15 Ekim 2020 Perşembe

GÜZEL BİR FİLMİN ARDINDAN - “KELEBEK VE DALGIÇ”






GÜZEL BİR FİLMİN ARDINDAN

 

“KELEBEK VE DALGIÇ”

 

Kelebek ve Dalgıç. Fransız gazeteci, yazar ve Elle dergisinin editörü Jean-Dominique Buby’nin milyonlar satan kitabının adı. Yazar, eserinde dünyanın en ilginç ve bir o kadar da dramatik olan kendi yaşam öyküsünü anlatıyor. Kitap daha sonraları yönetmen Julian Schnabel tarafından çok başarılı bir şekilde filme uyarlanır ve 2007 yılında Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülüne layık görülür.

Kitabı okuma şansım buğüne değin ne yazık ki olmadı, ama filmi izledikten sonra az sarsılmadım değil. Bu denli uzun süre etkisi altında kalınca da bu muhteşem yapıt hakkında bie şeyler yazmak ve naçizane duygularımı paylaşmak istedim. Umarım yine naçizane olarak adlandıracağım anlatımımın ardından, bu satırları okuyanlar da biraz olsun etkilenir ve bu güzelim filmi izlemek için fırsat kollar.

Filmi anlatmaya kendimi kaptırıp bilinen bir fıkradaki gibi; katilin şoför olduğunu ümit ederim ki, ağzımdan kaçırmam. Yeri gelmişken konudan fazla da uzaklaşmadan, fıkrayı anlatmamak olmaz.

Kasabanın birinde dedektif filmleri tutkunu bir adam varmış. Adam hangi sinemaya bir dedektif filmi gelse, soluğu anında o sinema gişesinin önünde alırmış. Günlerden bir gün bulunduğu kasabaya da çok ünlü bir dedektif filmi gelir. Adamcağız hemen koşa koşa sinemaya gider. Lakin biraz geç kalmıştır. Sinemaya gittiğinde, neredeyse bütün biletler satılmıştır. Anlaşılan dedektif filmlerinin bir tek müptelası kendisi değildir. Zor bela bir bilet bulur ve sinema salonunun karanlığına dalar. Hemen teşrifatçıyı bulup kendisinin dedektif filmlerinin hastası olduğunu ve yalvar yakar ön sıralardan kendisine bir yer bulmasını rica eder. Teşrifatçı şans eseri önlerden bir yer bulur ve adamı koltuğa oturtur ve ardından da bahşiş için elini uzatır. Adam araya taraya cebinin derinliklerinden parmaklarını örümceğe kaptırmadan ortası delikli bir 25 kuruş çıkarıp teşrifatçının avucuna koyar. Bahşişe bakan teşrifatçı bu kadar küçük bir bahşiş karşısında çok bozulur ve adamın kulağına fısıldar.

“Abi sana bir şey söyleyeyim mi? Katil şoför.” der.

Korkuya kapılmayın. Katilin şoför olduğunu söyleyecek kadar acımasız olmayacağım, sizlerden alacağım bahşiş az olsa bile.

Kitabın yazarı Jean-Dominique Bauby 1995 yılının soğuk bir kış gününde, arabası ile on yaşlarındaki oğlunu da yanına alıp bir yere doğru giderken, geçirdiği ani bir beyin kanaması ile uzun süreli bir komaya girer. Yaklaşık üç hafta sonra çıktığı komadan  tıp dilinde “lockked-in syndrome" olarak bilinen tanının ardından, vücudun bütün işlevlerini ve fonksiyonlarını yitirdiği görülür. Bir tek sol gözünü kırpabilmektedir ve bundan sonrasında çevresindeki insanlarla iletişimini yılmadan hayati öneme haiz bu organı ile sağlar.

Yazar Bauby kendisi ile iletişim kurmak adına geliştirilen bir yöntem sayesinde, sol gözünü kullanarak yüzlerce sayfa metni yardımcılarına dikte ettirir.

Geliştirilen yöntem çok ilginçtir. Yardımcısı her gün hastaneye gelir, Fransızca dilindeki harfleri kullanım sıklığına göre tek tek sıralayıp söyler ve yazar Bauby söylemek istediği kelimede yer alan harf okunduğu zaman gözünü kırpar. Büyük bir sabır ve azmin ardından yazarın hayatını anlatan biyografik kitap hazırdır. Kitap dünyada büyük bir yankı uyandırır ve bu unutulmaz kitaptan yapılan uyarlamadan da muhteşem bir film yapılır. Ne yazıktır ki yazar Bauby kitabın yayınlanmasından çok kısa bir süre sonra hayata veda eder.

Kullanım sırasına göre en çok kullanılan harfler E, L, A, O, I, N, S ve D harfleridir ve her kelimenin oluşturulması yaklaşık iki dakikayı alır. Filmin yönetmen koltuğunda rahat rahat oturmayı hak eden yapımcı Julian Scnabel’dir. Oyuncu kadrosunda; Mathieu Amalric, Emmanuelle Seigner ve Marie-Josee Croze yer alır.

Baştan sona insanda büyük hayranlık uyandıran fimin ilk yarım saatlik kısmında ana karekter yazar Bauby’i göremiyorsunuz ve merakla oyuncuyu görmek için sabırsızlanıyorsunuz. Usta yönetmen ana karakteri hemen ifşa etmek yerine filme seyircinin onun gözünden bakmasını yeğler. Film insanı adeta büyüleyen repliklerle devam eder. Örneğin: İçinde bulunduğu durumu aynen şöyle betimler.

"Uzaklaşıyorum... Yavaş, fakat emin bir şekilde. Tıpkı bir denizcinin demir aldığı kıyıdan uzaklaşması gibi geçmişimden uzaklaştığımı hissediyorum... Eski hayatım hâlâ içimde alev alev yansa da, yavaş yavaş anıların küllere dönüştüğünü biliyorum..."

Geçirdiği talihsiz kazadan sonra kendisini sürekli bir dalgıç elbisesi içinde hapis gibi hisseden Bauby bu durumu da aynen şu dizelerle ifade eder.

“Acaba bu evrende beni bu dalgıç hücresinden kurtaracak bir anahtar var mıdır? Ya da son durağı olmayan bir metro? Peki, özgürlüğümü geri satın alabileceğim bir para?”

Kendisini zaman zaman alaya aldığında da şu soruyu sorar.

“Bir kurbağaya dönüştürülmeyi dileseydim ne olurdu acaba?”

Ve devamla ruh halini ortaya koyar:

“Duygulanmaya, sevmeye ve sevilmeye nefes almak kadar ihtiyacım var. Yine de tetikte olmak ve ılık bir teslimiyete kapılmamak için bir parça hiddet, bir parça nefret barındırıyorum içimde, ne az ne çok; tıpkı bir düdüklü tencerenin patlamasını önleyen supap gibi.”

Yorgundur ve vücudu bütünü ile işlevsizdir.

“Özgürlükle aramda sadece bir kapı varsa bile, onu açmaya gücüm yok.”

İnsanı büyüleyen film boyunca, adeta sağlam naylon bir ipe itina ile bir incigerdanlık misali dizilen diğer replik de aynen Şöyledir:

“Entelektüel potansiyelimin bir hıyarınkinden daha yüksek olduğunu kanıtlamak için yalnızca kendimden medet umabilirim.”

Kendisini alaya almaya devamla kapanıp açılan sol gözü bir diğer cümleyi dikte ettirir.

“Yirmi haftada 30 kilo kaybettim. Kazadan sekiz gün önce sıradan bir rejime başladığımda böyle bir sonuç beklemiyordum.”

Ders veren bir üslupla:

“Haftalarca bir konu üzerinde çalışırsınız, işinin ehli kişilerin elinden defalarca geçer ve on beş günlük bir stajyerin bile fark edebileceği bir hatayı kimse görmez.”

Mutluluğu kimi zaman öylesine küçük bir noktaya takılır ki:

“Şimdilik, şu ağzımda sürekli biriken tükürüğü yutabilsem dünyanın en mutlu insanı olabilirdim.”

Kendisinin deyimi ile bir dalgıç elbisesi içinde bir hapis de olsa, bu hayata oynatabildiği tek sol gözü ile tutunur ve her türlü fonksiyonu yerine getirebilen kusursuz bedenlere sahip milyonlarca insanın yapamadığını yapar, böylesi bir kitaba imza atar.

Yaşlı babası da onun kadar biçaredir. Oğlunu görememesi, nasıl ve ne halde olduğuna tanıklık edememesi onu kahreder. 

“Zaman zaman bana telefon ediyor babam ve yardımcı bir elin kulağıma yerleştirdiği ahizeden, onun titreyen, sıcak sesini duyabiliyorum. Cevap vermeyeceğini çok iyi bildiğiniz oğlunuzla konuşmak, kolay olmasa gerek.”

Bu ve buna benzer daha her cümlesi hafızalarda yer edecek olan muhteşem bir kitap ve güzelim yavrusu film.

Umarım bakla ağzımda yeterince ıslanmıştır. O halde yine de size bir şey söyleyeyim mi?

“Katil şoför değil. Hizmetçi. Yok… Yok. Şaka… şaka… Katil falan yok. Ne güzel, dünyayı kan deryasına çeviren ve diz boyunu aşan ölmek öldürmek de yok. Bir karıncaya dahi zarar vermek yok. Muhteşem güzellikte, sizi hayata daha çok tutunmaya davet eden, seyredilmeye değer, büyüleneceğiniz bir film var. İyi seyirler.”

 

Amsterdam, 15 Ekim 2020

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KORKU

      KORKU   “Elimde değil Olric! Ne efendimiz? Elleri Olric elleri…”   Oğuz Atay - Tutunamayanlar   Fırtınalı bir denizin da...