PAPATYA
Görünen o ki; merakınız, benim gibi
iri kıyım birisinin kopardığım minnacık bir çiçekle nasıl da uğraş verdiğim yönünde. Anlatayım. Bu gördüğünüz solmak üzere olan zavallı bir kır çiçeği. Solgunluğu mazeret değil elbette. Kopardığım her narin yaprak için içim kıyılmıyor değil. Gönlüm buna her ne
kadar rıza göstermese de, kalbimin önüne geçilemeyen o coşkulu atışlarına
kendimi kaptırıyor ve papatyanın yapraklarını tek tek koparıyorum. (Birisini
öylesine çok seviyorum ki, anlatamam. Anlatsam da anlaşılır mı, doğrusu onu da
bilemiyorum. O nedenle bırakın uzun zamandır içimde barındırdığım henüz
karşılığı meçhul olan sevdam, kalbimin derinliklerinde cam kırıkları gibi
kanatmalarla, acıtmalarla gezinedursun.) Kopan her yaprağın ardından çıkacak
olan sonuca merakla bakarken her defasında yüreğim pır pırları ile yerinden
çıkacak gibi oluyor. Yaptığım bilimsel bir araştırma değil. Çok bilinen,
sevildiğinden emin olmak için benim de yapmak durumunda kaldığım bir aşk
araştırması diyebiliriz.
Sevmek ki; nasıl da
dehşetli bir duygu. Aman Tanrım; günün yirmi dört saati durmaksızın her haliyle
sevdiğimi düşünüyor, hayal ediyor ve onun o buğulu nefesinin her daim kulağımın
tam da dibinde alıp vermesini istiyorum. Hayatımda ilk defa bu denli deli
divane âşık oluyorum. Onun da beni sevip sevmediğini, her ne kadar mahcup bakışlarından
anlasam da, çokça merak ediyorum. Şu an yaptığım papatya testinden çıkacak
sonuçla bir nebze rahatlamak istiyorum. O halde neyse "halim çıksın
falim." Yüreğim ağzımda son yaprağı koparıyorum. Duymak istediğim ve şu an
mırıldandığım “seviyor” sözcüğü. Evet, oldu. Sihirli bir kelimeydi. Ağzım
kulaklarımda. Çok mutluyum.
Papatya da onun beni
sevdiğini söylüyor. Havaya uçuyorum. Yer çekimi hepten yok oldu. Bir tüy misali
havalanıyorum. Aklımın suyu tamamıyla çekiliyor. Bundan daha güzel ne olabilir
ki? Ne isteyebilirdim ki? Aman Tanrım, şükürler olsun sana. “Seviyor… O da
seviyordu…” Katıksız yalnızlığım tez elden son bulacak. Umarım solgun papatyam
doğru söylüyordur. Ya zavallı bir kuşun tüylerini yolar gibi onun yapraklarını
koparmış olmamın verdiği kızgınlıktan, kırgınlığından veya bu vahşeti benden
beklemediğinden, yalandan böyle söylediyse ben ne yapacağım? İçime bir kurt
düşmedi değil. Buna hiç ihtimal vermesem de, ne yapıp edip bu konuda emin
olmalıyım. Yüreğimi teskin etmeliyim.
Aradan zamanın biraz daha
geçmesiyle kendime geldim. Her şey yerli yerine oturur gibi oldu. Zavallı
papatya zaten ölmek üzereydi. Ölüm döşeğinde diyeceğim, ama bu sadece insanlara
özgüydü. Bu herkes yatakta ölecek demek değil tabii ki. Hayır. Ayakta dimdik
ölenler de yok değil. Hatta papatyalar da ayakta ölürler. Yattığı yerde ölmek
papatya için çok yersiz bir yakıştırma olur. Anlayacağınız bunu söylemekten
vazgeçtim. Hani demem o ki; papatya da olsa onu küçümsemek değil meramım. Son
anlarını yaşadığı bir esnada onca çayır, çimen, ayrık otu, kekik, gelincik,
yonca, hemcinsi papatya ve börtü böceğin yanı başında yalan söyleyecek hali
yoktu, elbette. Minnacık bir papatya da olsa, onun da kendince bir şanı ve
şerefi yok mudur? Tabii ki doğruyu söyledi.
