulu ve de çok salaş bir yerdi Köstekli Köyü. Selam dahi verme
gereksizliğini bütün benliği ile benimsedi hanımefendileri. Kıytırıktan bir
nohut tanesi iken, Köstekli Köyünde kendileri, Roma’da davetlerden davetlere
giden kavrulmuş leblebi oldu kraliçeleri. Sürmeli gözleri görmesindi, elinin
tersi ile itiverdi ol fakirleri. Aman da ne çok banal ve asaletten yoksun
kişiliklerdi köylüleri. Yanında yöresinde sakın ha olmasalardı, çizerlerdi
karizmasını, kırmızı halı bu tarafta buyurun majesteleri.
Kezban Roma’daydı.
Amsterdam, 13 Temmuz 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder