28 Mayıs 2020 Perşembe

SPINOZA






SPINOZA

“Arzularına göre hareket eden bağımlı,
aklını kullanarak yaşayan insan özgürdür.”               
Spinoza

Okulların o gıcırtılı ahşap sıralarına oturan her öğrencide olduğu gibi Halil’in de eğitim gördüğü öğretmen okulunun o yıllara ait sınıfında, coğrafya hocası bir general edası ile kara tahtanın önüne bir kez daha geçti. Halil’in hayallerinin bile çok uzağına düşen pek çok ülkeyi her yönü ile yoğun bir bilgi dahilinde anlatmaya koyuldu. Tasavvur bile edemeyeceği ülkelerin, o kargacık burgacık haritalarını renkli tebeşirlerle çizdi. Ardından da bu kadar bilinmezlik yetmezmiş gibi, bir de belirlenen sınırlar içindeki devletlerin karmaşık ekonomilerini, komşularını, yüzölçümlerini, dillerini, dinlerini, yeraltı-yerüstü zenginlik kaynaklarını, limanlarını, başkentlerini ve büyük şehirlerini bir çırpıda, çarçabuk anlattı. Her zaman olduğu gibi okyanuslar, denizler, nehirler ve göller mavi, ovalar yeşil, yüksek dağlar ise kahverengiydi. Öğrencilerin tamamen bihaber olduğu bu kapsamlı bilgileri ezberlemelerini emretti. Lakin tesadüf bu ya; her nedense Halil'in coğrafya hocaları çoğunlukla yaşlı, çirkin ve sert yapılı kadınlar olduğundan en fazla bu bilgilerden söz konusu ülkelerin yalnızca başkentleri güçlükle o yıllardaki öğretmen okulu öğrencilerinin zihinlerinde belli belirsiz yer edindi.
Denizler, okyanuslar ardında kalan bu coğrafyaların dağları, dağların yükseklikleri, ovalar, vadiler, nehirler, göller ve şehirleri gibi gereksiz bilgiler için öğrenciler çok geniş depolama kapasitelerine sahip olsalar da bütün bunlar Halil ve diğerleri açısından gereksiz bilgilerdi. Zihinlerdeki mevcut saklama alanında bu belirlemelere gram kadar yer yoktu. Öğrenilmiyordu. Suçlu coğrafya dersi hocalarıydı. Çünkü onlar hiç de güzel değillerdi. Güzel olmayandan da öğrenilmiyordu.
Okuyucu olarak gözünüzden kaçmamıştır. Başlarken Spinoza’dan bir alıntı ile birlikte konuyla ilintili Spinoza başlığından dolayı "en nihayetinde felsefi bir makale" deyip heyecana kapılmış olabilirsiniz. Fakat öyle değil. Bu hissiyat çok da albenili olmayan coğrafya hocaları tarafından verilen bilgiler gibi gereksiz kalıyor. Bu sadece bir öykü. Bundan ötesi yok. O halde bakalım “bu ney bu kez de ne hikayet edecek?” Felsefi makaleler yine bu işin ehli olanların uğraşısı olarak kalakalsın. Öyküye devamla…
Pek çok isim yakıştırılan Türkiye ve diğer az gelişmiş ülkelerden gelen işçiler, yoksun oldukları bu bilgileri barındıran Avrupa ülkelerine onlarca yıl önce milyonlar halinde akın ettiler. “Göçmen işçi” olarak da adlandırılan bu insanlar yıllarca okullarda öğretilmeye çalışılan ve ne yazık ki, öğrenilemeyen coğrafya bilgilerinin tam da ortasına düştüler. Bunlardan biri de Halil Hocaydı. Hoca yıllarca Hollanda’daki ilkokullarda ders verdi. Kişilik olarak oldukça rahat, hiçbir şeyi dert edinmeyen, sabırlı, kitap kurdu, yeni bilgilere ulaşma merakı her daim var olan, kendi halinde bir insandı. Türkiye’deki coğrafya hocaları çirkin olsa da, o Amsterdam’ın ela gözlü, kumral dalgalı saçları ile yakışıklı "Öğretmen Jivago'suydu." Çok da güzel olmayan coğrafya öğretmenlerinin veremediği, zihinlere perçinleyemediği bilgileri bizzat bu ülkelerde yaşayarak öğrendi. Güzel hatunlar memleketi olarak bilinen Hollanda’da elbette bu güzelliklerin hangi dine mensup oldukları, dilleri, başkentleri, ekonomileri, dağları, nehirleri, gölleri de öğrenilmeliydi ve de öğrenildi. Hollandalıların deyimi ile: “Tanımak, sevdirir.” O da sevmek için tanımalıydı. Tanıdı ve sevdi.
Dünyada ilk kapitalist ilişkilerin başladığı Anvers Limanı ve yine dünyanın en büyüklerinden biri olan Rotterdam Limanı hemen yanı başındaydı. Bu bilgilerin artık yabancısı olmadığı gibi hepsi gözlerinin önündeydi.
Yıllar yılları kovalarken Halil Hoca Hollanda’ya ait bilgilerin sadece dağlardan, nehirlerden, göllerden, ovalardan ve güçlü bir ekonomiden ibaret olmadığını gördü. Bütün bunların haricinde ülkenin bilim, sanat ve felsefe alanlarında da büyük değerleri vardı. Şüphesiz bunlardan başında da dünyanın en önde gelen rasyonalistlerinden ünlü filozof Spinoza da vardı.. Felsefeye karşı olan derin ilgisi, haliyle Halil Hoca’yı bu düşün adamı hakkında araştırmalar da yapmaya itti. Bir süre sonra Spinoza’nın “Ethica” adlı eseri onun başucu kutsal kitabı olmuştu. Araştırmaları esnasında Spinoza’yı en iyi anlayan, yorumlayan ve bu konuda uzmanlaşan Kıbrıslı bir diğer filozof olan Ulus Baker Hocayı da keşfetti. Her iki düşün adamı hakkında aylarca uzun uzadıya araştırmalar yaptı, okudu ve ilgili bütün kaynakları tetkik etti.
Halil Hoca’da her geçen gün daha çok büyüyen bir Spinoza aşkı ve hayranlığı sürüp gitti. Okuduğu her satırda Spinoza’nın dünyayı bu denli güzel ve doğru yorumlamasına şaşıyordu. Amsterdam’da bulunan Spinoza anıtını fırsat buldukça gidip yeniden tavaf etmeyi de ihmale getirmiyordu. Bu şipşirin şehirde ağaçların sokak boylarında pıtrağa dönüşmeye başladığı bir bahar günü erkenden kalktı.
Kuşlar şarkılarını hep bir ağızdan hiç detone olmadan söylüyorlardı. Martılar kanal boyu sulara teğet geçişlerle uçuyor ve ani pike dalışlar yapıyorlardı. Su yüzeyindeki yakamoz gözleri kamaştırıyordu. Nergisler sarı taçlı başlarını hafiften esen rüzgarla birlikte sallıyorlardı. Meydanlarda olanca coşkulu renkleri ile yeni güne uyanan laleler, güneşe "merhaba" diyeli hayli bir zaman olmuştu. Şehir kuşlar da olmasa, insanda terk edilmişlik hissini uyandırıyordu. Sokaklar zincirlerle bağlı bisikletlerden geçilmiyordu. Corona virüsünün dünyada hızla sirayet ettiği, insanlar için bir nevi tüneme günleriydi. Zorunlu olmadıkça dışarı çıkmasa da o gün evine marketten bir şeyler alması gerekiyordu. Her zamanki rutin yolu takip etmektense başka bir yola saptı. Etrafı seyredip temiz havayı ciğerlerinin derinliklerine çeke çeke Amsterdam sokaklarını adımladı. Bir anda gördüğü sokak levhasına inanamadı. Amsterdam’da heykelinin yanı sıra Spinoza adını taşıyan bir sokağın varlığından bihaber oluşunu kabullenemedi. Oysa sokak evinin çok da uzağında değildi.
Levhaya uzun bir zaman hayranlıkla baktı. Gözlerine inanamıyordu. Fakat bir terslik vardı ki, kabullenilmeyecek bir hataydı. Bilinen bütün levhalar sokakların tam başında 1 numaralı binaların hemen önüne konulduğu halde, Spinoza Sokağının levhası az ileride 7 numaralı binanın önüne dikilmişti. İşte zurna tam da burada zırt diyordu. Hayır. Hayır bu gerçekten kabullenilemezdi. Halil Hoca o an alışveriş yapmayı falan bir tarafa bıraktı. Yemek içmek ve diğer gereksinimler bundan daha önemli değildi. Hatta ve hatta Corona illeti de bu kadar önem taşımıyordu. İnsanları bu denli perişan edip evlerine kapatan salgına karşı keşfedilecek olan bir aşı dahi bu hatadan bir an önce dönülmesinden daha büyük bir önem teşkil etmiyordu. Levha 7 numaralı evin önünden alındığı gibi 1 numaralı evin önüne, olması gereken yere konulmalıydı. Sokak levhası dediğin yerli yerinde olmalı. 7 Numara gibi gereksiz bir rakamın önünde olmamalı. Ohalde bu büyük yanlışa "dur" demek onun boynunun borcuydu ve mevzu derin devletten de derindi.
Halil Hoca yarım saat sonra Amsterdam Belediyesinin binasının önündeydi. Hiç tereddüt etmeden içeri daldı. Belediyede yetkili bir memuru buldu ve meramını anlatmaya başladı.
“Efendim bu sizin yaptığınız, her kim hangi akla hizmet ettiyse, Spinoza Sokağının levhasını 1 numaralı binanın değil de 7 numaranın önüne dikmişler. Bu nasıl bir hatadır. Gördüğüm zaman kan beynime sıçradı. Gözlerime inanamadım. Kim bu büyük hatanın sorumlusu? Bu yanlışın en kısa zamanda giderilmesini istiyorum. Bu konuda belediyeden şikayetçiyim.” Yetkili Halil Hocayı büyük bir dikkat ve sabırla dinledi. Biraz da şaşırmıştı. Doğrusu yirmi yedi yıllık memuriyet hayatında böylesi bir şikayet ile hiç karşılaşmamıştı. Konu oldukça ilginçti. Ne yapabileceğini uzunca düşündü. Bu durumda ne söylenirdi, o an kestiremedi. Bir yabancının böylesi bir konuda bu denli duyarlılığına oldukça şaşırdı. Şaşkınlığını gizleme uğraşısı içinde ses tonuna verdiği akordun ardından söze girdi.
“Beyefendi öncelikle şehrinizle şaşılacak kadar ilgili olmanızdan dolayı size teşekkür etmek istiyorum. Duyarlılığınız taktire şayan. Şu an örnek bir duruş sergiliyor ve gıpta ediyorum. En kısa zamanda bu konudaki araştırmamı yapıp sizi bizzat bilgilendireceğim. Müsterih olun, gerekli girişimlerde bulanacak ve bir Amsterdamlının bu haklı şikayetini çözeceğimden emin olmanızı istirham ediyorum. Bu benim kartvizitim. Siz de bana telefon numaranızı ve mail adresinizi verirseniz, size en kısa zamanda döneceğim. En kısa zamanda bu yanlışı yapanları bulacağım. Kuşkunuz olmasın.”
İçine Hitler kaçmış olan Hollandalı ırkçı partinin lideri bir propaganda konuşmasında yabancılar konusunda aynen şu atıfta bulunmuştu.
“Yabancıların Hollanda’ya en ufak bir katkıları yok. Onlar en kısa zamanda kendi ülkelerine gönderilmelidirler. Hollanda Hollandalılarındır. Yabancıların burada yaptıkları tek şey, evlerinde miskince oturup kanallarda yüzen ördeklere arta kalan bayat ekmeklerini atmaktır. Bundan başka hiçbir şey yapmıyorlar.” Irkçı partinin lideri Halil Hocanın bu ince davranışına tanıklık etmiş olsaydı, herhalde içine kaçan Hitler, Alaaddin’in sihirli lambasındaki cine dönüşür çıkardı. Birileri, “Dile benden ne dilersin?” sorusuna maruz kalır mıydı? Bu da başka bir muamma olarak orta yerde kalırdı. Her hâlükârda bu politikacı da ırkçılık adına kafasındaki olumsuz düşünce ve fikirlerden arınırdı. Bir yabancıya ait olan bu ince davranıştan sonra da, içinden çıkan sihirli güce "Cin Efendi bütün bu yabancıları bu ülkeden at." demeyecek kadar değişirdi. Yabancılara karşı yapılan bir protesto yürüyüşünde, bu ırkçı partinin sempatizanları ülkede yaşayan Türklere yönelik kocaman bir pankarta aynen şöyle yazmışlardı. "Bütün Türkler Casablanca'ya defolsunlar!" Anlaşılan onların coğrafya hocaları da tıpkı düşünceleri gibi çirkindi.
Belediyeye gerekli olan müracaat yapılmış, hayati öneme sahip şikayet yetkililere iletilmişti. Gönlü rahattı. Örneğin: Corona salgınına karşı bulunacak olan aşının ivediliği, önemliliği ve çalışmaları bilim adamlarının işiydi. Her bezde tarağının olmasına gerek yoktu. Hoca her an belediyeden gelecek olan araştırmanın sonucuna odaklanmış, diken üzerinde beklemedeydi. Hollanda Hollanda olalı böyle bir şikayete maruz kalmamıştı. Hatanın neresinden dönülürse kardı. Bundan bütün şehir kârlı çıkacaktı.


Amsterdam, 28 Mayıs 2020


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...