Mevsim hazan yüklü sonbahar
da olsa, benim gönlüm sarhoştu. Ormanın dört bir yanında bakmaya
kıyamayacağınız altın ve kızıl renkli yapraklarla, bedenimin azımsamayacak
ağırlığı ile ben de uçuşuyorum. Ağaç dallarını ıslatan bir yağmur hafiften
çiseliyor. Umarsızca yoluma devam ediyorum. Çok geçmeden yağmur duruldu. Ağaç
dallarının arasından bin bir renkli güneş huzmeleri sızıyor. Kuş cıvıltıları
dünyanın en güzel senfoni orkestrasını aratmıyor. Püskül kuyruklu sincaplar
ağaç dallarında korkusuzca dans ediyorlar. Meşe ormanında dillere destan bir
renk cümbüşü hakim. Yeri kaplayan çimler ıslak. Nereden estiğini belli etmeyen,
apansız çıkagelen tatlı bir rüzgâr esintisi, lop lop etli iri kıyım vücudumu
tüy misali hafif kılıyor. Ben bende değilim. Başım bulutlu. Ama yeni bir yağmur
yağdırmaya niyetli değilim. Bulunduğumuz kayalığın ardında annemin gizlendiğini
ve kendince pek bir mutlu kikirdeyip beni izlediğini biliyorum. Anne yüreği
dersem, başka açıklamaya gerek kalmaz. Varsın o da kızı bendeniz Fatoş adına
kırk yılın başında mutlu olsun. Mürüvvetimi görmek onun da hakkı.
Koca ormanda kimsecikler
yok. Babam Süleyman ormanda yeni keşfettiği bal kovanlarını talan etmek üzere
hoplaya zıplaya uzaklaştı. Umarım Fazilet anama ve kardeşlerime de tadımlık da
olsa getirmeyi akıl eder. Kız kardeşim Saliha ve erkek kardeşim Serdar daha
küçük yaştalar. Öyle tatlılar ki, bakmaya kıyamazsınız. Annemin dizinin
dibinden hiç ayrılmıyorlar. Bundan sonrasında o gülen gözlerinin dışında
yaşamak istemediğim Reşo’mun bulunduğu kayalığa kâh ayağa kalkarak, kâh dört
ayağım üzerinde yürüyerek hızla ilerliyorum. Meğerse sevdalım ayı Reşo da aynı
duygularla bana doğru yola koyulmuş. (Evet, ben de bir ayıyım. Ayı
ailesindenim. Sizlere hayal kırıklığı mı yaşattım. Özür dilerim. Ama sevmek her
canlının harcıdır. Biz ayılar da severiz, seviyoruz, daha çok sevip,
sevdalanacağız. Belki de en güzel ve gerçek olanından.) Bugün Reşo ile
randevumuz var. Kız kardeşi ile haber saldım kendisine. Umutluyum. Geleceğinden
eminim. Papatya falım da öyle söyledi. Ve işte orada.
Birbirimizi uzaktan
görünce ormandaki ulu meşe ağaçlarını bütün dallarını sallayan homurtularla
karşılıklı koştuk. Sevginin en güzel örneğini sergilediğimizden adım gibi
eminim. Onlarca kilodan oluşan yağlı bedenlerimiz iki dağ misali hızla
çarpıştı. Yan yana yere yuvarlandık. Pençelerimle Reşo'mun göz kamaştıran
parlak tüylerini hayranlıkla okşadım. Ol bedenimi bir anda tatlı bir sıcaklık
kapladı. Ürperdim. Başım alabildiğine döndü. Yerde az ilerimizde bulunan
papatyalara minnetle baktım. Vurgunu olduğum Reşo’mun ağır ve biçimli bedeninin
papatyaları ezmemesi için kendime doğru çektim. Aşkımdan tir tir titreyip
homurdandım. Reşo yakışıklı falan, amenna kabulüm, itiraf etmeliyim ki; ona
sırılsıklam aşığım. Ama ben de Reşo’mun ağzına layık, hiç de azımsanmayacak iyi
bir “deveci” armuduyum desem abartıya kaçmamış olurum. Takdir sevdiceğim Reşo
Beylerin.
Amsterdam, 23 Ekim 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder