8 Temmuz 2018 Pazar

YARIM TÜRKÜ


YARIM TÜRKÜ



Yüreğimiz ağlamaklı mı, ağlamaklı be üstat! Hani “Bozkırın Tezenesi” büyük ozan da çığırır ya; “mezar arasında harman olur mu?” deyi. Olmaz elbette. İşte o mezar yerini kazar gibi, zati alilerinin yoksunu oldukları, bizim yüreğimizde ise tehlikeli ve fazlalık olarak gördükleri, hani insan olmaya dair her şeyi kürek kürek alıp atın diyorlar. Kalmasın sakın ola en ufak zerresi-kırıntısı. İğne ucu kadar da olsa, olmayıversin güzellik mevcudiyetinin en küçük nüvesi. Bir bardaktaki suyu aktarır gibi yüreğini al aşağı edip boşaltmamızı istiyorlar bizden. İnsanlardaki bu cevher, kimilerini neden bu denli korkutup, rahatsız eder ki, diye şaşakalmamak elde değil.
İhaleyi Laz müteahhit aldı ve anında işe koyuldu. İnşaatı hemencecik başlatıyor. Olabildiğince paslı kalın demirlerden sağlı sollu-önlü arkalı bolca atılması isteniyor. Direktifler veriliyor, üstüne de kaymaklı harcı, adamakıllı karılmış bol kepçe betondan dök diyorlar. Tabii önce kürek ve kazmalarla boşaltma işlemi başlıyor. Söküp atıyorlar; yüreklerimizin o nazlı sızısını, kök salan sevdayı, aşkı, sevgiyi, gonca gülleri, tutkuyu, duyguyu, eşit olmayı, yani insan olabilme uğraşısını, umut veren coşkuyu, kuş misali kanat çırpmayı, mehtabı, merhabayı, bulutlarda gezinmeyi, güneşe göz kırpmayı, Tanrıya şarkı söylemeyi, “mehtabım diyerek yüz vurmayı,” karnında kanatları bin bir renkli kelebeklerin uçuşmasını, bir sokak hayvanı için süklüm püklüm ağlamayı, burukluk veren mülteciler dramını, empatiyi, kurt ve kuşla dost olmayı, güzelliği, ipil ipil bir alevle yanan mum ışığını, gülümsemeyi, ağız dolusu gülmeyi, Ahmet Arif  gibi “Uy havar! – Oy sevmişem ben seni, he canım-sen getir üstünü.” diye haykırmayı, kardeşlik ve barış türkülerini.
Lakin onca zorlamaya rağmen, ne kazmaya ne de küreğe tir tir ellerimiz varmasa da, Laz müteahhit tam mesai iş başında. Kazma kürek sesleri birbirine karışıyor. Sen artık sen olma diyorlar anlayacağın. İşte geldik işte usul usul gidiyoruz, hem de bir bilinmezliğe. Seke seke mi geldik bilemem ama hani der ya Can Yücel adlı sakallı deli şair:
“Çatlak yüreğimle türkülü yollara
düştüm ki o kadar olur
seke seke ben geldim
sike sike gidiyorum…” Benim bir günahım yok. Koskoca şair gelişimizi ve gidişimizi böyle betimlemiş. Gördüğünüz üzere salt O’nun sihirli kelimelerinden gayrı lakırdım yoktur benim.
Kelebek ömrü, çileli ömrümüz. Söyleyiver be üstat, nice olur halimiz, ahvalimiz?
“Burda yeşil biber
acı mı, acı.
Acı mı acı
burda türküler.
Bana böylesi gerek,
of, of
böylesi gerek.
Yanıp tutuştum, of, of.
Yanıp tutuştu yürek.”
Kuşun uçmadığı, kervanın geçmediği, ölü sessizliğindeki ıssız gecenin kırkında, en derin karanlığında yüreğimize son demlerde kenetlenen ve dilimize pelesenk yarım kalan bir türkü:
“Kınıfır bed renk olur
Aşka düşen denk olur
İsterem başıya gele
Göresen ne renk olur.”
Söyle be “lal üstat.” Göresem görmesine ve de aslına bakarsanız gördük göreceğimiz kadar da diyebiliriz. Yüzümüzdeki onca kırışıklık ve çizgi iyiden iyiye demini bulmuşken, daha nice renk ola ki? Kaldı mı sence acep olmadığımız renk? Son kez kırk kuruş daha verip; bir daha kırmızı mı olalım yani?
Diğer yandan, ne dersin, sence de göz göre göre yalana mı iter bizi, milyonlarca müridi ile ifade edilen Rumi?
“İllâ birini seveceksen, dışını değil içini seveceksin. Gördüğünü herkes sever ama sen göremediklerini seveceksin. "Sözde" değil "özde" istiyorsan şayet; ten'e değil, can'a değeceksin.
Ve kör gecenin kırkı, havalandırdığım yarım türkü;
”Kınıfır bed renk olurrr....
.........................................."





Amsterdam, 8 Temmuz 2018





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...